|
|
ŞİA'NIN DOĞUŞU
"Şia'nın doğuş
zamanı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Şii kaynaklar, bu fırkanın
Resulullah (sav)'in sağlığında doğduğunu ve daha o zamanlar, Hz.Ali (ra)'nin üstünlüğünü
kabul ederek onun tarafını tutanların bir topluluk olarak "Ali Şia'sını" meydana getirdiklerini
ileri sürerler. Hz. Hüseyin (ra)'in Kerbelâ'da hunharca şehid edilişinden sonra, Şia
bir terim olarak, Emevilere karşı Hz. Hüseyin'in intikamını
almak ve bu arada Hz.Ali ve soyunun haklarını aramak, onun soyuna yardım etmek için
toplananları ve onlara taraftar olanları ifade etmeye başlamıştır,
denebilir. Bu aynı zamanda ilk şii fırkaların, siyaset sahnesinde yavaş
yavaş vücut bulmaya başlamalarının da en erken tarihidir."
304--
"Fitne kopup
Osman-ı Zinnureyn (ra) şehid edildi. Hz.A li (ra) döneminde fitne kapıları sonuna kadar
açıldı. İslâm siyaseti sahasında köklü bir ihtilaf ortaya
çıktı v e bu alanda çeşitli MEZHEBLER türedi, işte bu
fitnenin gölgesi altında ŞÎÎ mezhebi ortaya çıktı. Şiiler ve taraftarları
her ne kadar Şiiliğin temelinin Resulullah (sav)'in vefatı anına
dayandığını söylerse de. . . . Hz.Ali (ra) hilafeti dönemi boyunca
devam eden bu fitnenin bir yankısı olarak HARÎCÎ
mezhebi'de ortaya çıktı. Üçüncü Halife Hz. Osman (ra) dönemi. . .birbirine zıt
"ŞÎİ" ve "HARİCÎ" diye adlandırılan iki mezhebin ortaya
çıkışıyla sona erdiyse de bu iki mezhebin arasında orta yolu tutan
ve itidalli davranan ve tarihin " EHL-İ SÜNNET VE
'L CEMÂAT " diye adlandırdığı bir mezhebte ortaya
çıkmıştır." 305-- "Bazı yazarlar da "Şiiliğin, Resulullah (sav)'ın
vefatını takib eden Hz.Ali (ra)'nin meşru halife olduğıı
talebiyle, baştan sona siyasi bir hareket olarak başladığını"
söylerler. Bir kısım yazarlara göre Şiilik, siyasi bir hareket
şeklinde, Hz. Osman (ra)'nın şehid edilişinden sonra ortaya çıkmıştır."
306--
Hz. Ali (ra)
taraftarı olan fırkaya Şia denir. Bunlar hilafet makamına Hz.Ali (ra)'yi haklı görürler. Şia
fırkasının doğmasında İbn-i Sebe denen Yahudi dönmesinin rolü
büyüktür. Mezhebi şekillendiren bu dönme idi denebilir. Şia nasları
anlama da kendi arzularına göre hadis uydurmuşlardır. Batıl
tevillere sarılmışlardır. Yukarıda ki tariflerden çıkan
ortak sonuç; Şianın doğuşu Hz. Ali (ra)'nin hilafetinden
önce var idi, fakat siyasi bir hareket olarak bir kimliğe bürünerek
Hz. Ali (ra) döneminde ortaya çıkmıştır. Tüm Ehl-i Şia'nın ortak yönü
Hz.Ali (ra)'yi diğer üç halifeden üstün tutmak ve Hz. Ali (ra)'yi aşırı derecede
sevmektir. Zaten Şiilerin bir kimseyi beğenmesi için o kimsenin
üç halifeye düşman olması gerekmektedir
ŞİA MEZHEBİ VE KOLLARI
Ehl-i Bid'at fırkalar ve mezhebler hakkında derli toplu sistematik bir bilgi şeması
oluşturmak oldukça zordur. Konu üzerinde hassasiyet gösterilerek incelenmesi ve araştırılması
lazımdır. Başlı başına bir alandır. Zira İmamiye dediğimiz mezheb,
Hz.Ali (ra)'nin birinci halife, oğlu Hasan ve Hüseyin (ra)'nin Hz.Ali (ra)'den sonra
sırasıyla, hilafete gelmesi icabeden vekilleri oldukları hususunda da
ittifak etmişler. Ancak bunlardan sonra gelecek halifeler hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
Hatta bu hususta yetmişten fazla (70) fırkaya ayrıldıkları söylenilmektedir. Bunlar
yalnız İmamiye mezhebindeki fırkalardır. İmam-ı
Kurtubi ise şöyle diyor: "Ümmet-i Muhammed (sav)'in içerisinde Fırka-i Naciye'nin
dışındaki yetmiş iki (72) fırka şöyle meydana gelmiştir: Bunlar önce
kendi aralarında altı büyük fırkaya ayrıldılar. Bu altı
fırkada kendi aralarında oniki fırkaya ayrıldı." 307--
Şia'nın
kendi içinde yirmi kola (20) ayrıldığı muteber kaynaklarda kayıtlı olduğu
yazılıdır. Tüm bu fırkalar üç başlık altında toplanabilir :
1- Tafdiliyye
2-
Sebbiyye
3-
Gulat-ı Şia 308--
Bu gün çevremizdeki Müslüman gençlerde görülen itikadi sorunlar gittikçe büyük boyutlara varmaktadır.
Bir kısmı Ehl-i sünnetim diyor, Mutezilenin görüşlerini, Mürcienin görüşlerini,
Haricilerin görüşlerini savunuyor. Bir kısmı Ehl-i sünnetim diyor şia'nın görüşlerini
savunuyor. Hepsinden karışık Telfik macun! Bu çıkmaz itimatsızlığı
güvensizliği de beraberinde getirmektedir. Tabi bunların hepsi tevhidi anlayış
çerçevesinde gelişmekte, Kur'an'a yönelme adına yapılmaktadır! Hatta bazı alimlerimiz
bu tür düşünce akımlarının Vehhabilik kültüründen kaynaklandığını
açıklamaktadırlar. Gençlik büyük bir buhran içindedir. Henüz
kendilerine bir kimlik bulamamış kardeşlerimiz vardır. "Ehl-i sünnetin de fıkıh kitaplarında
çok hataları vardır, Şia'nın da birçok hatası
vardır" diyerek kendilerinin hangi itikadda olduklarını akıllarına
dahi getirememektedirler. Bu buhran sistemin verdiği çarpık ve sakat bir
din anlayışından kaynaklanan bir buhrandır. Şia'nın
bir konudaki çarpık bir görüşünü savunan kardeşlerden
birine soralım; "Şia'nın hangi koluna bağlısınız, veya hangi
kolunun görüşünü savunuyorsunuz" izah etmesi mümkün değildir?
Ehl-i sünnetin pratikteki dört mezhebine tahammül edemeyen bu şaşkınlar, "Mezhebler Tarihi"
isimli kitaplara bir baksalar da yalnız, Şia'nın kollarını bir saysalar
ve tasnifine çalışsalar. İşte ancak o zaman ayaklarını
nereye bastıklarını anlayabilirler.
Yine bazı eserlerde Şia'nın dörde ayrıldığı,
bazı eserlerde de altıya ayrıldığı görülmektedir.
1- Sebeiyye
:
2- Keysaniyye
: Bu "ırkada kendi içinde beşe ayrılmıştır.
3- Zeydiyye
: Bu fırkada kendi içinde dörde (4) ayrılmıştır.
4- Rafızıyye
:
5- İmamiyye
: Kendi içinde on beşe (15) ayrılmıştır.
6- Gurabiyye
Bazı
eserlerde ise Şia'nın Rafıza başlığı altında
dörde (4) ayrıldıklarını yazar.
Burada konumuz
İmamiyye olduğu için Şia'nın diğer fırkalarına ve
görüşlerine temas etmeyip yalnız İmamiyyenin bazı
görüşlerini aktarmaya çalışacağız.
Bazı eserlerde
Rafıza başlığı altında İmamiyye işlenmektedir. Bazı
eserlerde ise İmamiyye müstakil bir mezbeb olarak işlenmektedir.
Şimdi İmamiyyenin İSNA-AŞERÎYYE Fırkasına geçebiliriz. İmamiyye
Şiasının en meşhur fırkalarından biri İsna-Aşeriyye'dir. Bunlara
Îsna-Âşeriyye denilmesi, Beklenen imamın, İmamlar zinciri içinde
on ikincisi olan Muhammed b. Hasan el-Askeri'den dolayıdır.
Özetle diğer şia
fırkalarından farklı görüşleri:
1-Hz. Peygamber kendisinden sonra
Muhammed b. Hasan el-Askeri'nin İmam olacağını kesinlikle bildirmiştir.
2-Hasan el-Askeri Serdap'ta babasının
evinde ve annesinin gözü önün de gizlenmiş ve halende gizlenmeğe devam etmektedir.
3-Sahabe Hz. Peygamberden
sonra (sav) İslâm'ı terketmiştir. Çünkü Ebu Bekir (ra)'e biatle Hz.Ali (ra)'ye
zulmetmişlerdir.
4-Sahabe Kur'an-ı
Kerim'de bir çok sureyi, özellikle "Îsna-Aşeriy-ye" denilen " Sûretül-Vilaye"yi gizlemiştir.
Onlar küfürle suçladıkları İsmailiyye fırkasından uzak değildirler.
5-İnsanların
en fazla buğz edilmesi gerekeni, Hz.Peygamber (sav)'den sonra bu ümmetten en hayırlısı
olan Hz.Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman (ra) 'dır.
6- Bunlar Batıniyye'de olduğu gibi gizli ve açık
şeylerin bulunduğuna da inanırlar. Bu gün İran'da halen
bu mezheb geçerlidir." 309--
Okuyucuların
yukarıda da göreceği gibi Şia fırkalarının sayısını kesin
olarak sınırlamak oldukça zordur. Zira bir defa hangi başlıklar altında toparlayacağınız
açıkça belli değildir. Şia-İmamiyye'nin Kolları başka bir eserde
şöyle sıralanmıştır: "İmamiyye mezhebi mensupları Zeydiyye'ye
ve Şia'nın taşkınlarına (Gulat-ı Şia'ya) muhalefet etmişlerdir.
(Gulat-ı Şia, Şia'nın kafir dediği fırkadır.)
İmamiyye mezhebi
on beş (15) fırkaya ayrılmıştır.
Bunlar:
1-Kamiliyye
2-Muhammediyye
3-akiriyye
4-Navusiyye
5-Sumeytiyye
6-Ammariyye
7-İsmailiyye
8-Mubarekiyye
9-Museviyye
10-Ka'iyye
11-Îsna-Aşeriyye ( On iki imamlar) 12-Hişamiyye
13-Zurariyye
14-Yunusiyye
15-Şeytaniyye
Bu bilgiler akaid ulemasından Abdulkahir el-Bağdadi'nin
(rha) İmamiyye hakkında verdiği bilgilerdir." 310-- Dikkat ederseniz bu
fırkalar yalnız İmamiye Mezhebine bağlı olan fırkalardır.
Bu fırkaların isimleri hususiyle bağlandıkları imamın ismiyle
isimlendirilmişlerdir. Bugün İran'da ki resmi mezhep on birinci sırada yer
alan İsna-aşeriyye fırkasıdır. Yani Caferiyye mezhebidir.
ŞİA ve Kur 'an
Hakkındaki Görüşleri:
İsna-aşeriyye'nin
iddiasına göre Sahabe Kur'an-ı Kerim'den bir çok sureyi, özellikle
"Îsna-Aşeriyye" denilen "Suretti'l-Vilaye"yi gizlemişlerdir. Onlar küfürle
suçladıkları "İsmailiyye" fırkasından
uzak değildirler." 311-- Yani bunların inançlarına göre, bu
gün dünya Müslümanlarının elinde bulunan Kur'an-ı Kerim Âllahü Teala (cc)'nın
gönderdiği Kur'an-ı Kerim değildir. Noksandır. Sahabe değiştirmiştir.
Çıkarıldığı iddia edilen sûrelerden biri olan bu sure ileride görüleceği
gibi Hz. Âli (ra)'nin halife tayin edildiğinden bahseden sure imiş. Ne
korkunç iddialar! Saçma düşünceler! Bu fikirler karşısında hakkı dile
getirmeleri gerekirken; "Efendim Ehli sünnetin fıkıh kitaplarında
da hatalar vardır" diyerek demagoji yapan kimlik bunalımına
girmiş kardeşleri insafa davet ediyoruz. Bir akide meselesi var ortada.
Ne demek Kur'an noksandır? Bu dinde noksanlık vardır demektir ki;
imanda noksandır, İslam'da noksandır gibi zincirleme düşünülürse
sonu nereye varır bu iddianın? Kestirmek mümkün mü?
Devam
edelim. "Takiyyın-Nuri Et-Tabersi (Ki; Şia'nın çok sevdiği
ve saygı duyduğu bir alimdir.) "Fasl-ul-Hıtab
fi İsbati Tahrifi Kitab-ı Rabbil Erbab" isimli kitabı telif etmiştir.
Bu kitapta çeşitli asırlarda yaşamış Şia ulema ve müctehidlerinin
Kur'an-ı Kerim'in eksiltildiğine, bazı ayetlerin çıkarılıp
bazı ilaveler yapıldığına dair yüzlerce nass ve delillerini zikretmiştir.
Bu kitap İran'da basıldığında gürültü koparmışlardı.
Çünkü onlar Kur'an hakkındaki bu şüpheye düşürücü inançlarının
kendi üst tabakalarında ve muteber kitaplarında dağınık olarak kalmasını istiyorlardı.
Bu inançlarını ortaya koyan delillerin, bir kitapta toplanıp
binlerce basılarak hasımlarının
eline geçmesini ve aleyhlerinde delil olmasını istemiyorlardı.
Şia ileri gelenleri bu düşüncelerini açıklayınca, müellif
ölmeden iki sene önce kitabını müdafaa için bir reddiye
kitap daha yazdı ve "Reddü Ba'zış-Şübuhatan Fasl-ıl Hıtab
fi İsbati Tahrifi Kitabı Rabbil-Erbab" diye isimlendirdi. (Rabler Rabbi'nin Kitabını
Tahrifi îsbatta Son Söz Kitabı üzerindeki Şüphelerin Bazılarına Cevap)
Kur'an'ın muharref olduğunu isbat eden çalışmasına mükâfat
olarak, onu Necef'teki (kendilerince) mukaddes mekana defnettiler. Bu Necefli
alimin Kur'anda noksanlık olduğunu
beyanlarından birisi "Velayet Suresi" ismini
verdikleri surenin Kur'an'da bulunmamasıdır. Bu surede Hz.Âli (ra)'nin velayeti zikredilmektedir.
Sûrenin baş kısmında ki ayet : "Ey
sizleri doğru yola götürsün diye size gönderdiğimiz Peygamber ve
Veliye inananlar" vs. sh:180.
Mason Muhammed
Abduh'un ileri gelen talebelerinden biri olan Müsteşrik Brayn,
İran basımlı bir Mushafta aynı sûreyi görmüştür. Bu Mushaf'ta
ayetlerin üzerine farşça tercüme yapılmıştır. Kur'anda tahrif
olduğunu Tabersi meşhur kitabında yazdığı gibi,
aynı iddia Muhsin Fani El-Keşmiri'nin farşça yazdığı
"Debistan Mezahib" isimli kitabında
da vardır. Bu kitap İran da defaatla basılmıştır.
Necefli alim Kur'an'ın muharref olduğunu Velayet Suresinin çıkarıldığını
isbat ederken "EL-KAFİ"
isimli hadis kitabının 289. sayfasında ki (1278 İran baskısı)
şu satırları nakletmiştir: Kafi kitabı Şia'nın muteber hadis
kitabıdır. Bizdeki Buhari'ye olan itimadımız, onlarda bu itimad Kafi kitabınadır.
"Bizimkilerden bir kaçı Sehl b.Ziyad'dan, oda Muhammed b. Süleyman'dan, o da bazı
arkadaşlarından, onlar da Ebul Hasan'dan (as) şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir : "Ona, sana canım feda olsun, bizler
Kur'an'da öyle ayetler işitiyoruz ki bizde işittiklerimiz gibi değil ve
sizden bize ulaştığı gibide okuyamıyoruz. Bunun için günahkâr olur muyuz?
Dedi ki: Hayır, nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir." Bu söz Şia'nın, İmamları Ali b. Musa Rıza 'ya uydurdukları
bir şey olduğunda şüphe yoktur. Fakat bunun manası onlara göre
Osman (ra) mushafından öğrenilip okunmasının günah olmadığına dair bir
fetvadır. Sonra Şia'nın ileri gelenleri birbirlerine hangi kısmın kendi imamlarınca
var olduğunu, hangi kısmın çıkarıldığını öğretecekler.
Şia'nın Takiyye inancına göre gizledikleri Kur'an'ları ile
müslümanlar arasında yaygın olan Hz. Osman (ra) Mushafı'nın farkını
beyan etmek için Tabersi yukarıda ismi geçen kitabını
yazmıştır.
