HAKKIDIR HAKKA TAPAN MILLETIMIN ISTIKLAL

firkalar
ana sayfa
ARAPCA
Benim Siirlerim
güzel söz
INGILIZCE
kuran ogreniyorum
kuran-i kerim
40 hadis
elmalili tefsiri
islamacevap sitesini kuranlara benim sitilimle reddiye ve cevap
islamda hicret
3 aylar
incil
dinler arasi diyalog nedir?
who is paraclet?
osmanli tarihi
sozluk
program indir
kissadan hisse
esma ul husna
alimler
islami siteler
tefsir
arapca genel
misiri taniyalim
kiyamet alametleri
firavunlarin sonu
Danamarka ne istiyosun muslumanlardan
siyonizm donemi
indir
ezgiler
kitaplar
istiklal marsi
fetvalar
zuhru ahir nedir?
satista vade varmidir?
miras
israiliyyat nedir?
bush`a ithaftir
ilahiler
faydali linkler
firkalar
mehdi kimdir?
ehli sunne vel cemaat
nesefi akidesi
Selam
begenilen yazilar
siyer-i enbiya
usul nedir?
islam tarihi
gizli dunya siyonizmi
tevhid delilleri
teklif ve mukellef
tasavvuf
Namaz hocasi
Veda hutbesi
fikhul ekber
Uydurma hadis nedir?
kelam
iman nedir? islam nedir?
yeni fikirler
MISIRDA OSMANLI ESIR KAMPI VE ERMENILER
sozde ermeni soykirimi nedir?

 ŞİA'NIN   DOĞUŞU      

      

 

"Şia'nın  doğuş  zamanı  hakkında  değişik görüşler bulunmaktadır. Şii kaynaklar, bu fırkanın Resulullah (sav)'in  sağlığında doğduğunu ve daha o zamanlar, Hz.Ali (ra)'nin üstünlüğünü  kabul  ederek  onun  tarafını   tutanların bir topluluk olarak  "Ali Şia'sını" meydana  getirdiklerini  ileri  sürerler. Hz. Hüseyin (ra)'in Kerbelâ'da hunharca şehid edilişinden  sonra,  Şia  bir  terim  olarak,  Emevilere  karşı   Hz. Hüseyin'in  intikamını  almak ve  bu  arada Hz.Ali  ve  soyunun haklarını aramak, onun soyuna yardım etmek için toplananları  ve  onlara  taraftar  olanları   ifade  etmeye başlamıştır, denebilir. Bu aynı zamanda  ilk şii fırkaların,  siyaset  sahnesinde   yavaş  yavaş   vücut   bulmaya  başlamalarının da   en  erken  tarihidir." 304--

    "Fitne  kopup  Osman-ı  Zinnureyn (ra) şehid edildi.  Hz.A li (ra) döneminde fitne kapıları sonuna  kadar  açıldı.   İslâm siyaseti  sahasında  köklü  bir  ihtilaf  ortaya  çıktı  v e bu  alanda  çeşitli   MEZHEBLER  türedi,   işte bu fitnenin gölgesi altında  ŞÎÎ mezhebi ortaya çıktı.  Şiiler ve taraftarları  her  ne  kadar  Şiiliğin  temelinin  Resulullah (sav)'in  vefatı  anına dayandığını  söylerse de. . . .  Hz.Ali (ra)  hilafeti  dönemi   boyunca  devam  eden  bu  fitnenin  bir   yankısı   olarak  HARÎCΠ mezhebi'de   ortaya   çıktı.  Üçüncü Halife Hz. Osman (ra) dönemi. . .birbirine zıt "ŞÎİ" ve "HARİCÎ"  diye adlandırılan  iki  mezhebin  ortaya  çıkışıyla  sona erdiyse de bu iki mezhebin  arasında  orta  yolu  tutan  ve  itidalli  davranan  ve  tarihin  " EHL-İ SÜNNET VE 'L CEMÂAT " diye adlandırdığı  bir  mezhebte  ortaya çıkmıştır." 305--   "Bazı yazarlar da "Şiiliğin,  Resulullah (sav)'ın  vefatını  takib eden  Hz.Ali (ra)'nin  meşru  halife  olduğıı  talebiyle,  baştan  sona  siyasi   bir   hareket   olarak  başladığını"  söylerler.   Bir  kısım yazarlara  göre  Şiilik,   siyasi  bir hareket   şeklinde, Hz. Osman (ra)'nın  şehid  edilişinden   sonra  ortaya  çıkmıştır."  306--

     Hz. Ali (ra) taraftarı olan fırkaya Şia denir. Bunlar hilafet makamına Hz.Ali (ra)'yi haklı görürler.  Şia  fırkasının  doğmasında   İbn-i Sebe  denen  Yahudi  dönmesinin  rolü  büyüktür.  Mezhebi  şekillendiren  bu  dönme  idi  denebilir. Şia  nasları anlama da   kendi   arzularına   göre  hadis uydurmuşlardır. Batıl tevillere  sarılmışlardır.     Yukarıda ki  tariflerden  çıkan  ortak sonuç;  Şianın   doğuşu   Hz.  Ali (ra)'nin  hilafetinden  önce  var  idi,   fakat   siyasi  bir  hareket  olarak bir kimliğe bürünerek  Hz. Ali (ra)  döneminde ortaya  çıkmıştır. Tüm  Ehl-i  Şia'nın ortak yönü Hz.Ali (ra)'yi  diğer üç halifeden üstün tutmak ve Hz. Ali (ra)'yi  aşırı  derecede  sevmektir.  Zaten Şiilerin  bir  kimseyi  beğenmesi  için  o  kimsenin  üç  halifeye  düşman  olması gerekmektedir

ŞİA MEZHEBİ  VE KOLLARI

     Ehl-i  Bid'at fırkalar ve mezhebler  hakkında derli toplu sistematik bir bilgi şeması oluşturmak  oldukça  zordur.  Konu  üzerinde hassasiyet gösterilerek incelenmesi ve araştırılması  lazımdır.  Başlı başına bir alandır.  Zira İmamiye dediğimiz mezheb, Hz.Ali (ra)'nin  birinci   halife,  oğlu  Hasan ve Hüseyin (ra)'nin Hz.Ali (ra)'den  sonra sırasıyla, hilafete  gelmesi  icabeden   vekilleri  oldukları  hususunda da  ittifak etmişler. Ancak bunlardan  sonra  gelecek halifeler  hakkında  ihtilafa  düşmüşlerdir.   Hatta  bu hususta yetmişten fazla (70) fırkaya  ayrıldıkları  söylenilmektedir. Bunlar yalnız İmamiye mezhebindeki  fırkalardır.        İmam-ı  Kurtubi  ise  şöyle diyor: "Ümmet-i  Muhammed (sav)'in  içerisinde  Fırka-i Naciye'nin   dışındaki yetmiş iki (72) fırka şöyle meydana gelmiştir:  Bunlar  önce  kendi  aralarında   altı  büyük fırkaya   ayrıldılar.  Bu altı fırkada kendi  aralarında  oniki  fırkaya  ayrıldı."  307--

        Şia'nın   kendi   içinde yirmi kola (20) ayrıldığı  muteber kaynaklarda kayıtlı olduğu yazılıdır