Yine Şia Takiyye
inancı gereği bu kitabı kabul etmediklerini söyleseler de, bu kitap muteber kitaplarındaki
alimlerinin yüzlerce görüşünü topladığından onların Kur'an'ın
tahrif edildiği inançlarını isbat etmektedir. Kur'an hakkında
ki bu inançlarının yayılarak aleyhlerine kullanılmasını istememektedirler.
Onlara göre iki Kur'an vardır. Birisi ortada yaygın olan, diğeri ise GÎZLÎ OLAN HUSUSÎ KUR'AN. İşte bu gizli Kur'an Velayet
sûresini de içine almaktadır. Bu gizli Kur'an'ı imamları Ali Musa Rıza'ya
isnad ederek uydurdukları "Nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir" sözünden
çıkarıyorlar. Şia'nın iddialarından biride; ÎNŞÎRAH suresinden "Vecaalna Aliyyen
sıhrake" (Ali'yi sana damat kıldık) diye uydurdukları
bir ayetin çıkarıldığıdır. İnşirah suresinden böyle bir ayetin çıkarıldığını
iddia ederken bu surenin Mekki sûrelerden olduğunu, Ali (ra)'nin ise Mekke'de
iken Peygamberimize damat olmadığını bildikleri halde bu iddiayı
sürdürürler." 312-- Bu ifadeler karşısında hala hakkı batıla karıştırıp
gizlemek isteyen tiplere bilmem ne demelidir?
Şia'nın iddialarından bir iddiada şudur : Şia
alimlerinden Ebu Mansur Et-Tabersi "İhticac ala Ehl-i Lücac" isimli kitabında, Hz.Ali (ra)'nin zındıklardan birine :
"Daha önce söylediğim gibi o ayette ki "filyetama" kelimesi ile "fenkihu"
kelimesi arasında Kur'an'ın üçte birinden fazlasına denk miktarda
ayet münafıklar tarafından Kur'an'dan çıkarılmıştır." Ebu
Mansur burada, münafıklar sözüyle Resulullah (sav)'in ashabını kasdetmektedir. Bu ashab
Kur'an'ı toplamış ve Osman (ra) mushafının yazmasıyla bizzat
Ali b.Ebi Talib halifeliğinde uğraşmıştır. "El-İhticac
ala Ehli Lücac" isimli kitapta Hz. Ali (ra)'ye nisbet edilen
bu uydurma söz hakikaten Hz.Ali (ra)'den sadır olsa, bu O'nun İslam'a
ihaneti demektir. KUR'ANIN ÜÇTE BİRİ gibi
bir bölümünü saklıyor. En azından halifeliği zamanında saklı
olan kısmı insanlara tebliğ etmiyor ve onunla ameli terkediyor, demektir. Halbu
ki halifeliği zamanında onun önünde bunları yapmakta hiç bir
engel yoktu. Kur'an'dan bu miktar, ayetleri kendi rızası ile
isteyerek saklaması (haşa) nifak demektir. Hz.Ali (ra)'ye bu sözleri isnad
eden Ebu Mansur Et-Tabersi bu kitabıyla aslında Hz.Ali (ra)'ye ihanet
ve küfür damgası vurarak tüm Ashab-ı Kiram'ı münafıklıkla
suçluyor!
Yukarıdaki
iddia Hz.Ali (ra)'nin halifeliği boyunca elinde imkan olduğu halde Kur'an'dan çıkarıldığını
iddia ettikleri kısmı açıklamaması ve onunla insanları
amel etmeye davet etmemcsi iftirasının delilidir." 313--
Hiçbir kelime katmadan, cümle ilave etmeden yorumu ve sonucu size
bırakarak Şia'nın İslâm adına yazdıklarını kaynaklarından
aktarmaya devam edelim: "Şia'nın Buharisi El -Kafî'de (İran Baskısı
1278. sh: 54) İki sarih nass vardır. Şöyle: "Cabir el-Ca'fer'i'nin şöyle
dediği rivayet olunur; Ebu Cafer (Aleyhisselam)'ı şöyle derken işittim : "KUR'ANIN İNDİRÎLDİGİ ŞEKİLDE TOPLANDIĞINI
YALANCIDAN BAŞKASI İDDİA ETMEMİŞTİR. ONU İNDİRİLDİĞİ
GİBİ ALİ B. EBİ TALİB VE ONDAN SONRAKİ İMAMLARDAN BAŞKASI
HIFZ EDİP TOPLAMAMIŞTIR."
Şia
mezhebinde bizdeki, Sahih-i Buhari kadar değerli olan bu KAFİ
kitabını her şii okur ve bu nassada iman eder. Bizde deriz
ki; Şia kesin olarak Ebu Cafere iftira etmektedir. Zira Hz.Ali (ra) Küfe'deki hilafeti
müddetince Hz. Osman (ra) 'nın topladığı Mushaftan başka bir şey ile amel
etmemiştir. Ve başka bir Mushaf neşretmemiştir. Şayet elinde başka bir Mushaf
olsaydı, onu en azından halifeliği zamanında neşreder onunla
amel edilmesini emrederdi. Eğer kendisinde başka bir Mushaf var bunu da Müslümanlardan
sakladıysa, o zaman Allah 'a, Peygamberine ve İslâm dinine ihanet etmiş
olurdu. İmam Ebu Cafer Muhammed el-Bakır'dan bu çirkin sözleri duyduğunu söyleyen Cabir el-Ca'fi,
Şia'ya göre her ne kadar güvenilir olsa da Ehl-i Sünnet nezdinde
yalancı olarak bilinmektedir... Ebu Yahya el-Hamani dedi ki, Ebu Hanifenin şöyle söylediğini işittim
: Gördüklerim arasında Ata'dan daha faziletli, Cabir el-Ca'fi' den daha yalancı
kimse görmedim. (Mecellül-Ezher. Sayı: 308. Sene 1372) 314--
Yukarıda ki, ifadeleri olduğu gibi aktarmaya çalışıyoruz. Hiç bir
ilave yapmayı uygun bulmuyoruz. Yalnız bir hususu hatırlatmayı zaruri görüyoruz.
Alıntı yapılan "KAFÎ" ismindeki kitap,
Ehl-i Bid'a'nın bu gün halâ elinde bulundurduğu dört büyük hadis kitaplarından biri
olduğu göz ardı edilmemelidir. Yazıda geçtiği gibi Ehl-i sünnet Müslümanlarca
Buhari-i Şerif nasıl büyük bir hadis kitabı ise, "KAFÎ"de Ehl-i Şia'ca öyle büyük bir hadis kitabıdır. Yine devam
ediyoruz alıntılarımıza. İslam birliğinden bahsedenlerin, "İslâm
devleti", "Ümmet-i imam" diyenlerin, Ehl-i sünnetin fıkıh kitaplarında
da hatalar var diyenlerin kulakları çınlasın. Şu inançlar karşısında halâ,
ehl-i sünnete dil uzatanlar, hangi düşüncenin kölesidirler?
Asıl korkunç
iddiaya geliyoruz. Bakalım ilmin elde edilmesine ihtiyaç duymayan kardeşlerimiz hala kiraya
verdikleri kafalarını kurtarmak istemeyecekler mi? Aynı kitapta daha
korkuncu; Cafer es-Sadık'tan rivayet edildiğini uydurdukları şu nassdır: "-Ebu Busayr'dan rivayet olunmuştur, dedi ki : Ebu Abdullah'ın yanına girdim. Ebu
Abdullah (Yani Cafer es-Sadık) dedi ki: -Bizde Fatıma (Aleyhisselamın.) Mushafı vardır. -Fatıma
Mushaf'ı da nedir? dedim, dedi ki: -Sizin Şu Mushaf'ınız gibi üç misli (büyük bir)
Mushaf'tır. Allah'a yemin ederim ki, onda sizin Kur'an'ınızdan bir
harf bile yoktur." 315--
"Ehl-i Beyt imamlarına yapılan bu iftiralar çok eskidir. Bu iftiraları,
bin sene evvel Muhammed b. Yakub el-Küleyni "el- KAFÎ" isimli kitapta topladı. Halbuki
bu iftiralar Küleyni'den daha eskidir." 316--
Bu cümleler karşısında gerçek imana sahip bir mü'minin eti kemiği
titremeli. Bu iftiraları ve sahiplerini ve hala bu cümlelerin yazıldığı kitapları
hadis kitabı diye aktaran insanları isterse inkılâbın
rehberi olsun reddetmelidir. Ya bu bozuk, saçma cümleleri o kitaplardan atmalıdırlar,
yahutta o kitabı kaldırıp atmalıdırlar. Yoksa biz
o insanların samimi olduklarına nasıl inanacağız?
Bu günkü Kur 'an'da noksanlık yoktur deseler bile nasıl inanacağız? Takiyyeleri
bize karşı da devam ettiği müddetçe.
"Bu adam;
(Kûleyni) Ca'fer-i Sadık'ın (rha), güya Kur'an da atmalar veya katmalar olduğunu söylediğinden
bahseder ki Murtaza Tusi vs. gibi büyük imamiye bilginleri onu tekzib etmişler ve
Cafer-i Sadık (rha)'tan bunun aksini rivayet etmişlerdir." 317--
Ancak burada akla hemen şu sual gelmez mi? Kûleyni'nin bu rivayetleri
yalanlandı ve tekzip edildi de niçin yine büyük hadis kitabı olarak Şia müslümanları
zehirleniyor? Daha evvel temas etmiştik. Karşı çıkılmış fakat, eseri
yazan zat tekrar karşı çıkanları reddetmek için ikinci
bir reddiye yazmıştır. "Kuleyni, yine Cafer es-Sadık'tan
imamların nezdinde Hz. Fatıma'nın Mushaf'ı ve onda Kur'an'ların benzeri olduğunu
üç kez tekrarladığını, fakat şimdiki Kur'an'larda ondan
tek bir harf bulunmadığını nakleder." 318--
Bu kaynak bir İslam tarihinden alınmıştır. Yani
bu tür haberler sanki meşhur haberler (!) olmuştur. Bir çok kaynakta aynı cümleleri
bulmak mümkündür.
Başka
bir nakle kulak verelim : "Gerek Kur'an hakkın da gerekse diğer ilahi kitaplar
hakkında Kimi Şii kaynaklarda şöyle rivayetler bulunmaktadır. Onlara göre Allah
(cc) tarafından indirilmiş bütün kitaplar imamların yanındadır. Kur'an'ın
tamamını imamlardan başka hiç kimse toplamamıştır. Kur 'an
'ın tamamını topladığını iddia eden bir başkası yalan
söylemiştir. Çünkü O'nu Allah'ın indirdiği gibi aynen ezberleyen
ve toplayan sadece Hz.Ali (ra)'dir. Birde ondan sonra gelen imamlardır.
" 319--
Ayrıca Hz. Fatıma'nın
Mushaf'ı da imamların yanında mevcuttur. Bu Mushaf , elimizdeki Kur
'an'dan hacim olarak üç kat daha fazladır. Ve bu Musfhaf'ın içinde
bizdeki Kur'an'dan bir harfi bile yoktur. Kur'an'da
ki ayet sayısını on yedi bin (17.000) olarak
rivayet eden bir başka anlayış, ilk Şiilerden olan Şeyh
Saduk tarafından te'lif edilerek "Onların hepsi
vahiydir, ancak Kur'an'dan değildir." hükmüne varılmıştır.
Bütün bunlara
rağmen bu gün Şiiler, elimizdeki Kur'an'ı esas almakta ve Ehl-i sünnet
ile aynı Mushaf'ı temel kabul etmektedirler. Günümüzde Kur'an'ın aslı
üzerinde Ehl-i sünnet ile bir ihtilaf söz konusu değildir. İhtilaf
yorumlardadır."
Bahsi geçen
hususa daha evvel de değinmiştik. Bu gün onların elindeki Kur'an ile bizim elimizdeki
Kur'an arasında hiç bir fark yoktur. Bu doğrudur. Şüphemiz yoktur. Ancak şianın
kaynaklarında geçen bu sakat düşünceler tereddüde yer vermektedir! Prof. İlahi
Zahir'in, "Şia'nın Kur'an, îmamet ve Takiyye Anlayışı" adlı
eserinde "Müslümanların ellerinde bulunan bu Kur'an'ın
bazı kısımlarının değiştirilmiş ve eksik olduğunu söylemeleri
hiç bir şekilde tutarlı ve doğru değildir." (320) demesi çok doğrudur.
Muhammed Ebu Zehra'nın
kaydettiklerine göre : "El-Kuleyni'nin anlattığına göre Ebu Bekr Sıddık'ın
torunu olan Ca'fer'i Sadık, Kur'an-ı Kerim'de bazı eksiklikler bulunduğunu
söylermiş. Kur'an'daki bütün "Al-i Muhammed" kelimeleri kaldırılmış; mesela,
"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et; eğer yapmazsan O'nun elçiliğini teblig
etmemiş olursun." 321-- ayetindeki "Rabbından" kelimesinden sonra
gelen "Ali" kelimesi kaldırılmış. "O zulmedenler, yakında hangi inkılâp
ile sarsılacaklarını bilecekler" 322-- ayetindeki "Zulmedenler" kelimesinden sonra ve
"Hangi" kelimesinden önce yer alan "Ali Muhammed" sözü kaldırılmış.
Keza, "Gerçekten kafir olan ve zulmedenleri Allah asla yarlığamıyacaktır" 323--
ayetindeki "zulmedenler" kelimesinden sonra gelen "Al-i Muhammed" sözü
kaldırılmış, (!) Ca'rfer-i Sadık'a isnad edilen bu sözler, Allah'a,
Allah'ın elçisine ve Resulullah'ın torunlarına apaçık bir iftiradır.
Bu tür iftiraları uyduranları Allah kahretsin!" 324-- Aziz okuyucum, o büyük
îmama isnad edilen bu türlü sözleri okurken, benim tüylerim diken
diken oldu.
Bazı iyi niyetli kardeşlerimiz devamlı sorarlar :
"Peki İmam-ı Ca'fer es-Sadık' (rha)ta mı Ehl-i bid'attir?" Bizde
devamlı elbette HAYIR deriz. Zira îmam Cafer Ehl-i sünnettir. Yukarıda ki
misallerde de görebileceğimiz gibi bu iftiraları, Hadis diye İmam Ca'fer'in söylediğini söylüyorlar.
İmam-ı Ca'fer kendi zamanında ortaya çıkan bu sapıklarla bizzat
kendisi mücadele etmiştir. Bu tür iftiraların yazılı olduğu ve Şia'nın
kaynak hadis kitabı diye andığı kitap, işte El- Kûleyni'nin 'KAFÎ' ismindeki kitabıdır. İçinde 16.099 hadis vardır.
Kur'an hakkında şüphe tohumları eken bu insanlara, Resulullah'ın
(sav) torunlarına iftira edenlere ehl-i bid'at diyormuşuz! Peki
ehl-i bid'at demeyelim de ya ne diyelim? Ehl-i Sünnet mi diyelim? Bu
insanların düşünceleri, Allah Resulünün sünnetine uygundur mu? diyelim. Körü
körüne bid'at ehlinin görüşlerini savunanlara, yayanlara Ehl-i sünnetle
eş değerde tutanlara Ehl-i Bid'at veya fırak-ı dalle,
ehl-i heva demeyelim de ya ne diyelim? Ehl-i sünnet mi diyelim? Ehl-i Beyt
insanlar nerde; yolundayız diyenler nerde?
"Raf'izilerden bazıları, Kur 'an'ın bir kısmının Hz.Muhammed (sav)'e
, bir kısmının ise Hz. Ali (ra)'ye indiği inancındadır.
Ben H.479 senesinde arkadaşlarımızdan bir fakihi dinledim. Bu fakih Mekke'de Beytullahı
ziyarette idi. Ziyaretin dışında bir gün, Rafizilerden birisinin
bir topluluğu zikirden alıkoyarak şöyle dediğini nakletmiştir; "Hz.
Cebrail (as) Kur'an'la Hz. Peygamber (sav)'e iniyordu. Hz. Peygamber
(sav) Hz. Cebrail (as)'e Kur 'an'dan bir
miktar Hz. Âli (ra)'ye indirmesini emretmiştir." 325--
Verdiğimiz kaynaklardan edindiğimiz izlenimler, bu insanların güvenilir olmadıklarıdır.
Tarihte hep kullanılmışlardır. Ehl-i sünnet inancına göre;
"Kur 'an'ı Kerim bütün insanlığa gönderilmiş
son kitaptır. Asla bozulmamış, değiştirilmemiştir. Kıyamete kadar da böyle kalacaktır.
Kur'an-ı Kerim diğer mukaddes kitapların aksine her türlü değiştirilmeden
noksanlıktan uzak olup yüce Allah'ın indirdiği Hz. Peygamber’in okuduğu,
kâtip sahabilerin tamamen yazdığı; hafızların ezberlediği şekilde,
Resulullah'ın vefatından sonra Hz. Ebu Bekir'in halifeliği devrinde, aynen
toplanıp bir kitap haline getirilmiş ve öylece muhafaza edilmektedir." 326--
Zira Alemlerin Rabbi : "Hiç şüphe yok
ki, Kur'an'ı biz indirdik, biz! Ve muhakkak onu biz koruyacağız." 327-- buyurmuştur.
1-HARİCİLER
İslam tarihinde ortaya çıkışları
siyasi bir sebeple başlamış, zamanla aşırı
bir itikada sahip sapık bir mezhep olmuştur. İlk muharrik : Sıffın
harbinde Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında, "Hakem" olayıdır.
İki tarafın arasını bulmak isteyen hakemliği Kur'an'a
aykırı buldukları için her iki tarafı da reddederek
hariçte kaldıklarından dolayı "Harici"
ismini almışlardır. "Hüküm Allah'a aittir" ayet-i
kerimesini slogan ederek her iki tarafı da küfürle itham etmişlerdir. Onlara kafir demeyeni
dahi kafir saymışlardır. Liderleri; Hurkus bin Zuheyr olmakla
birlikte Kantara mevkiindeki Haricilerin savaşması için ordulara
talimat veren komutanları Abdullah bin Vehb er-Rasibi' dir.
(S. Havva, El-Esas Fi's-Sünne, C//8, sh:53)
"Hariciler: "-İman kalb ile tasdik,
dil ile ikrar ve uzuvlarla ameldir" tarifini esas alarak; büyük günah işleyen
herkesin kafir olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre "Amel olmadığı
müddetçe, imanın hiç faydası yoktur. Herhangi bir farzı terkeden veya
haramı irtikap eden kimse, kafirdir." Haricilerden Abdullah
b. İbad'ın kurduğu "İbadiye" mezhebi,
günümüze kadar gelmiştir." (İmam-ı Şehristani- El Milel
ve'n Nihal- Beyrut: 1395 C: 1 Sh: 139-14)
Haricilerin bugün yaşadıkları yerler. Afrika'nın kuzey taraflarında,
Cezayir, Tunus, Trablus'un bazı yerlerinde , Doğu Afrika'da, Zengibar'da Maskat ve Oman'da bir miktar mensupları
vardır. Asıl merkezleri Zengibar'dır. Hariciler Yirmi çeşit
fırkaya ayrılmışlardır.
1- el- Muhakkimetu'l-Ula
11- Saltıyye 2- Ezarika
12- Ahnesiyye 3- Necadat
13- Şebibiyye 4-Sufriyye
14- Şeybaniyye 5- Acaride
15- Ma'bediyye 6- Hazımıyye 16-
Ruşeydiyye 7- Şuaybiyye 17-
Mukremiyye 8- Ma'lumiyye 18-
Hamzıyye 9- Mechuliyye 19-
Şemrahıyye 10- Ashab-ı Taat 20-
İbrahimiyye.
Ayrıca İslam dairesinden
çıkmış olan iki fırka daha vardır ki onlar da 1- Yezidiyye 2-
Meymuniyye'dir. İçlerinde en aşırı olanları; "EZRAKİ" veya "Ezarika" fırkasıdır. Ehl-i Sünnet'e
en yakın olan Harici fırkası ise "İBAZİYE" fırkasıdır. Fıkıhları Şafii fıkhına yakındır.
Ehl-i Sünnet Ve'l - Cemaat'tan ayrıldıkları sapık görüşlerine
gelince : 1-"Hüküm ancak Allah'a aittir. Kim O'ndan başkasını hakem tayin ederse
kafir olur." demişlerdir. Böylece
başta Hz. Ali (RA) ve Hz. Muaviye (RA) olmak üzere her ikisi ve her ikisine tabi olan
tüm Müslümanları kafir ilan etmişlerdir. 2- Onlara kafir
demeyenleri dahi kafir saymışlardır. 3- Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer (RA) hilafetleri meşrudur. Hz. Osman azledilmelidir. Hz Ali'ye (RA) gelince "Günah-ı
kebair" irtikab etmiştir. Taraftarları da aynı
hepsi bu hükme girmişlerdir. 4- Düşüncelerine göre günahın ikinci bir manası küfürdür. Kendilerinden
olmayanların hepsini tekfir ederler. (Kafir sayarlar) 5- Müslümanlar toplanıp kendilerine
halife seçerler. 6- Halifenin Kureyş'ten olma şartını kabul etmezler.
7- Temel kaynak olarak Kur'an'ı alırlar. Hadis ve İcma'ı
reddederler. Kendilerinden başka tüm Müslümanları müşrik sayarlar.
9- Ehl-i Sünnet müslümanların ezanlarına göre namaz
kılmazlar. 10-Kestiklerini yemezler. 11-Onlarla evlenmezler. 12-Müslümanlarla cihad etmek
farz-ı ayındır. Hatta Müslümanlarla savaşa çıkmayan Ezarika'ya dahi kafir
demişlerdir. 13-Çocukları ve karıları öldürmeyi caiz sayarlar. 14-Diğer
müslümanların Mallarını almayı mübah görürler. (Ganimet malı) (3.4.5.6.7. 8.9.10.11.12.13.14. maddeler
Mevdudi'nin "Hilafet ve Saltanat" adlı eserinden alınmıştır sh:299) 15- Umumiyetle Takvayı
esas alırlar... Mesela: Taharetin tamam olabilmesi için lisanın da yalandan ve batıl sözlerden arınması
gerekir. Söz taşımak, kin ve düşmanlık, çirkin söz de -diğer maddi hususlar gibi- abdesti bozar derler.
16- Bazılarına göre hükümlerin kaynağı sadece Kur'an-ı Kerim'dir. (Sanki günümüzdeki ilahiyatçı
prof'ların kahir ekseriyeti Edille-i Erbaa'yı kabul mu ediyorlar?!) 17-
Haricilerin bir kısmı (Ezarika kolu) recm'i kabul etmezler. Günümüzde de kabul etmediğini
açıklayanlar var. Acaba bunlar da mı Haricidirler? (Recm: İslam hukukunda Zina eden evlileri
taşlayarak öldürme cezasına derler.) 18- Varise vasiyet
yapılabileceğini ileri sürerler. 19- Süt ana ve kız kardeşlerden
başka süt hısımları ile evlenmenin memnu olmadığına (yasak olmadığına) inanırlar.
(15.16.17.18.19. maddeler "Aylık Dergi" nin bastırdığı "Ehl-i Sünnet Tetkikleri" adlı kitabın
440. sayfasından alınmıştır.) 20---Amel imandan cüzdür derler.
Ameli olmayanı kafir sayarlar. 21- Haricilerin Ezarika kolu Yahudi ve Hıristiyanları
kendilerine daha yakın görmüşlerdir. 22- Müslümanlardan miras alınamayacağını
söylerler. (Kafir oldukları için) (Bu 20.21.22. maddeler "Dünden Bugüne Tekfir Olayı" adlı Prof. Dr.
N. Abdurrezzak Samarrai'ye ait kitabın 36. sayfasından alınmıştır.)
23- Dar görüşlü, müfrit, şiddetli taassup taraftarıdırlar.
(Osman Keskioğlu.İslam Hukuku) 24- Bu insanlar çok heyecanlı ve ölmeyi
arzu ederler. Vurucu, yıkıcı bir mizaca sahiptirler. 25- Bir kısmı,
aramızda adalet bulunduğu müddetçe Emire (Halife'ye) lüzum yoktur derler. (Prof. M. Ebu Zehra, Mez.
Tarihi, sh:78) 26- Yusuf Suresi Kur'an'dan değildir derler. 27- Yeni
bir peygamber gelecektir, derler. 28- Ehl-i Kıble, kafir,
müşrik değildir, derler. 29- Hakem olayı dine aykırıdır, derler. (Bu son
dört madde, Ali NAR'ın Akaid risalelerinden alınmıştır. Sh:36) 30- Bir kadın
ile halasını aynı nikah altına birleştirmenin
caiz olduğuna inanırlar. 31- Mestler üzerine meshi
caiz görmezler. 32- İftidah tekbirlerinde ellerini kaldırmazlar.
Namazda ellerini kaldırmazlar. 33- Tütün haramdır, derler. 34- Ahirette
Allahü Teala'yı görmek mümkün değildir. (Bu son 5 madde Prof. Dr. ZUHAYLİ'nin İslam
Fıkhı Ans. C/1, sh:37-38'den alınmıştır.) 35- Rüyetullahı,
Allahü Teala (cc)'nın ahirette görülmesini inkar ederler. (Pezdevi AKAİDİ,
sh:111) 36- Ezarikalardan ekserisi, hayızlı kadının namaz kılması ve oruç tutması gerektiği
görüşündedirler. (sh:66) 37- Bakara suresinin 204. ayetinin Hz. Ali (R.A) hakkında
nazil olduğunu iddia ederler.( sh:66) 38- Bakara suresinin 207.ayetinin Hz.Ali (R.A)'yi şehid eden Harici
Abdurrahman b.Mülcem hakkında nazil olduğunu iddia ederler. (sh:66)
39- Haricilerden Şebibiyye, Kadınların imamet-i uzma (Büyük imamlık-Devlet başkanlığı)
görevini üslenmelerini kabul ederler. (sh:93) (Bu 4 madde Prof.Abdulkadir Şeybe'nin Çağdaş
Dünya Mezhepleri adlı kitabından alınmıştır.)
KAYNAKLAR
1- Abdulkahir el-Bağdadi, El-Fark Beyne'l-Fırak
2-İbn-i Abidin, Reddü'l - Muhtar.
3-İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber Şerhi,Aliyyü'l-Kari.
4- Prof. Dr.N.Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi.
5- Prof. Dr.N.Canan,Kütüb-i sitte, Terceme ve Şerhi.
6- Said Havva, El-Esas Fi's-Sünne, İslam Akaidi.
7- Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.
8- Ömer en-Nesefi, Akaid.
9- Aylık Dergi, Ehl-i Sünnet Tetkikleri.
10- Sadru'l- İslam Muhammed Yüsr el-Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi.
11- Ali Nar, Akaid Risaleleri.
12- Prof.Şerafettin Gölcük, İslam Akaidi.
13- Prof. Dr.N.Abdurrezzak Samarrai, Dünden Bugüne Tekfir Olayı.
14- M. Çağlayan. Ehl-i Sünnet ve Akaidi.
15- Mevdudi, Hilafet ve Saltanat.
16-Prof. Dr. Abdulkadir Şeybe, Çağdaş Dünya Mezhepleri.
17- Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi.
İmamet Hakkındaki Görüşleri:
İmamet
kavramıyla beraber, bu kavrama bağlı olarak daha bir çok görüş ve
düşüncede gündeme gelmektedir. Şia'nın Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat'tan ayrıldığı
en büyük görüş işte bu imamet meselesine dayanmaktadır. Bu
başlık altında incelenebilecek konular şunlardır :
a) İmamın
seçimi
b) Ehl-i
Şia'nın İmamları Hakkında Söyledikleri
c) İmamın
Üstünlüğü
Konu bütünlüğü
içinde bu görüşlerin hepsine azda olsa yer verilecektir.
İmamlık ve îmamet Şia akidesinin çok önemli bir yerini işgal eder. Şia'ya göre imamlık, inanç
temellerinden ve İslam'ın rükunlarından bir temeldir. İmamlara (mutlak)
itaat şarttır. Zira onlara itaat, Allah (cc)'a itaat; isyan Allah (cc)'a isyan demektir. İmamlar,
Allah'ın kulları üzerinde hüccetleri ve şahitleridir. İnsanları doğru
yola sevk eden, Allah'ın ilminin hazineleri, yeryüzünde Allah'ın halifeleri ve O'na giden
kapılarıdır. Allah'ın nurları, yeryüzünün direkleridir. İlimleri derin
ve köklüdür. İnsanların muhtaç oldukları her şeyi bilirler! İmamları
inkar edenler, Allah'ı ve Peygamber'i inkar etmiş sayılırlar.
Allah'ı, Peygamber'ini ve bütün imamlarla zamanın imamını
tanımayan bir kimse mü'min olamaz. İmamları sevmek iman; onlardan
nefret etmek ise, küfürdür. İmamların emirleri, Allah'ın emri;
yasakları da, Allah'ın yasaklarıdır. Namaz, oruç, hac, zekât ve cihad gibi
farzlar ancak imamla tamam olur. Yer yüzü, gizli veya açık bir imamdan mahrum olamaz. İmamlar
ne zaman öleceklerini bilirler. Esasen ölümleri onların ihtiyarına bağlıdır.
Meleklere ve Peygamberlere çıkarılan bütün ilimleri, olmuş ve olacak şeyleri, istedikleri
her şeyi bilirler. Melekler imamlara haber getirirler.
Kur'an-ı Kerim'de ki "ayat, sadikun, ehlü'z-zikir, ulu'l elbab, rasihun, sabikun
bil hayrat, ekvam, nimet" kelimeleriyle "İMAMLAR" murad
olunmuştur. (Kuleyni)
Görüldüğü gibi
Şia, imamlar hakkında çok aşırı bir görüş ve inanca sahiptir.
İmamlığı, Peygamberliğin bir parçası ve devamı mahiyetinde görür. Adeta
imamları, peygamberler seviyesine yaklaştırmıştır. Nitekim Şianın
büyük alimlerinden Ebu Ca'fer Kuleyni'ye göre nebi ve imam arasındaki
fark şudur: "Resul kendisine Cebrailin vahiy getirdiği, Cebrail'i görüp ve sesini işiten
kimsedir."
"Nebi, Cebrail'in sesini işiten,
gözüyle bazan görüp bazan görmeyen, fakat rüyasında görendir." "İmam ise, meleğin kelâmını
işiten, fakat onu ne gözüyle ve nede rüyasında görmeyendir. (Kuleyni) Şia'ya göre imam,
Peygamberin yarısıdır. Peygamberin taşıdığı bütün vasıfları ve özellikleri
taşır. Peygamberler için inen ayetler, aynen imamlar içinde geçerlidir". "İmamın
masumluğu meselesinde (günahsız;) aynen şöyle derler: "Ali ile Nebi
arasında, nübüvvet makamından başka bir fark göremeyiz.
Diğer bütün hususlarda ikisi (yani Nebi ile Ali) de müşterek olup
aynı vasıfları taşımakladırlar. Fazilet hususunda ikisini
müsavi kabul ederiz." derler. 376--
Aşırı şiilerin
fikirleri de şöyledir : "Hz. Ali 'den önceki halifeler hilafeti zorla aldıkları
için gasıbdırlar. Onları hilafet makamına getirenler, halifeliklerine
inananlar, yolları şaşırmış azmış, zalim kimselerdir. Zira
onlar Nebi'nin vasiyetimi inkâr etmişler, böylece imamı hakkından mahrum bırakmışlardır."
Bazıları daha aşırı giderek önce üç halifeyi
tekfir eder, sonra da onları halife seçenleri ve halifeliklerine
inananları kâfir sayarlar." 377---
Konu ile
ilgili olarak merhum Said Havva (rha) ise şöyle nakleder : "Hz.
Ali (ra), dünya ve ahirette Resulullah (sav)'tan sonra yaratılmışların en üstünüdür.
Ona karşı savaşan, ona düşmanlık eden, Allah (cc)'ın düşmanıdır."
378-- Peygamberlerin yerine ve onların vazifelerini yüklenen imamlar, -tıpkı peygamberler gibi- doğumlarından
ölümlerine kadar küfürden, şirkten; büyük-küçük, nefret edilen ve edilmeyen her türlü
günahlardan, zelzelelerden, hatalardan, unutmaktan ve yanılmaktan masumdurlar. İmamlar Peygamberlerin
vasileridir. Allah'ın emri ve Peygamber'in tebliğiyle imamet makamına gelmişlerdir. Her türlü
afetlerden, belalardan, günahlardan, zelzelelerden korunmuşlardır. Tıpkı
peygamber gibi imamında göğsü yarılmış, her türlü manevi kirlerden
temizlenmiş kalbine ilim ve hikmet doldurulmuştur. Böylece hata,
sürçme ve yanılmalardan emin kılınmıştır. (Kuleyni).
Şia; imamları, Peygamberler gibi masum kabul etmekle onların
masum olduğuna dair çeşitli deliller ileri sürmüştür ki başlıcaları
şunlardır:
I—İmama ihtiyaç vardır.
Çünkü imam olmadan din işleri yürümez. Biz imamlara itaat etmekle emrolunduk. Şayet imamlar masiyet işleseydi
ve başkalarına günah işlemeyi emretselerdi, tenakuz olurdu. Zira masum olmayana uymak suretiyle
kullukta bulunmak imkansızdır. Peygamberin bütün özellikleri; aynen imamlarda
da gerçekleşir. Peygamber masum olunca, imamında masum olması gerekir. Nitekim,
"Ey inananlar Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden buyruk sahibi olanlara
itaat edin" 379- ayeti, imamlara itaatin
şart olduğuna, dolayısıyla masum olduklarına delildir.
2—Biz hakka uymakla mükellefiz. Herkesin
yaptığı hak olamayacağına göre, insanların
kendisine uyabileceği masum bir imamın bulunması gereklidir.
3—Şer'i
hükümler bedihi (apaçık) delildir. Akılda tek başına bir şeyi idrak edemez. Rey ise batıldır. Hükmü bilecek masum
bir imama ihtiyaç vardır.
4—Şeriat kıyamete
kadar gerekli olduğundan onun bir koruyucusu olması lazımdır. Bu
koruyucu Kitap (Kur'an) olamaz.
Çünkü kitap, bütün hükümleri ihtiva etmez.
Bütün ümmet masum olmadığına göre şeriatı koruyacak masum bir imama ihtiyaç vardır. Yine Kur'an'daki mücmel, Müşterek ve müteşabih ayetlerin manasını bilmek
içinde masum imama ihtiyaç vardır.
5—İmamların sözü dinde,
Peygamberlerin sözü gibi hüccet olduğundan imamlara günah caiz değildir. (Kuleyni)
6—Allahü Teala (cc) ile Hz. İbrahim'in
konuşmalarını hikâye eden ".... .Allah, seni insanlara imam yapacağım....." demişti.
O (İbrahim) : "Soyumdan da" deyince, "zalimler benim ahdime erişemez" buyurmuştu"
(380) ayeti, imamın masum olduğuna delildir.
7— "Ey Peygamber'in
ev halkı ! Şüphesiz Allah sizden kusuru (kiri) giderip sizi tertemiz yapmak
ister.!" 381- ayeti de imamların (masum) ismetine delildir.
8—İmam, Peygamber'in
yerine halktan zekat ve vergi toplayacağına göre, adaletine güvenilir olması için masum
olmalıdır.
9—İmam,
dinde, kendine müracaat; edilip soru sorulan ve alınan cevaplara
göre amel olunan kişi olduğundan, hata etmesi halkın sapmasına sebep olacağından
hatadan korunmuş olmalıdır.
10—Din işleri imama
bağlı olduğundan, kıldırdığı namaza güvenilmesi ve halkın ibadetinde
şüphe içinde kalmaması için imamın ismet sahibi olması
gerekir.
11—İmam,
farzları çiğneğen, kabahatleri işleyen biri olsaydı onun nasbının
(tayininin) bir lütuf olması imkansız olurdu. Bu da imamın
masum olmasını gerektirir.
12—İmam kendisine
uyulan, demek olduğuna göre, uyulan kimsenin masum olması şarttır. Günah işleyecek
olsa, o takdirde kendisine uyulmaması gerekir ki bu batıldır. Allah masum imam
nasbına kadirdir, masum imama da insanlığın ihtiyacı
kesindir.
13—Peygamber göndermekten
maksat, onun getirdiği dini hükümlere uymak olduğuna göre ve Peygamberin getirdiği
dini hükümleri nakleden de imam olduğuna göre, imamın masum olması gerekmektedir.
14—İmamlar,
Peygamberler gibi meleklerden üstündür. Meleklerin masum olduğu nassla sabit olduğuna göre,
imamlarında masum olmaları gerekir.
15—Şia'ya
göre, Allah katından hakkı getiren imamların sözleri, Allah'ın sözleri; emirleri, Allah'ın
emirleri; taatları, Allah'ın taatları ve günahları da Allah'ın günahı sayılacağından
imamların günah işlemeleri imkânsızdır.
İmamların masumluğuna inanmak
farzdır. Çünkü kendisine had cezası gerekli olanın, başkasına dini ceza uygulamasını emretmesi
mümkün değildir. Şia (îmamiyye), böylece imamların masum olduğunu ileri sürdükten sonra,
onların günah ve hatalarıyla ilgili haberleri de şöyle yorumlar:
a) İmamlar günah
işlemezler. Ancak, müstehabı terk edipte mekruh olanı işlerler. Mevki ve
durumlarının yüksekliğine nisbetle bu, onlar için günah sayılmıştır.
b) İmamlar, Allah'ın
emrettiği şekilde halkı doğru yola sevketmek için halkla ilgilenirler de böylece
Allah'ı zikirden uzak kalırlar. Bunu bir eksiklik sayarak Allah'a tevbe ve
istiğfar ederler.
c) Marifet mertebeleri
sonsuz olduğundan ve her yükseldikleri mertebede, bir öncekini aşağı
bulup bunu kusur kabul ederek Allah'a istiğfar ederler. İmam nasbı
Allah'a vaciptir. Çünkü imam tayininden maksat, halkın iyiliğini gözetmektir.
Halkı sapıtacak bir imam nasbını akıl çirkin bulur. Allah'ın masum olmayanı
imam tayin etmeyeceği ise açıktır. İmamın masum olması farzdır.
Zira imam masum olmazsa, başka bir imama muhtaç olur, oda bir başkasına...
Böylece devir ve teselsül batıldır. Demek ki imamın masum olması şarttır!.
Buraya kadar, imamların
masum olmasıyla ilgili görüşlerini delilleriyle, kendi kaynaklarından naklettik. Görüldüğü
gibi Şia bu hususta çok aşırı gitmiş, imamları Peygamberlerin seviyesine çıkarmıştır.
Bunun doğru olmayacağı açıktır." 382-- Buraya kadar anlatılanları,
"Ehl-i Sünnet ve Şia'da İsmet İnancı" isimli kitaptan aynen ve cümle
cümle almaya çalıştık. İsmini verdiğimiz kitapta ve aşağıda
kaynaklarını göstermeye çalışacağımız diğer kitaplarda
yazdığımız her cümlenin kaynağı mevcuttur.
Daha geniş bilgi
edinmek isteyenler hem ismini verdiğimiz kitaptan hemd e yukarıda sıralamaya çalıştığımız
kaynak eserlerden faydalanabilirler. Yukarıda anlatılanlar Şia'nın, imamlarının masumiyeti
ile ilgili iddialarıdır. Şia'nın büyük hadis kitaplarından El-Kafi'deki
konuların başlıklarından cümleler halinde bir kaç başlık aktaralım:
1-"İmamlar, meleklere, Nebi ve Resullere verilen ilimlerin hepsini bilirler."
2-"İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler. Ve onlar kendi istekleri olmadan ölmezler." (Kafi,
sh:258)
3-"İmamlar olmuş ve olacak her şeyin ilmini bilirler. Onlara hiçbir şey
gizli değildir." (Kafi, sh:260)
4-"İmamlarda bütün kitaplar vardır ve onları çeşitli dillerde olmasına rağmen anlarlar, bilirler."
5-"Kur'an'ı imamlardan başkası toplamamıştır. Onlar Kur'an ilimlerinin
hepsini bilirler."
6-"İmamların
sahip olduğu şeyler, Peygamberlerin alametlerindendir." (Kafi,sh:231)
7-"İmamların
durumu ortaya çıkınca Davud ve ali Davud'un hükmü ile hükmederler.
Delil istemez ve sormazlar."
8-"İmamlardan
çıkanlar hariç, insanların elinde bulunan her şey batıldır, imamlardan çıkmayan
her şeyde yine batıldır."
"On iki imamlarına bu imamların dahi kabul etmeyeceği sıfatları uyduran şii'ler bir taraftan
imamlığın beşeriyyetin üstünde bir mertebe olduğunu iddia ederken öte yandan Resulullah (sav)'in
Allah (cc)'ın vahyettiği göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin vasıfları
gibi gayba dair haberleri inkar ediyorlar. İmamlarının mertebelerini kendisine
vahiy inen (Peygamberin) mertebesinden üstün tııtarlarken bunlarla bizim
aramızda hangi yakınlaşma mümkün olacaktır.. Abbasilerin isyanı
Şii'lerin teşvikleriyle olmuştu. Aynı şeyi Abbasi
devleti, Hülagu tararından tehdit edilince Abbasilere yaptılar... Putperest
Hülagu ile birleştiler. Takiyye inançları gereği menfaatin
fazla olduğu tarafı seçtiler.
Şia alimlerinden En-Nusayr
et-Tusi, Abbasi Halife Mutasım'a saçını başını yolarak methiyeler, şiirler
yazarken çok geçmeden 655 senesinde hemen aleyhine geçmiş, İslâm'ın Bağdad'da bir an önce yıkılmasını
gözlemeye başlamış ve maalesef Hülagu'nun yanında yer
alarak en ön safâ geçmiş. Hülagu ile müslümanların
boğazlanmasını kontrol etmiş ve İslâm kitaplarının Dicle'de
boğulmasına rıza göstermiştir." 383--
Yukarıda ki ifadelere
göre, Allahü Teala (cc)'ya ait sıfatların bir kısmını imamlarında
görmeye çalışan bu insanlarla hangi konuyu halledebilirsiniz? Gafil avlanan
kardeşlerimiz; diğer konularda olduğu gibi burada da aynı safça iddiayı ortaya atıp,
şöyle diyebilirler : "O sayılan rivayetler eski inanç sistemlerinde
olsa bile şimdiki müslümanlarda böyle bir inancın olması mümkün değildir,
olamaz!" Bizde, "Evet mümkündür olabilir" diyoruz. Zira o inançların hala
bu günde geçerli olduğunu görmekteyiz!
Ehl-i şia, eski düşüncelerinden
ve akidelerinden en ufak bir taviz vermez vermeye de yaklaşmaz. İşte isbatı!
İnkılap liderleri dahi aynı akideyi yaşatma ve yayma gayreti içindedir; ve şöyle
diyor : "Mezhebimiz gereğince Bu manevi makamlara 'Melek-i Mukarreb ve Nebiyyi
Mürsel de erişemez. Rivayete göre, Resul-i Ekrem (S.A) ve imamlar (AS)
bu alemden önce, arşın gölgesinde idiler. Doğmadan önce diğer insanlardan
ayrı idiler ve bu açıdan üstünlükleri vardı..."
384-- Akıl sahibi mü'minleri, şu yukarıda geçen cümleler üzerinde
birazcık olsun düşünmeye davet ediyoruz. Tarih içinde inançlarının
temel esasları haline getirdikleri akidelerinden bu gün hangisini
atmışlardır. Yahut atmayı hiç düşünmüşler midir? "Mürsel
Nebi'den üstün imam" nazariyesi de ne demek? Paylaş bakalım nasıl paylaşıyorsun
bu inancı? Yaklaş bakalım nasıl yaklaşıyorsun bunlara
?
Peygamberlerle imamlarını
aynı kefeye koyan, hatta daha üstün gören bir görüş! Söyledikleri her söz dinde hüccet
sayılmaktadır. Asla günah işleyebilecekleri caiz görülmüyor. Ne korkunç ifrattır.
Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat 'tan bir müslümanda kalksa şöyle dese; şu konuda İmam-ı
Şafiî'nin içtihadı şöyle vb. Vay o müslümanın haline! Ne fıskını bırakırlar,
ne şirkini ne de küfrünü! Ne gülünç bir mantık! Ne taassup!
Demezler mi ki, siz imamları Peygamberlerle eş, hatta bazı Peygamberlerden daha üstün tutuyorsunuz
fısk, şirk, küfür olmuyor da; biz sadece Hadis-i Şeriflerin gereği yapılan
içtihadlardan bahsedince niçin fısk, şirk, küfur oluyor ?
ŞİA’NIN İMAMLARI
HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ
1-"İmamlarının,
hem zahiren hem de batınen, imam olmadan öncede, imam
olduktan sonra da masum olduğuna inanırlar. Peygamberlere kıyas
yaparlar.
2-
İmamiyeler, imamın, imamlığını isbat etmesi için bir kısım
akıl üstü davranışlar gösterebileceğine inanırlar. Mucize
gösterdiğine inanırlar.
3-
İmam bazen delil ile bazen mucize ile bilinir. (Tusi)
4-
İmamın her türlü hükümleri bilmesi gerekir.
5-
Bu ilim ledünni ilmidir, îctihad gibi değildir. (Daha kuvvetlidir)
6-
Bütün İmamiyye, imamlarımın mertebesinin Peygamberlerin mertebesine yakın olduğu hususunda asla ihtilaf
etmemişlerdir." 393- Hatta mürsel nebilerden üstün olduğuna inandıkları, Humeyni'nin
dediği gibi mezheblerinin bir gereğidir.
"Ehl-i Sünnet'e göre Buhari'nin
önemi ne ise, Şiiler nezdinde Kuleyni 'nin Hadis kitabı
olan "el-Kafi"nin değeri de odur. On altı bin küsür (16. 000) hadis ihtiva
eden bu kitaplarına dönelim."
7- "Kuleyni, . . . .İmam M. Bakır'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali'nin veli ve imam olduğunu, diğer hidayete ermiş
imamlara da uymayı ve onların düşmanlarından uzak olarak Allah'a yakın olmayı,
tasdik etmektir. Şüphesiz imamsız olan bir kimse yolunu şaşırmış, sapıtmış
olur. Bu durumda kalırsa "kafir" gibi
ölmüş olur! (Kafi, sh :84- 86)
8- Yine Kuleyni, vahiy ve imâm konusunda îmam
Ali Rıza'dan şunları nakletmektedir: " îmamın kendine de vahiy gelir. Söyleneni
işitir, fakat konuşanı görmez." (el-Kafi, sh:82)
9- İmamların mevkileri ve makamı
hususunda da yine imam Ali er-Rıza'dan "imamların makamı Nebiler menzilesindedir, çünkü
imamlar kusurlardan ve günahlardan arınmışlardır."
10- Muhammed Bakır'dan da "îmamlar
bir şeyi bilmek istediklerinde, Allah'ın sadece onlara bildireceğini ve imamların
ölecek zamanı bildiklerini, yalnız kendi istekleriyle öleceklerini
ve onlara hiçbir şeyin gizli olmadığını,"
söylerler. (el-Kafi, sh:96-126)
11- "İmamlara, insanların
amellerinin arz olunacağını, Ca'fer es-Sadık'tan nakleder." (el-Kafi, sh:99)
12- "Kuleyni, yine Ca'fer es-Sadık'tan,
imamların nezdinde Hz. Fatıma'ın Mushaf'ı ve onda Kur'an'ların
benzeri olduğunu üç kez tekrarladığını, fakat şimdiki
Kur'an'lar da ondan tek harf olmadığını", nakleder. (el-Kafi, sh:II5)
13- Şehristanî'ye göre de Şiiler,
hilafette, Hz. Ali'yi bırakıp diğerlerini , tercih ettiklerinden dolayı bütün Ashabı
Kiram'ı Kafir sayarlar. Hatta bütün mü'minlerin küfrüne veya fıskına
hüküm verirler.
14- Hz.Ali'ye bile dil uzatılmıştır.
Bazıları da, Hz. Ali'yi Muhammed'den üstün tutarlar.
15- Bir gurubuna göre
haşa, "Ali ilahtır, Muhammed' i gönderen odur" Bazıları ise Ca'fer
es-Sadık'ı ilah kabul edip Küfe'de ona ibadete kalkışmışlardır.
..
16- Bir kısmı da, imamların
hepsini, ilahlaştırıp "Allah'ın, onların suretinde olduğunu, onların
lisaniyle konuştuğunu ve onların ellerinden tuttuğunu
söylemişlerse de îman Şehristani bu sapık görüşlerin gerek imamlara
isnadını gerekse batıllığını tenkit ve tetkik etmeden
geçmemiştir.
17- Yahudiler İslâm'a zarar vermek için,
Şiiliğe girmiş, Ehl-i beyt için kavga veriyor, görünmüşlerdir. Daha öncede işaret ettiğimiz
gibi, bir çok yalan, hurafe ve sapıklığı Şiiliğe sokmuşlardır.
Oysa Ca'fer es-Sadık, ilim, fıkıh ve zühtten
başka bir şeyle ilgilenmemiş ve kendini imamlar zincirinden saymamıştır.
Fakat sonradan Şia'ya bağlı görünenlerden bir çoğu
ortaya çıkarak bu imamlara yaptıklarının yanında, yapmadıkları
bir çok şeyi de isnat etmişlerdir. Onların görüşlerini yalanlayarak,
yaydıkları sapık inançlara karşı koymuşlardır. Kendileri
onlardan uzak durdukları gibi halkı da uzak durmaya çağırmışlardır. Şehristani
ve İbn Hazm bu durumlara örnekler vermişlerdir.
a) Bir defasında Abdullah b.Sebe
Hz. Ali'ye dönerek : "Seni Sen!" diye hitabetti. Bu hitapla Hz. Ali'yi "ÎLAH"
olarak nitelemiş oluyordu. Hz. Ali, İbn Sebe'yi Medain'e sürdü... İbn Hazm
ise şöyle anlatır : "Abdullah İbn Sebe 'ye mensup
bir gurup Hz. Ali 'ye gelerek, "Sen O sun" dediler.
Hz. Ali'de onlara, "O dediğiniz kimdir?" diye: -sorunca onlarda "Sen Allah'sın"
diye mukabele ettiler. Hz. Ali onların sözüne derhal karşı
çıktı ve yakılmak suretiyle idamlarına hükmetti.
Hz. Ali'nin hükmü derhal infaz edildi. (İbn Hazm) 394-- Bu
olayları daha değişik şekillerde anlatanlar da vardır. Hatta Hz. Ali (r.a)’nin,
İbn-i Sebe’yi ateşe attıracağı zaman kurnaz fitneci adam aynen şöyle
demiştir: "Senin gerçek ÎLAH olduğuna iyice inandım." Hz. Ali
niçin diyince, "Çünkü gerçek ilah kullarına ateşle ceza
verir." demiştir. Önemli olan ortak husus şudur : O günkü
sapık insanlarda görüşlerine ayetlerden ve hadislerden deliller buluyorlardı
bu günkü insanlarda. “Kur'an bize yetmez mi?” diye.
Veya Kitapla Sünnet bize yetmez mi diye? İşte bu görüşler,
o fitne döneminde de aynen vardı. 395--
Bu düşünceyi
yayan insanın Abdullah İbn Sebe olduğu da kesin. Bu insan Yahudidir.
Şiilik adı altında bu sapık düşünceleri yaymış
ve İslâm'da çıban başı olmuştur.
Şehristani, bir çok sapık
Şii--fırkalarını saydıktan sonra, Caf'er b. M. es-Sadık'ın bütün
bunları kovduğunu, lanetlediğini belirtmekte, aslında bu gurupların tamamen sapık
ve imamlarından habersiz olduklarını kaydetmektedir. (Şehristani el-Milel ve'n-Nihal,
1,155)
İmam Ca'fer es-Sadık
hayatında daha bir çok sapık insanı reddetmiş kovmuş onlardan uzak durmuştur.
Zira onların yaydığı inançları tasvip etmiyordu. Ebu'l Carud, Ahmed b.Keyyal'da bunlardandır.
396--
"Şia'yı tehlikeye
düşüren bir başka sapık davranış ise, hadis uydurma ve iftira yolu olmuştur. Önce
iddialarını destekleyen bir çok hadis ve rivayet uydurmuşlar, sonrada büyük
bir ustalıkla bunlardan bir kısmının meşhur hadis kitaplarına
girmesini sağlamışlardır. Bununla kalmayarak, kendilerine hadis kitapları
tedvin etmişler. Zaten, sadece Ehl-i Beyt kanalıyla rivayet edilen hadisleri kabul etmişler ve bu (uydurdukları)
hadislerin senet zincirinde yalnız imamla yetinerek, imamla peygamber
arasındaki senede ehemmiyet vermemişlerdir. İmamın günahsız kabul
edilişi, kendisinden rivayet edilen hadisin sahih olduğunu açıklamak için yeterli
görülmüştür. ......Uydurulan sayılamayacak kadar çok hadisi Hz. Peygambere mal etmeyi
başarmışlardır.
İmam-ı Ca'fer'e
isnad edilen görüşlerinden bazıları ise şöyledir;
1-Bize ait bir sırrı
ifşa eden, dağlar kadar altın bağışlasa yine de uzaklaşmaktan başka bir şey yapmış
olmaz.
2-Takiyye dedelerimizin, babalarımızın
ve benim dinimdir. Bundan dolayı Takiyye'ye inanmayanın dinide yoktur.
3-Bize itaat, Allah'a itaat, bize isyan
Allah'a isyan demektir. Biz Allah'ın halk üzerindeki kapıları, perdeleri, emirleri
ve sırlarını gizleyen muhafızlarıyız.
Ca'fer es-Sadık 'ın
ölümünden sonra muhtelif fırka ve mezheplere ayrılan Şii'lerden her gurup kendilerini bu imamın
taraftarlarına kabul ettirmek için, fikir ve görüşlerini ona dayandırmışlardır. İşin
gerçeği şu ki; Ca'fer es-Sadık'ın, bunların isnat ve fikirleriyle
alakası yoktur. Şia maskesini kullanan sapıkların, İmam Ca'fer es-Sadık'dan
rivayet ettikleri açık çelişkilerden biri de onun kendinden sonra tayin ettiği imamla ilgilidir.
(Şehristani aynı eser, c.I sh:I46)
Keşke bunlar
Ca'fer es-Sadık'ın sözleri olsa, keşke Ca'fer es-Sadık kendinden sonra
bu imamları tayin etmiş olsaydı. Fakat gerçekte böyle bir şey yoktur.
Hadis uyduran hadis alimleri buldular ve hadis uydurmaları için zorladılar. Bu muhaddisler Yakup
el-Kuleyni- Hüseyin b.Babaveyh Hasan et-Tusi.
Bu fesatların kol
gezdiği dönemde Şa'bi'nin şu ifadeleri oldukça önemlidir: "Hz. Ali adına
bir tek yalan uydurmam karşılığında bana köle olmalarını ve evimi altınla
doldurmalarını isteseydim muhakkak kabul ederlerdi." (İbn Abdi Rabbih el-Ikdı'l-Ferid,c.2
sh:409)
Tüm bu sayılanlardan
sonra sapık düşüncelerin girmediği ve uydurmacıların ellerinin uzanmadığı, saf ve
gerçek İmamiyye mezhebinin ilk durumunu yazmak istesek bunu yapmamız neredeyse imkansızdır.
Çünkü İmamiyye mezhebinin tamamı veya büyük bir kısmı uydurmadır. Aslında ana unsurları
da İslam'i değildir. Bunun sebebi de imamet meselesinin bu mezhebin en büyük problemi olmasıdır.
Zaten "İmamiyye ismini de bu sebepten almıştır. Bu (imamet) meselenin ise tamamı uydurmadır.
İmamiyyenin hareket noktası olan "Vasiyet" konusu, bizzat Hz. Ali
tarafından yalanlanmıştır. İbn Abd-i Rabbih, Abdullah b. el -Kevva'nın, Hz.Ali'ye,
Hz. Peygamber'in kendisine bir şey vasiyet edip etmediğini sorduğunda
Hz. Ali'nin ona: "-Ey Allah'ım O'na ilk
iman eden benim, yine O 'nu ilk yalanlayan ben olamam. Bende Hz. Peygamber'
in bir vasiyeti yoktur. Şayet böyle bir şey olsaydı ne Temim, ne de Adiy oğullarından
birisini minberde bırakmazdım." diye cevap verdiğini rivayet etmiştir.
ÎMAMIN ÜSTÜNLÜĞÜ
İmamet
ve üstünlük meselesindeki görüşlerin Şia'ya İslâm dışı güçler tarafından sokulduğunu
gösteren delilde İbn Ebi Hadid'in, "Bu hususta orta ve mutedil bir yol takip
ettiklerini ifade eden" sözüdür. Acaba İbn Ebi Hadid'in, Hz. Ali'ye nisbet
ettiği sıfatlar "orta yol" olarak kabul edilirse, daha ileride ne kalır?
Hz.Ali'yi, Hz. Muhammed'den üstün tutan Ulyailer'in görüşleri ve daha ileri giderek, Hz.
Ali'yi ve oğullarını ilahlaştıranlar vardır. İbn Hadid kendi
görüşünü, bunlara bakarak "orta yol" şeklinde nitelemiş olmalıdır. Yoksa İslam inançları
çerçevesinde onun görüşü de orta yol olarak kabul edilmediği gibi tam bir sapıklık olarak nitelenebilir."
(215)
"Demek ki imametten bahsetmek, bir yönüyle bu şii mezhebinin sapıklığından bahsetmek,
yani Hz. Ali ve ilk imamların görüşlerinden ayrılıp bu gün geçerli
saydıkları uydurmalara yönelişinden bahsetmek demektir. Bu sapmanın
odak noktası "İmamet" konusu olmakla birlikte ilk İmamların sözlerinde bu
manada bir imamet anlayışına rastlayamıyoruz. İmamet meselesini en geniş çerçevede ortaya koyan
kişi, Şii alimlerinin müteahhirininden Meclisi olmuştur. İmametle ilgili "Hayatü'l -Kulûp"
isimli eserinde geniş açıklamalar yapmıştır.
1- İmamın gerekliliği ve imamsız bir zaman olmayacağı,
2- İmamların masum oldukları,
3- İmametin Allah'ın ve Hz. Peygamber'in tayiniyle olduğu, her imamın da kendisinden
sonra gelecek imamı tayin etmesi,
4- İmamı tanıma zaruriyeti,
5- Bir imamı inkâr etmenin, bütün imamları inkâr etmek
gibi olduğu,
6- İmama itaat etme zaruriyeti,
7- İmamsız hidayete varılamayacağı,
8- İki değerin Kur'an ve Ehl-i Beyt olduğu,
9- İmamların tayin edilmesi." (216)
Bu kadar nakilden sonra yine:
"Aramızda yalnız bir imamet farkı var. İhtilafı büyütmemek
lazım, itaat edilmesini engelleyen ne var ki?" diyebilir misiniz? Şia'nın
bu inancından vazgeçmediği müddetçe Ehl-i Sünnet'le uzlaşma imkanından
bahsetmek çok gülünç olur. Saf kardeşlerimiz ise bu inanç üzerine itaat
beklemektedirler. Boşuna bekleyip yorulmayın! Yukarıda izah edilen
ve İslam'da yeri olmayan düşüncelerinden dolayı kesinlikle
caiz değildir. Vekile itaat zaten caiz değildir. Bu bizim akaidimizin gereğidir.
Ehl-i Sünnet akaidi denilen Akaid, zaten Ehl-i Bid'at fırkalara verilen cevaplardır. Yani
Ehl-i Bid'at ortaya bir takım sapık ve sakat görüşler atmış,
o görüşlerini yayma savaşı vermektedir. Ehl-i Sünnet Uleması ise, bu sapık ve sakat görüşlere
cevap vererek inancın aslını, doğrusunu ortaya koyma cehd ve gayreti içine girmiştir.
Zamanımıza kadar başarılı olmuşlardır, İnşa'Allah bundan
sonra da başarılı olurlar. Allah (c.c) cümlesinden razı olsun. AMÎN. Allah (c.c) kendine ihlas
ile ibadet ederek ihsan mertebesine ulaşmak isteyen mü'minleri bu güzel yoldan ayırmasın.
Bizleri de onlardan ayırmasın. Ehl-i Sünnet yolunda olmamıza
ne kadar dua ve hamd etsek yine de azdır!
Günümüz Müslümanlarının
kısmen de olsa haklı oldukları ve neticede yanılmalarına sebep olan hususlar yok mudur?
Elbette vardır, Öyle ki, Ehl-i sünnet'im diyen büyük bir kitle, Tağuti sistemlerin baskı, zulmü ve daha başka
sebepler yüzünden akaidlerinden tecrid edilmiş bir hale getirilmişlerdir. Hem namazı
kılmayı, hem de faizli bankanın müdürlüğünü, hem
ayağa mest giymeyi, hem de fötr şapka giymeyi, hem müslüman olduğunu hem de genel evin vesikalı
hizmetçisi olduğunu söylemeyi ihmal etmezler. Hem imam olduğunu, hem de İslâm dışı
ideolojilerin tellallığını yapmayı, hem Muhammed'in ümmeti olduğunu, hem de başka
insanları kurtarıcı kabul etmeyi, Hem hoca oğlu olduğunu, hem de şeriat düşmanı
olduğunu, hem şeyh olduğunu, hem de Kur'an devletine lüzum olmadığını, Hem
demokrasinin güzel bir yönetim olduğunu, Hem ilahiyatçı olduğunu, hem de İslâm'da
laikliğin olduğunu, hem Ehl-i sünnet olduğunu, hem de şeyhinin masum
olduğunu ve daha nicelerini görmenin mümkün olduğunu. İslami
eğitimden mahrum bırakılmış bu kitlenin İslam adına
daha birçok bid'at ve hurafelere saplandıkları doğrudur!
Derenin bir yüzü böyledir de; diğer yüzü nasıldır? Araştırıldığında
hiçbir farkın olmadığı görülecektir. Şöyle ki; "Kur'an Müslümanlığı",
"Kur'an'a yöneliş hareketi", "Kur'an bize yeter" safsatası, "Selef Müslümanlığı"
maskaralığı , "Ehl-i Hadis Müslümanlığı" , "Mezhepsizlik" kepazeliği,
"Entel, Radikal Müslümanlığı", "Bizim Şeyhe bağlanmayanın
dünya ve ahireti berbat olmuştur" hurafesi vb. nice garib manzaralar!
Derenin bir kenarında ki olumsuzlukları görüp, diğer kenardaki olumsuzluklara
sarılmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Günümüz kitlelerine bakıp işte Ehl-i Sünnet budur demek, tam
anlamıyla bir insafsızlıktır! Noksan bir değerlendirmedir. Biz
Bid'at fırkalarını eleştirirken kaynak sayıkları kitaplardaki
sakat görüşlerini eleştirdik. Karşı tarafta bize yönelik eleştirilerinde
kaynak eserlerimizi göstererek eleştirsinler biz bundan memnunluk duyarız.
Ama gel gör ki, Şia adına Ehl-i Sünnet'e savaş açanlar;
ne İmam-ı Azam (rh.a)'ı tanımaktadırlar, ne de İmam-ı
Maturidi (rh.a)'yi. Fırka-i Naciye'yi eleştiren bir kısım müslümanlar,
Şia'nın hangi itikadi fırkaya bağlı olduğunu dahi
bilecek bir seviyeye ulaşmış değillerdir!
Bugün Kur'an'a bağlı olduklarını söyleyen yüksek (!)
din eğitimi almış insanların, üzerinde durdukları
bir akım vardır. Bu akım sistem tarafından da icazetlidir!
Bu dini akımın gidişi çok kötüdür! Aynen motoru ve
fireni patlamış, direksiyon hakimiyetini kaybetmiş bir sarhoş
sürücünün çılgınca hareketlerine benziyor. Bu sarhoş sürücünün
otomobiline binenlerin vay haline! Bu akım, İslam'ı ana
kaynağı Kur'an-ı Kerim'den öğrenme akımıdır. Bu
yolu seçen insanlara şaşmaktan başka yapılacak bir şey
yoktur! Müslümanların bu tür akımlara karşı çok dikkatli
olmaları lazımdır.
"İmametle ilgili şu ana kadar yazılanlara karşı Ehl-i
Sünnet alimleri, Şia'nın görüşlerinin doğru olmadığı
hususunda ittifak etmişler ve Şia'nın görüşlerini şu
hususlardan dolayı reddetmişlerdir.
1-İmama
ihtiyaç vardır, fakat masum imama ihtiyaç yoktur. Dini hükümlerin
yerine getirilmesi, kötülüklerin giderilmesi ve İslam'ın korunmasına
ihtiyaç vardır. Ancak bu ihtiyaçları giderecek kimsenin masum
olması şart değildir. İctihad ehli ve adalet sahibi olması
yeterlidir. İmamın hata etmesi caizdir. Uyanlara ise herhangi bir
sorumluluk yoktur. "Ey inananlar! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden
olan emir sahiplerine de itaat edin." (217) ayetindeki "emir sahipleri"
Şia'nın ileri sürdüğü gibi İmamlar, demek değildir.
Ya Raşid halifeler veya seriyye komutanları, yahud da dini hükümlerde
fetva veren ve insanlara dinlerini öğreten alimlerdir. (İbn-i Kesir'de
buradaki Ulu'l emr'den maksadın Ulema olduğunu beyan etmektedir.)
Şu hususta unutulmamalıdır ki, imam şeriata uygun ettiği
sürece ona uymak gerekir. Şeriata karşı hareket
ederse, ona uyulmaz. (218) Peygamberlerin bazı özellikleri imamlarda
tahakkuk edebilirse de, bütün özelliklerinin imamlarda bulunması söz konusu değildir. İsmet de
bunlardandır. Ehl-i Sünnet'e göre İsmet, peygamberlere mahsus bir sıfattır ve peygamberlik şartlarındandır.
İmamlık şartlarından değildir. (219)
2- İnsanların, hidayet
için Kur'an ve Sünnet'e sarılmaları yeterlidir. Bu konuda birçok ayet ve hadis
vardır. Ama masum imama uymanın lüzumunu belirten tek bir ayet ve hadis yoktur.
3- Şer'i hükümler
bedihi (apaçık) dir. Mü'minler, açık olmayanlarını (Müteşabihleri) anlamakla yükümlü tutulmamışlardır.
Zira İslâm'da güç yetirilemeyeni teklif yoktur. İmam, vahiy almadığına göre, bedihi olmayan şer'i
hükümleri nereden bilebilecek? Ehl-i Sünnet'e göre, rey ve kıyas haktır. Masum birine
ihtiyaç yoktur. Kur'an, Sünnet, İcma' ve Kıyas'tan ibaret olan şer'i deliller insanlara kafidir.
4-- İmam, şeriatın
koruyucusu kabul edilse bile, şeriatı kendi zatıyla koruyor değildir. Aksine, Kitap,
Sünnet, İcma' ve sahih içtihadıyla korur. İmam'ın içtihadında hata etmesi
ise caizdir. Bu hata sağlam şeriatı bozmaz. (220)
5- İmamların sözü,
Peygamberlerin sözü gibi hüccet değildir. İmam kumandan mesabesindedir. Peygamberlere
caiz olmayan şeyler, imamlara caizdir. (Kadi Abdu'l Cebbar, Mugni, c.15.sh:313)
6- "...Seni insanlara imam
(önder) yapacağım" dedi. O (İbrahim): "Soyumdan da" deyince, "zalimler benim ahdime
erişemez" dedi. (Bakara: I24) ayeti imamların masum olduğuna delil değildir. Zira ayetteki "ahd"den
murad, ya peygamberlik veya imamlıktır. (Taberi, Cami'ul Beyan, C.I. sh: 530) Şayet imamlık
ise, her masum olmayanın zalim olduğu gerçek delildir. Belki, adaletli olmayan,
tevbe edip nefsini ıslah etmeyen zalimdir. (Cürcani, şerhu'1-Mevakıf,C.3.sh:265-266)
7- "Ey Peygamber'in ev
halkı Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." (Ahzab:
33) ayeti de imamların ismetine delil değildir. Çünkü, bütün imamların Ehl-i beyt'ten olma şartı
ve zarureti yoktur. Ayrıca ayetteki rics, manevi pislik olan töhmettir. Onlardan töhmetin kaldırılması,
hata etmelerini engellemez. Zira müctehid, içtihadı hatalı da olsa sevap kazanır. (Rüşdi Alyan,el-İslâm,
ve'l-Hilafet, sh: 59)
8- Halktan zekât
ve vergi toplamak için adaletli olmak gerekli ise de masum olmak şart değildir.
9- İmam ve halife
dini konularda fetva verirken isabet de edebilir hata da. Müctehidin hata etmesi
caizdir.(221)
10- Halkın, imamın
kıldırdığı namazda şüpheye düşmemesi için imamın
masum olması gerekmez. Bu, Şia'nın bir iddiasından başka bir şey değildir.
11- "Ben ümmetim hesabına,
başlarına geçecek sapık imamlardan korkarım", hadisi de imamların
masum olmadığına delâlet etmektedir. (Tirmizi, Fiten, 51- Ayrıca,
adil ve zalim imamlarla ilgili hadisler için bk. İbn Hacer, El- Matalibu'l- Aliyye, c.2, sh: 232-234.)
12- Masum imama ihtiyaç yoktur, insanlar bütün
işlerinde imama uymak mecburiyetinde de değillerdir.
13- Peygamber'in getirdiği dini
hükümleri nakleden, imamlar değil; adil, zabit ve güvenilir raviler ve alimlerdir.
14- İmamların, meleklerden
üstün olduğuna dair akli ve nakli herhangi bir delil mevcut değildir.
15- Şia'ya göre, gaip
imamın naibi olan müctehid imam, masum olmadığına göre Şia'nın
görüşündeki tenakuz kolayca anlaşılmış olur.
16- Şia'nın, imamlar ve ismetleriyle
ilgili görüşünün dini naslara uygun olmadığı ortadadır. Zira, Peygamberler
bile, inam olmak hasebiyle hata edebilirler..... Bu nassla sabitken, imamların,
doğumlarından, ölümlerine kadar büyük-küçük her türlü günahtan; unutmak, yanılmak
ve hata etmekten masum olduğunu iddia etmek ne derece doğru olabilir?
17- Şia'nın ileri
sürdüğü deliller dayanaktan yoksundur. İmamın, Haşimi olmasının şart koşulması,
nassın zahirine ve ümmetin, Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in halifeliğini (imamlığını) tasdik
sadedinde yaptığı akid icmaına aykırıdır, İ İmamın, masum olması
ve gaybı bilmesi şartı da ümmetin icmaı ile batıldır. (Amidi,Gayetü'l-Meram,
sh: 384 )
18- Raşid Halîfelerin
halifeliği ittifakla akdedilmiş ve onlarda masum olmadıklarını itiraf etmişlerdir. Nitekim bazı
hususlarda, halifelerin görüşlerinde isabet edemeyip yanıldıkları tarihen sabittir.
Bu da imamların masum olmadıklarını gösterir. (Amidi, Ğayetü'l-Meram, sh: 385)
19- Şia, imamlarla ilgili
pek çok hadis ileri sürer. Şia, hadis rivayetinde sadece Ehl-i Beyt'e dayanır. Halbuki Şia'nın
hadis rivayetinin ilk halkasını teşkil eden Peygamberimizin torunları Hz. Hasan ve Hüseyin,
Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta iken henüz küçük yaşta idiler. Bu sebeple Hz. Peygamber'e yetişmemişlerdir.
Bunların, Resulullah'dan naklen fetva ver dediklerini iddia etmek doğru değildir.
(İbn Teymiyye, Min'hacü's- Sünne. C/I. , sh:230.)
20- İmamların
masum olduğuna dair açık ve kesin bir delil mevcut değildir. (Başta Hılli olmak üzere
bir çok Şia aliminin imamların ismetine dair ileri sürdükleri deliller çeşitli
mantık oyunlarından ve ayetleri zorlama suretiyle yaptıkları tevillerden ibarettir. Her mezhebin
kendine göre bir mantığı vardır. Şia mantığına göre bunlar doğru,
fakat Ehl-i Sünnet'e göre yanlıştır.) Allah Teala'nın, lütfen masum bir
imam göndermesinin gerekli olduğu iddiası dayanaksızdır. Zaten böyle
bir imam da mevcut değildir. Muntazar (gibi) imamdan da kimseye
bir fayda yoktur. Tarihen herkesin, On iki imamı kabul edip bunlara tabi olduğu da
sabit değildir, (İbn Teymiyye a.g.e. c.2, sh:I34-135)
Ehl-i Sünnet'e göre,
Peygamberlerden başka masum yoktur. Halife olan ve olmayan kimselerin hata etmeleri, günah işlemeleri ve tevbe
etmeleri caizdir. Günahları, tevbe ile ve iyilikle silinir. Resûlullah (s.a.v) on kişiyi cennetle müjdelemiştir.
Onların cennetle müjdelenmesi, günah işlemediklerine değil, Allah'ın onları mağfiret
ettiğine delildir. Farz edelim ki, hatadan korunmak için, masum birine ihtiyaç vardır. Bu takdirde,
her memlekette bir masumun bulunması gerekir, çünkü bir masum bütün beldelere yetmez. Naib tayini,
hatanın caiz olmasını önlemez. Dini bilgileri öğrenmek için de masum birine ihtiyaç
yoktur. Çünkü öğretmek ismetle değil, Peygamber veya Kitap aracılığıyladır.
İmam, şeriata tabi olduğu sürece ona uymak gerekli olur. Şeriata muhalif hareket ederse
ona uyulmaz. Bu takdirde red ve inkâr edilir..... Kısaca, Ehl-i Sünnet'e göre Peygamberlerden başka
masum yoktur." (222)
|
|
HARİCİLER(2)
Hz. Ali döneminde ortaya çikan siyasî ve itikadî birmezheptir. Mezhebe Hârici'lik adının
verilmesi konusunda çok çesitli yorumlar yapılır. Mezhepler tarihçilerince en çok kabul gören yoruma göre, mezhep
üyeleri, ümmetin başındaki hak İmam olan Hz. Ali'ye karşı çıkarak itâattan ayrıldıkları
için Havâric (Hâriciler) olarak anılmış, mezheblerine de Hâricilik adı verilmiştir. Kendi
ifadelerine göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayı hâricîler adını almışlardır.
Hâricîler başka adlar ve lâkablarla da anılmış, tanınmışlardır. Sözgelimi
Hz. Ali'nin ordusundan ayrıldıklarında ilk toplandıkları yer olan Harûra'nın
adına izafetle Harûrîler (Harûrîye); Allah'tan başka kimsenin hüküm verme yetkisine sahip olmadığı
gerekçesiyle hakem olayına karşı çıktıkları için el-Muhakkime adıyla anılmışlardır.
Kendilerinin ençok hoşlanarak kullandıkları isim ise Sürât'tir. Satın
alıcı anlamındaki Sârî'nin çoğulu olan Sürât'i kendini Allah'a
verenler, satanlar anlamında kullanıyorlardı.
Hâricîler iman sorununa yanlış bir usulle yaklaşarak bu konuda kimlerin kâfir olduğunu
tartıştılar. Hakem olayında hakemlik yapanları ve taraflarını kafir ilan ettiler.
Cemel Vak'asi'na karışanları ve taraftarlarını lânetlediler. Adâletsiz hükümdara karşı
isyanı bütün mü'minlere farz kabul ettiler. Büyük günâhlar işleyen (mürtekîbü'l-kebâir) herkesi kâfir ilân ettiler
(el-Bagdâdî, el-Fark beyne'l-Firâk, s. 55). Hâricîler, Hz. Ali ile Sam valisi Muâviye arasinda yapilan Siffin savasinda, sorunun
çözümü için taraflarin birer hakem atamalari üzerine ortaya çiktilar. Onlara göre Allah'tan baska kimsenin herhangi bir konuda
hüküm verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh). Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar. Sorunu hakemler araciligi ile çözmeyi kabul ettigi
için Hz. Ali de kâfir olmustur.
Kâfir olduguna inandiklari Hz. Ali'den ayrIlmanin farz oldugu düsüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan
ayrilarak Harûra'da toplandilar. Bu huruc (çıkış) hareketi ile Islâm tarihindeki Ilk siyasî parçalanma gerçeklesti.
Harûra'dan sonra Nehrevân'da üslenen bu grup, Islâm tarihinin en katı, en savaşçıl partisini oluşturdu
(Ahmet Emin, Duha'l-Islâm, III, 5). İşin ilginç yanı, Kur'ân'ı mizraklarinin ucuna takarak
Hz. Ali ve ordusunu kitab'ın hükmüne çağıranlar, bunu düpedüz yenilgiden kurtulmak amacıyla bir
hile olarak yapmışlardı ve ilk başta buna aldanarak savaşı
durdurması ve isteklerini kabul etmesi için Hz. Ali'yi zorlayanlar, hattâ tehdit edenler, sonradan
hurûc edenlerle aynı insanlardı.
Savaşı kendileri durdurmuş, Hz. Ali adına, onun hiç
istemediği bir kişiyi hakem atamişlar, sonra da bütün bunlardan dolayı
Hz. Ali ve ona uyanları kâfir ilân ederek ayrılmışlardı. Bu
durum, en bağnaz düşmanlarınca bile teslim edilen doğruluk ve samimiyetleri konusunda şüphe
uyandırdıktan başka, hareketin kökeninde sadece inanç farkının
yatmadiğını da düşündürmektedir. Mezhepler tarihçileri, Hâricîlerin ortaya çıkışını
ünlü hakem olayına bağlamakla birlikte başka nedenlerin varlığından ve
etkisinden de sözetmektedirler. Bunlarin en önemlileri şöyle özetlenebilir:
1. Hâricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili bir kesimin öncülük ettigi
bir düsünceyi temsil etmektedir. Bu kesim siyas"i çalkantilardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsiz olmakta, Islâm'in Ilk
yillarindaki ideal toplumun özlemini duymaktadirlar. Hâricîlik hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçeklestirme girisimidir.
2. Hâricîligin ortaya çikmasindaki önemli bir neden, merkezî yönetime karsi süregelen geleneksel
direnis psikolojisidir. Buna, câhiliye döneminin zihin yapisini karakterize eden bireysel bagimsizlik egiliminin de önemli
bir etkisi oldugu eklenebilir.
3. Hâricîlik hareketinde, çesitli Arap kabîleleri arasinda eskiden beri süregelen kavmiyet psikolojisi
ile babadan ogula geçen savas ruhu da önemli ölçüde kendisini göstermektedir.
4. Hâricîlerin ortaya çikmalarina yol açan nedenlerden biri de, bu kisilerin asiri Sii firkalardan
olan Sebeiyye ile olan baglantilaridir. Hz. Osman'in sehid edIlmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri sebeiyye tarafindan baslatIlmis
ve yürütülmüstü. Hâricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yeralmislardi. Hâricîler, Hz. Osman'in sehîd edIlmesi sorumluluguna
katiliyorlar, hattâ bununla övünüyorlardi. Haremlerin bir anlasma saglamalari durumunda hiç süphesiz bundan en çok zarar görecekler
Hâricîler olacaklardi. bu riedenle Hz. Ali'yi terkederek bu yoldaki muhtemel bir gelişmenin etkilerinden kendilerini
kurtarmak İstemişlerdi. Hz. Ali'den ayrilarak önce Harûra'da, daha sonra Nehrevân'da toplanan ve Abdullah b. Vehb
er-Râsibî el-Ezdî'yi kendilerine halife seçen Hâricîler, kısa zamanda tam bir terör havasi estirmeye basladilar.
Görüslerine katIlmayan, önderlerini halife olarak tanimayan, Ali ve Osman'i kâfir ilân edip lânetlemeyen
her müslümani kâfir sayiyor, acimasizca öldürüyorlardi. Başlangiçta sayilari on iki bin kadardi. Hz. Ali'nin çeşitli
girişimleri sonucunda büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarina katılmış, geride
yalniz dört bin kişi kalmiştı. Bunların bütün uyarılarına rağmen
eylemlerini sürdürmeleri, Hz. Ali'nin ordusuyla üzerlerine gelmesine neden oldu. Nehrevân'da, Hz. Ali'nin ordusuyla Hâriciler
arasinda yapilan savaş, güçler arasindaki dengesizlik nedeniyle Hâricîler için tam bir felâketle sonuçlandı.
Bazi rivâyetler bu savaştan ancak sekiz-on Hâricînin kurtulabildiğini belirtir. Bu büyük
hezimetten sonra hayatta kalabilen Hâricîlerin her birinin başka bir yere kaçtıkları ve çok sayıda
hâricî kollar oluşturduklari söylenir Nehrevân bozgunu Hâriciler üzerinde silinmez bir etki birakmiş, onlar için
Allah yolunda ölmenin, şehâdetin bir simgesi hâline gelmiştir. Bu olaydan sonra hâricileri yönlendiren
en önemli duygu, intikam duygusu olmuş ve bu, bir türlü tatmin edilememiştir.
Hz. Ali bir Hâricî tarafindan şehîd edilmiş; Hâricîler, Emevîler ve Abbasîler
döneminde de sayısız isyan hareketiyle varlıklarını sürdürmüşlerdir
(Taberî, Tarih, VI, 29 vd).
Hâricîlerin büyük çoğunluğunu bedevî çöl Arapları oluşturuyordu. Yaşama
şartları ve biçimleri, çoğu yoksul olan bu insanlari sertlige, siddete ve kabaliga sürüklemisti. Taskin bir
ruha, atilgan bir mizaca sahiptiler. İslâm'a samimiyetle inanmişlardi ancak ufukları dar, düşünceleri
yüzeyseldi. Onlar için hareket her zaman bilgiden önce geliyordu. Bu nedenle inançlarindaki samimiyet onlari bagnazliga, katiliga,
hoşgörüsüzlüge götürmüstü. Kendilerini bilgi degil, bir din hâline getirdikleri slogan ve heyecanlari yönlendiriyor,
muhâlif olma düsüncesi gerçege ulasmalarini engelliyordu. Kur'ân'i çok okuyor, zâhir anlamina sariliyor, kendi anladiklarinin
disinda baska bir anlam tanimiyorlardi. Kendilerinin haklilik ve dogrulugundan öylesine emindiler ki, her an ölmeye, kendilerini
fedâ etmeye hazirdilar. Hiçbir önemli neden olmadan tehlikelere atılmaktan sakinmiyorlardi.
Kendileri gibi düsünmeyen bütün Insanlari kâfir sayiyor, öldürülmeleri gerektigine inaniyor ve bu
yolda son derece acimasiz davraniyorlardi. Baslangiçta tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh) etrafinda toplanan Hâricîler,
Nehrevân olayindan sonra çesitli kisileri önder taniyarak kollara ayrildilar ve kendilerine özgü kimi inanç ve düsünce Ilkeleri
belirlediler. Bu kollar arasinda, ayni kökten geldiklerinden süpheye düsürecek kadar derin görüs ayriliklari görülür. Muhâlif
tavirlari ve savasçiliklari bir yana, düsünce ve inanç açisindan paylastiklari görüsler son derece azdir. Mezhepler tarihçilerinden
Ka'bî ve Sehristânî'ye göre bütün Hâricîler yalnizca su üç noktada görüs birligi içindedirler.
1. Hz. Ali ve Hz. Osman'i, hakemler Amr b. el-Âs ve Ebû Musa el-Es'arî'yi, Cemel savasina katilan
Hz. Âise, Talha ve Zûbeyir'i hakemlerin hükmüne razi olan herkesi kâfir kabul etmek.
2. Büyük günâh isleyen kimseyi cehennemde ebedî olarak kalacak kâfirlerden saymak.
3. Zâlim devlet başkanina karşi isyani farz kabul etmek. Bunlara göre ayrica devtet baskaninin
Kureys'ten olmasi gerekli değildir. Hür seçimle işbaşına gelmesi sartiyla herkes İmam olabilir. Hattâ
zulme saptiginda görevden alinmasi daha kolay olacagi için Imam'in Kureys'ten olmamasi daha iyidir. Seçimle basa geçirilen
kisi dogru yoldan saparsa görevden alinmasi, hattâ öldürülmesi farz olur. Es'arî ve Bagdâdî'ye göre hâricîler yukarida siralanan
maddelerden yalnizca birinci ile üçüricüde sözbirligi içindedirler. İsferâyînî ve Razi'ye göre ise, yalniz birinci ve
Ikinci maddede ittifak edebilmektedirler. Bu bilginlere göre Hâricîler yalniz büyük günâh işleyenleri degil, küçük günâh
işleyenleri, hattâ bir hata yapanlari bile kâfir saymaktadirlar. Muhakkime-i Ulâ da denilen Ilk Hâricîlerden sonra Hâricîlik
çok sayida kola ayrildi. Bunlar içinde en önemlileri, kendilerinden de birçok kollara ayrılan :
Ezârika,
Necâdât, Sufriyye, Acâride, Ibâdiyye
ve Sebibiye'dir. Ezârika, Ebû Râsid Nâfi b. el-Ezrâk'i
Imam taniyan Hâricîlerin olusturdugu koldur. el-Ezrâk, taraftarlariyla birlikte 64/683 yilinda Basra'da isyan etti, Ehvâz'da
Basra valisinin kuvvetleriyle savasirken öldürüldü (ö. 65/684). Ezârika'nin görûsleri söyle özetlenebilir: Hz. Ali, Hz. Osman,
Hz. Âise, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Abdullah b. Abbâs ve bunlarla birlikte hareket edenlerin tümü kâfirdir ve cehenemde
ebedî kalacaklardir.
1-Savaslarda kendilerine katIlmayarak bir kenarda oturmayi seçenler de kâfirdir.
2-Hem bunlar, hem de kadin ve çocuklarinin öldürülmesi mübahtir.
3-Zinâ suçunun cezasi kirbaçtir, recm uygulamak yanlistir.
4-Müşriklerin çocuklari da babalari ile birlikte cehennemde ebedî olarak kalacaklardir.
5-Takiyye hiçbir sekilde câiz degildir.
6-Büyük günâh isleyen kimse Islâm'dan çikmistir.
7-Imam'in emrine itâat, emri ister hakli, ister haksiz olsun, farzdir.
8-Imamin emrine karsi gelen kâfir olur ve öldürülmesi gerekir.
Necedât, Necde b. Âmir el-Hanefiyye'yi Imam taniyan Hâricîlik koludur. Necde, Yemâme'de isyan etti.
Yemen, Hadramût ve Taif'i istilâ etti. Kendisi ve taraftarlari Haccac tarafindan öldürüldü (ö. 69/688). Necedât'a göre din
Iki bölümdür. Birincisi, Allah'i, Peygamber'i, müslümanlarin (yani kendilerinin) kanlarinin haram oldugunu ve Allah katindan
gelen şeylerin tümünü bilmektir. Bunlari bilmek farzdir, bilmemek özür sayılmaz. İkincisi ise bu
sayilanlarin disinda kalan hususlardir. İnsanlar, haram ve helâl olan hususlarda kendilerine delil gösterilene kadar
bilgisizliklerinden dolayi mazurdurlar.
1-Kendileriyle anlasma yapilan kisilerin kan ve mallari helâldir.
2-Küçük, zararsiz bir yalan söyleyip bu yalaninda israr eden kisi müsriktir. Buna karsilik zinâ eden,
içki içen, hirsizlik yapan fakat bu hareketinde israr etmeyen kimse müsrik degildir.
3-Can korkusu varsa takiyye câizdir.
4-Insanlarin basinda bir Imam'in bulunmasi sart degildir. Sufriyye Ziyâd b. el-Asfar'a uyanlarin
olusturduklari koldur. Buna Ziya'diyye de denir. Sufriyye'ye göre kendileriyle birlikte isyan ettikleri halde savasa katılmayanlar,
inançlari kendilerininkine uyuyorsa, tekfir edilmez. Zinâ eden recmedilir. Müsriklerin çocuklari cehennemlik degildir. Takiyye,
amelde degil, ancak sözde câizdir. Zinâ, içki ve Iftira gibi dünyada cezayi gerektiren fiilleri isleyenlere kâfir ya da müsrik
denilemez. Fakat bu dünyada cezasi olmayan namazi terk gibi büyük günâhlari isleyenler kâfirdir. Birisi seytana uymak, digeri
putlara tapinmak olmak üzere iki çesit şirk vardir.
Küfür de, birisi nimeti inkâr, digeri Allah'i inkâr olmak üzere iki çesittir. Berâet de Ikiye ayrilir;
birisi, sünnet olan, haddi gerektiren fiilleri isleyenlerden uzaklasmak; digeri de farz olan ve Allah'i inkâr edenlerden uzaklasmak.
Acâride, Abdulkerim b. Acred'e uyanlarin olusturdugu Hâricîlik koludur. Kurucusu hakkinda hemen hiçbir sey bilinmeyen bu kolun
baslica görüsleri sunlardir: Yûsuf sûresi Kur'ân'dan degil, yalnizca bir kissadir. Böyle bir ask kissasinin Kur'ân'da yer
almasi câiz degildir. Büyük günâh isleyenler dinden çikmislardir. Savasa katılmayanlar, ayni inanci
paylasiyorlarsa düsman sayılmazlar. Acâride kolu, kendi içinde
1-Hazimiyye, 2-Su'aybiyye,
3-Halfiyye, 4-Ma'lûmiyye,
5-Mechuliyye, 6-Saltiyye,
7-Hamziyye 8-Sa'lebiyye
olmak üzere sekiz kola ayrildi. Sa'lebiyye'den de Ma'bediyye, Ahnesiyye, Seybaniyye, Rûseydiyye,
Mukremiyye adlariyla anilan kollar sürdü. Ibâdiye, Abdullah b. Ibâd tarafindan kurulan Haricilik koludur. Günümüze kadar varligini
sürdüren tek Hâricîlik kolu budur. Haliç ülkelerinden Umman sultanligi
ve Zengibar'da resmî mezheb durumundadir.
Bu kola göre:
1-Kendi görüslerini paylasmayanlar kâfirdir.
2-Ama bunlarla evlilik iliskisi kurulabilir, miraslari helâldir.
3-Bu kimselerle savasildigi zaman ele geçirilen ganimetler helâl, kalanlari haramdir.
4-Muhâliflerin şâhitligi câizdir.
5-Büyük günâh isleyenler mü'min degildirler.
6-Müsriklerin çocuklarinın ne olacağını yalniz Allah bilir.
7-İntikam amaciyla iskence câizdir.
8-Nifak çikaran kimse müşrik değildir.
İbâdiyye'nin Hafsiyye, Harisiyye ve Beyhesiyye adlariyla anilan üç
kolu vardir (bk. E. Ruhi Figlali, İbadiyenin Doğuşu ve Görüsleri, s. 53) Sebibiyye, Sebib b. Yezid
es-Seybâni'ye uyanlarin olusturdugu koldur. Abdulmelik b. Mervan zamaninda huruç eden Sebib, Haccac ve Abdulmelik tarafindan
üzerine gönderilen yirmi ayri askerî birligi bozguna ugratti. Sonunda Kûfe'yi basti. Mescide giderek orada bulunanlari öldürdü.
Ancak sabahleyin toplanan Haccac'in askerlerince kaçmak zorunda birakildi. Sebib, Duceyl (Küçük Dicle) irmagi üzerindeki asma
köprüden geçerken, Haccac'in askerlerinin köprüden iplerini kesmesi üzerine irmaga düserek boguldu. Sebib, kisisel isteklerinin
yerine getirilmemesi üzerine isyan ettigi için düsünce ve inançlari konusunda bilgi yoktur. Fakat kendisinin ve taraftarlarinin
Hâricîligin genel inançlarini benimsedigi bilinmektedir.
Hâricîler "Allah'in vahyettigi ile hükmetleyenler kâfirdirler"
(el-Mâide, 5/47) âyetini "Lâ hukme illâ lillâh" (Allah'tan baska kimse hükmedici
degildir) seklinde formüle ediyorlardi. Akîdelerini de mâsum mü'minleri kiliçlariyla katlederek tatbike geçtiler ve öldürülünceye
kadar öldürmeye doymadilar (el-Malatî et-Tenbîh, Nesr. Izzet el-Attar el-Hüseynî, s. 51). Hâricîler Allah'in sifatlarinda
tesbihe karsidirlar. Kur'ân'in mahluk oldugunu, çünkü yalnizca Allah'in Kadîm oldugunu ifade ederler. İmâmet hakkinda
Imamlarin Kureys'ten olmasina karsidirlar. Son derece sert ve acimasiz bir adâlet görüsüne sahiptirler.
Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'lmünker Ilkesini siddet yoluyla müslümanlara tatbik etmislerdir.
Hâricîler bu görüsleriyle Mu'tezile'ye tesir etmislerdir. Bazi görüslerinde Kur'ân ve Sünnet'e dayandiklarindan Ehl-i sünnet'e
uygun görüsleri de vardir. Ancak Ehl-i sünnet'le temel de ters düstükleri meseleler de vardir. Allah'in hem dünyada hem âhirette
görülemeyecegi, haktan ayrilan Imami azletmek için isyan etme, ehl-i kibleyi tekfir, Islâm'in imandan oldugu, Kur'ân'in yaratılmış
olmasi, Hz. Peygamber'in günahkârlara şefâatini red, büyük günâh işleyenin ebedî cehennemde kalacagi gibi
görüsleriyle Ehl-i sünnet'e karsi çikmislardir
|
|
|
|
|
|
|
|
2-MU'TEZİLE
Resül-i Ekrem (s.a.v.) Kaderiyeciler hakkında şöyle buyurmuştur : "Kaderiye
bu ümmetin Mecusi'sidir." (el-Acluni,Keşfu'l-Hufa, c/2,sh:91. Beyrut
1352) Tamamen, akli ve ilmi ayrılıktan doğdu. Felsefi düşüncelerin
etkisiyle, dinin her hüküm ve safhasını akılla çözme gayret
ve görüşündedirler. Bu mezhebin kurucusu tabiinden Hasan-ı Basri hazretlerinin talebesi
Vasıl bin Ata'dır. "Büyük günah işleyenin durumu" ile ilgili soruya verdiği cevapta
hocasından ayrıldığı için "Mu'tezile" ismini
almışlardır.
Mu'tezile mezhebine göre, büyük günah işleyen bir kişi kesinlikle mü'min değildir.
Ama kafir de değildir. Ya nedir? İkisinin arasında bir şeydir. "Elmenziletu beynel menzileteyn." derler.
Yani iki menzil arasında bir yerdedir. Ne kafirdir, ne de
mü'mindir. Bir diğer çıkış noktaları ise Kader meselesidir. Kader meselesinden dolayı bunlara
"Kaderiyeciler" de denilmektedir. Zira bunlar, Kaderi inkar ve kulun fiillerinde hür olduğu inancındadırlar.
Bunun tam zıddı ise Cebriye mezhebidir. Mu'tezile mezhebi kendi arasında yirmi fırkaya ayrılmıştır.
Her fırka birbirini tekfir etmişlerdir. Bu fırkalar
şunlardır:
1-Vasıliyye
11- Hişamiyye
2- Amraviyye
12- Sumamiyye
3- Huzeliyye
13- Cahıziyye
4- Nazzamiyye
14- Behşemiyye
5- Esvariyye
15- Cubbaiyye
6- Muammeriyye
16- Hayyatiyye
7- İskafiyye
17- Kabiyye
8- Caferiyye
18- Merisiyye
9- Bişriyye
19- Şehhamiyye
10- Murdariyye
20- Salih Kubbaiyye.
Ayrıca İslam dairesinnden çıkmış olan iki fırka daha vardır ki
onlar da
1- Habıtıyye
2- Himariyye'dir.
Hind Felsefesini ve Hellenist kültürü İslam alemine taşıyan ve İslam inancına
bulaştıran mezhep budur denilebilir. Zira; Abbasi Halifelerinden Me'mun zamanında "Beytü'l - Hikme" denilen;
(yani, mütercimler mektebi, bilgi okulu) bir müessese kurularak Yunanca,Hintçe ve İbranice'den İslam akaidini sarsıcı
ve yıpratıcı ne kadar eser varsa hepsi terceme ettirilmiştir. Bazı alimler
Mu'tezile mezhebini Kaderiye mezhebi ile birlikte
işlerlerken; bazı alimler de ayrı ayrı mezhepler olarak işlemişlerdir.
Ehl-i Sünnet Ve'l - Cemaat'tan ayrıldıkları sapık görüşlerine
gelince : 1- Büyük günah işleyenler tevbe etmeden ölürlerse ebedi Cehennemde kalır. Çünkü iki Menzil arasındadırlar.
Tevbe edilirlerse af edilirler.. 2- Allahü Teala (cc)'nın zatı sıfatlarını kabul etmezler.Bütün
sıfatları Kıdem sıfatına racidir. 3- İman aklen vaciptir.Nakil olmasa da insan Allah'a ve
emirlerine uyması gerekir. 4- Amel imandan cüzdür. Ameli terk edenin imanı eksilir. 5- Kul fiilinin halikidir.
Kul hürdür. İrade ettiği her şeyi yapar. Yapıcı kendisidir. 6- Allah kul için iyi ve faydalıyı
yaratmaya mecburdur. 7- Büyük günahlar, iyi amelleri de yok eder. 8- Helal olan rızıktır. Haram olan
rızık değildir, derler.
3-CEBRİYYE
Bu mezheb yapısı, inancı itibariyle Mutezile mezhebinin
tam zıddıdır. Kurucusu, Cehm bin Safvan'dır. Mu'tezile; ezeli takdiri, Allah'ın
kul için çizip sınırladığı, irade ve hareket tarzını tamamen iptal edip, kulu tam hür,
işini kendi yaratacak kadar müstakil sayarken; Cebriyye Mezhebi kulu tam esir sayar. Kul da ihtiyar ( seçme ve tercih)
yetkisi kabul etmez. İnsan rüzgar önünde kuru yaprak gibidir. Yapan, eden Allah'dır. İnsan alet ve iradesiz
vasıtadır, der. Mu'tezile ne kadar hodbin ise, bunlar da o derece bedbindirler.
Sonuçta : Günah-sevap, öte alemde hesap ve ikab da şüpheye düşerler. Çünkü insan mes'ul değil,
mazur oluyorlar. Böyle olunca da : Cennet ve Cehennemin de bir anlamı kalmaz. Buradan giderek Cebirciler çok garip iddia
ve kanaatler yaymışlardır. Birçok kolu olan Cebriyye'nin temel ve müşterek görüşleri:
1-İman marifettir. Allah'ı bilmeyen mü'min olamaz.
2-Allah'ın ilmi hadistir.Vukuundan önce bilinmez.Kelam sıfatı da hadistir.
3-Ru'yetullah mümkün değildir. (Mu'tezile ile birleştiler.)
4-Her türlü "Halk" (yaratma) ve fiil Allah'a mahsustur. Kulun, irade hürriyet ve ef'ali yoktur.
5-Cennet ve Cehennem ehli dahil olduktan sonra fanidir Bu mezhep siyasi
olarak değil de, "Kader ve Kaza" tartışmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Mu'tezilenin
tam tersinden akılcıdırlar. Daha sonra sofiler arasında görülen Cebirci yorum ve ifadeler, bir teslimiyet
eseridir. Sefahate düşmüş, dini emirleri yaşayamadığı için bir isyan veya iç çöküntü yüzünden.
Vebali Kadere ve Halike yükleme meylinde olan fertler çok görülür. Ancak sistemli bir mezhep yoktur. (Ali NAR,
Akaid Risaleleri, sh:38)
6- Kul yaptığı işleri , gücü,iradesi ve seçme serbestisi olmaksızın,
mecburen yapar.
7- Mesela; "Ağaç meyve verdi, Su aktı, Gök yağmur yağdırdı, Güneş
battı, Gök bulutlandı, Yerler yeşerdi, Güneş doğdu, Zeyd öldü, bina dikildi" gibi. Bunların
bu işleri yapmaya gücü ve kudreti yoktur. Asıl yapan Allah'tır. İnsan da aynen öyledir.
8-Cebriyeciliği ilk önce Yahudilerin icad ettiği onlardan da Ca'd b.Dirhem isminde bir Müslüman'ın
öğrendiği , daha sonra onu Müslümanlar arasında yaydığı Cehm b. Safvan'ın da Cebriyeciliği
bundan öğrendiği söylenmektedir.
9-Hiçbir şey ebedi değildir. Cennet ve Cehennemde dahil.
10- İman bilmek demektir.İnkar ise bilmemek demektir. Yahudilerin,Hıristiyanların,
müşriklerin tamamı mümindir.
11-Kur'an-ı Kerim mahluktur, derler.
12-İnsanın ne bir iradesi, ne de fiili vardır.
13-Güzel Bir tartışma. (Sünni bir alim ile Cebriyeci bir kimse arasında) Ayrıca Hasan-ı
Basri (R.A.) tarafından bir Cebriyeciye atfen yazılan mektupta şu cümlelerin yer aldığı görülmüştür
: "Kim, Allah'a, kaza ve kaderine iman etmezse, o kişi küfre girmiştir. Kim, kendi günahını Rab bine yüklerse,
o da kafir olmuştur. Allahu Teala (c.c) kendisine zorla itaat edilen veya zorla isyan edilen değildir." (Prof. Dr.
Muhammed Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, sh:126-130)
14-Allahu Teala, mü'minleri mü'min olarak, kafirleri de kafir olarak yaratmıştır. İbliste
kafir olarak kalacaktır. Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, İslam'dan önce de mü'min idiler...derler. (İmam-ı Azam,
Fıkh-ı Ekber, Aliyyül -Kari Şerhi, sh: 95)
4-MÜRCİE
Bu mezhep, Hulafa-i Raşid'inden sönraki dönemde, o müessif olayların cezası konusunda;
te'hir edici anlamıyla başlamıştır. Daha sonra da bu anlayış, iman ve amel ilişkisi
konusuna kaydırılmıştır. "İrca", geri bırakma, anlamından, bunlara Mürcie denmiştir
ki; Cebriye içinde, Mu'tezile içinde ve Ehl-i Sünnet içinde farklı anlayıştaki kimselere bu ad verilmiştir.
Mezhebin kurucusu ,"Ebu Selt" dir.
Hassan bin Bilal de yaymıştır. Bu çığırda olanların ismine izafeten ; Yunusiyye, Ubeydiye,
Gassaniye, Tümeniyye, Sevbaniyye, Merisiyye gibi kolları vardır. Resül-i Ekrem (S.A.V.)'in bu mezheple ilgili olarak
buyurduğu iki hadis-i şerif nakledilir :
1-" Mürcie yetmiş peygamberin dili ile lanetlenmiştir." Resulullah
(a.s.)'a "Mürcie kimdir, ey Allah'ın Resulü?" diye soruldu. "İman sadece sözden ibarettir,
diyenlerdir," şeklinde cevap verdi. ( İbn Kuteybe, 81. Abdulkaahir el-Bağdadi, El-Fark
Beyne'l-Fırak, sh:149. Said Havva, el-Esas Fi's Sünne, c/8, sh:17.)
2- "İbn-i Abbas (RA) anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve
Kaderiye" ( Kütüb-i Sitte, c/14, sh:36. Tirmizi; Kader , 13 )
"Haricilerin ifrat noktasına varan görüşlerine tepki olarak gelişen
"Mürcie Mezhebi" tam aksi itikadi tezleri gündeme sokmuştur.
Onlara göre "-Asıl olan sadece imandır. İman da ikrardan ibarettir. Kalbi tasdikin bulunup-bulunmadığını
bilmek mümkün değildir. Amellerin fazla bir değeri yoktur". Bu görüşü
savunan Mürcie mezhebinin mensupları, kendi aralarında ihtilafa düşmüş ve beş
ayrı fırkaya ayrılmışlardır." (İmam-ı Şehristani- El Milel ve'n Nihal-
Beyrut: 1395 C: 1 Sh: 139-14. Yusuf Kerimoğlu)
Genellikle, fakihlerden; imanı amelden bir cüz sayanlar müstakim; iman olduktan sonra günahın
(kötü amellerin) zarar vermeyeceği görüşündeki kelam ehli ise sapık kabul edilmiştir. İşte bid'at
ehli Mürcie bunlardır. (Ali NAR, Akaid Risaleleri, sh:38)
Bu fırka, siyasetle dinin esaslarını birbirine karıştırmakta ve itikat
bakımından haricilerin tam karşı kutbunu teşkil etmektedir. Hariciler, büyük günah işleyenleri
kafir ve ebedi olarak cehennemlik sayarken, Mürcie fırkası, küfürle ibadetin faydası olmadığı
gibi, iman olduktan sonra günahında hiçbir zararı yoktur, derler. (Prof. Dr. M.Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, c/2,
sh:60)
1-İman denen şey, sadece Allah'ı ve Resulü'nü kabul etmek demektir. Amel, iman için zaruri
değildir.
2- Kurtuluşun esası yalnızca iman etmektir.
3-Bir kişinin mağfirete ermesinin şartı; şirkten kaçınması ve tevhid
akidesi üzerine ölmesidir.
4-Mürcie'den bazıları şunu da eklerler: Şirkin dışındaki tüm
büyük günahların affolmaması mümkün değildir.
5-Yine bazıları şöyle derler:Bir insan kalbiyle inandığı takdirde,
İslam ülkesinde bile , hiç kimseden korkusu olmadığı için diliyle küfrünü ilan etse,putlara tapsa, hatta
Yahudi ve Hıristiyan dinini seçtiğini söylese, o kişi kamil iman sahibi, Allah'ın dostu ve cennet ehlidir.
6- Yöneticilerin zulmüne ve hükümetlerin haksız uygulamalarına itiraz caiz değildir.
7- Gerek eski, gerek yeni hükümetlerin Mürcie'nin bu gibi fikirlerinin yayılmasını istediklerinde
şüphe yoktur. (Bu maddeler Prof. Dr. N.Abdurrezzak Samarrai'nin "Dünden Bugüne Tekfir Olayı" adlı kitabının
42ila 43. sayfalarından alınmıştır.)
8-Küfürden başka günahlar için cehenneme girmenin olmayacağını, Allah'ın dilemesine
bırakılmadan affedileceğini söylerler.
9- "Cehennem ehli cehennem ateşine girdikleri zaman, balığın suda yaşadığı
gibi, bunlarda ateş içinde o şekilde bulunacaklar, ateşten azab duymayacaklar, ateş
onlar için bir hayat haline gelecektir." derler. (Bu son iki madde,Fıkh-ı Ekber, Aliyyül-Kari Şerhi,
sh:133'den alınmıştır.
VAHHABİLİK
Vahhabilik, Arap yarımadasında ortaya çıkmıştır.
Kurucusu, İngiliz casusu Hempher'in müridi M. b. Abdulvehhab'dır. Bugün
Suudi Arabistan Krallığını elinde bulunduran aile Vehhabidir. Bu kişi İmam İbn-i Teymiyye'nin
(Rh.a.)'nin kitaplarını okumuş, onları beğenmiş, onları teoriden pratiğe çıkarmıştır.
Aslında Vehhabiler, inanç hususunda İbn-i Teymiyye'nin görüşlerine bir şey ilave
etmiş değillerdir. Ancak bunlar ondan daha katı bir tutum izlemişler, ondan
daha farklı sonuçlar çıkarmışlardır. Görüşleri :
1-İbadetlerin, sadece Kur'an-ı Kerim'in ve Sünnet-i seniyye'nin beyan ettiği ve İbn-i
Teymiyye'nin anlattığı şekilde yapılmasıyla yetinmeyip, örf ve adetlerinde tamamen İslam
çerçevesi içinde devam etmesini gerekli görmüşlerdir.
2- Onun için Sigara içmeyi haram saymışlardır.Hatta sigara içen kimseye Müşrik gözüyle
bakarlar.
3-Bu tutumlarıyla da sanki Hariciler gibi büyük günah işleyenleri kafir saymış olurlar.
4-Kendilerine muhalif olanlara karşı savaş açmaktan çekinmezler.
5-Türbelere düşmandırlar. Hemen yıkarlar.
6-Hicaz topraklarında ki tüm Sahabe kabirlerini yerle bir ettiler. Şirk olduğu için.
7-Fotoğraf çektirmeye dahi karşıdırlar.
8-Bid'at konusunda çok aşırı gitmişlerdir. Geniş tutmuşlardır. "Peygamber
Efendimiz" demeyi bile Bid'at saymışlardır. (Prof. M. Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, C/!, sh:260-263)
9- Amel imanın bir parçasıdır, derler. Mesela farz olduğuna inandığı
halde, bir namaz kılmayan kafir olur, bunu öldürmeli, diyorlar.
10-Peygamber dahil hiç kimseden şefaat beklenmemelidir.
11-Tevessül caiz değil,şirktir. (Şamil
İslam Ansiklopedisi, C/8, sh:214)
SELEFİYYE
Bu isim altında çalışarak, Tabiin ve Etbauttabiin
döneminde ortaya çıkan mezhepleri yok etmek için, Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat Akidesini ve bu akide etrafında
kenetlenen müslümanları parçalamaya yönelik ihdas edilen bir fırkadır. Kendilerini sahabe ile özdeşleştirmeye
çalışırlar. Tabii bu sözde. Gerçekte mümkün
değildir. Görüşlerine gelince :
1-Selefe nisbetle kendilerine
ümmet içinde yer ararlar.
2-Ashab-ı Kiram
devri yaşantısını örnek aldıklarını iddia ederler.
Oysa realite tam tersidir. Zira, başta yeme-içme olmak üzere yatma-uyuma, giyim-kuşam, hayat yaşantıları
olmak üzere kendilerine "Selefi" diyenlerle Sahabe-i Kiram (R:A:) arsında korkunç bir tezad
vardır. Sahabe-i Kiram'ın bazı istisnalar hariç
tamamına yakını birden fazla evlilik hususunda "Selefiyiz" diyenler gibi davranmamışlardır.
Hele hele (Selef akaidinin tam zıddına olarak ) "medenilik,
çağdaşlık adına nikahsız kadın ve
erkeklerle bir arada hoşsohbetler, çay sohbetleri, aile sohbetleri"
vb. eğlenceleri kendilerinin hangi uçurumun kenarında olduğunu göstermeye kafidir.
Yeme içme hususunda Sahabe-i Kiram (R.A.) günde iki öğün yemek yemişlerdir.
"Selefiyiz"
diyenler ise bulsalar belki günde beş öğün yemeğe hayır demezler.
Diğer yandan kılık-kıyafet noktasında, laikçilik bağnazlığı
adı altında İslam düşmanlığı yapanlarla kendilerine "Selefiyiz" diyenler arasında hiç mi hiç
bir fark göremezsiniz. Onlarda Sarığa karşıdırlar onlarda. Onlarda
sakala-Cübbeye karşıdırlar, onlarda. Öyleyse şimdi usulü dairsinde "Selefiyiz" diyenlere
soralım : "Selefin Sarığı, Sakalı,
Cübbesi yok muydu? Siz hangi selefiler'densiniz?"
Buna açıkça yamukluk veya sahtekarlık denmez mi? Haaa "Efendim biz 'Selefiyiz' derken sizin anladığınız
noktada değil yani "Yaşantıda-Yemede, içmede-Yatmada-uyumada-Evlenmede vs. değil, 'inanç ve
akaidde' selefiyiz, diyoruz" derlerse yine bu da apaçık
bir aldatmadır, deriz.
Zira, kabahatleri özürlerinden daha büyüktür. O zaman biz hemen sorarız kendilerine
: "Peki büyük imamlardan başta
İmam-ı Azam Ebu Hanife (Rh.a.) olmak üzere diğer mezhep
imamları İnanç ve Akaid noktasında hangi peygambere tabi idiler?
Hz. Musa (a.s.)'ya mı, Hz. İsa (a.s.)'ya mı? Hangisine? Kitap olarak hangi kitaba tabi
idiler? Ehl-i Sünnet ulemanın bilmediği bazı
gerçekler mi (!) var? Yoksa sizin aklınızdan zorunuz mu var?"
3-Mezhepsizliği körükleyen mezhep
düşmanıdırlar. (özellikle ehl-i sünnet düşmanı)
4-Mukallidin imanının sahih
olmadığını söylerler.
5-Allahu Teala (cc)'ın sıfatları
hakkında te'vilden kaçınırlar. (Allah'ın eli,
yüzü, makamı,ayağı vb.)
6-Mücessime-Müşebbihe fırkalarının
görüşlerine yer verirler.
7-Günümüzdeki selefiyyeciler; Dinde Reform çığırtkanlığı
yapmaktadırlar. Varlık sebeplerinin aksine. Zira, "Selefiyiz" diyenlerin asla bu tür akaidlere tevessül etmemeleri
elzemdir.
8-Bilimsel Vahhabilik ne ise Selefiyyecilikte
odur, diyebiliriz.
"Son asırlarda Ehli sünnet
itikadından ayrılan bazı din adamları "Selefiyye" adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.
Bunun itikadda mezhep
olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslamiyette
"Selefiyye mezhebi" diye bir şey
yoktur. Ehli sünnet âlimleri böyle bir şey bildirmemişler ve kitaplarında
asla yazmamışlardır, İslamiyette "Selef-i salihin" mezhebi, yani Ehli sünnet mezhebi vardır.
Selef-i salihin; hadis-i şerif ile methedilen, övülen ilk iki asrın
müslümanlarıdır. Yani Selef-i salihin, Eshâb-ı kirâm ve Tabiine verilen
isimdir. Bu şerefli insanların itikadına
"Ehli sünnet vel-cemaat mezhebi" denir. Bu mezhep, iman, inanç mezhebidir. Eshâb-ı kirâmın ve Tabiini i'zamın
imanları hep aynı idi. inançları arasında hiç bir fark
yoktu.
İmam-ı Gazali hazretleri ilcam-ül-avam kitabında; "Bu
kitapta itikad fırkalarından. Selef mezhebinin hak olduğunu bildireceğim. Bu mezhepten ayrılanların
bidat sahibi olduklarını anlatacağım. Selef mezhebi demek, Esbâbın ve Tabiinin itikadları
demektir..." buyurarak Selef mezhebi demenin, Ehli sünnet
vel-cemaat mezhebi demek olduğunu açıkça bildirmiştir.
Mısır'daki Ezher Üniversitesi'nden mezun üstad İbni
Halife Alivi "Akıdet-üs-selef-i vel-halef" adlı kitabında şöyle yazmıştır: "Ebu Zehra (Tarih-ül-mezahib-ül-islamiyye)
kitabında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, Hanbeli mezhebinden ayrılan bazı
kimseler, kendilerine (Selefiyin) ismini verdiler. Hanbeli mezhebi âlimlerinden
Ebu'l-Ferec İbni Cevzi ve
diğer âlimler bu selefilerin, Selef-i salihinin yolunda olmadıklarını, bidat ehli, mücessime
fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler.
Daha sonra yedinci asırda, İbni Teymiye el-Harrani
bu fitneyi tekrar alevlendirdi. Kendilerine (Selefiyye) ismini takanlar, İbni Teymiye selefilerin büyük
imamı dediler.
İbni Teymiye, Hanbeli mezhebinde olarak yetişti. Yani Ehli sünnet
idi. Fakat sonradan kendi aklına uyarak, sapık görüşler ortaya attı.
Ehli sünnet itikadından ve dolayısı ile Hanbeli mezhebinden ayrılıp
uzaklaştı
Kendi başına ayrı bir yol tutup, tuttuğu bu sapık
yolda sürüklenip gitti. Kendine tabi olanları da saptırdı. Ona tabi olanlar onun bu yoluna selefiyye dediler. Bu hususu derinlemesine
araştırıp, incelememiş ve kaynakları iyi anlayamamış olan
bazıları Ehli sünnet âlimlerinin kitaplarındaki "Selef ve "Selef-i salihin" ifadelerini değiştirerek, "Selefiyye" şeklinde nakletmişler ve yazmışlardır, itikadda
Selefiyye diye bir mezhep yoktur. Peygamber
efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası
olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehli sünnet vel-cemaat mezhebidir,
İmam-ı Matüridi ve İmam-ı Eşari bu mezhepte
iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır
MÜŞEBBİHE-MÜCESSİME
Önce Sünnet ve Cemaat ehlinin görüşünü verelim. "ALLAH (CC) HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ, HİÇBİR ŞEY DE ALLAH'A BENZEMEZ."
Bu fırka, Allah'ı yaratıklara benzeten fırkadır. Bunlarda ikiye ayrılırlar.
1-Allahü Teala'nın zatını başka varlıkların
zatına benzetenler, İlki Rafıziler ve Hz. Ali (RA)'ye ilah diyenler. Ateşte yakma ve....Abdullah İbn
SEBE yahudisinin ortaya attığı fikirleri savunanlar. Onun için bunlara Sebeiyye
denilir. Bu fırka, insanın tüm azaları nasıl varsa; Allahü
Teala'nın da aynen öyle azaları vardır, derler. Sakal ve cinsiyet organı
dışında.
2-Allahü Teala'nın sıfatlarını başka varlıkların
sıfatlarına benzetenler. Bu guruba Mutezilenin görüşlerine paralel görüşleri savunanlar dahil
olmaktadırlar. İnsan iradesini iyiye, kötüye nasıl kullanıyorsa, daha sonra iradesini değiştiriyorsa
Allahü Teala da aynen öyle değiştirir, derler. Konuşması harfler ve sesler iledir, derler. Onun için de
sıfatları hadistir, derler. Sonradan ilme sahip olmuştur,
derler. (S.HAVVA, El-Esas Fi's Sünne, C/8, sh:30-34)
|
|
|
|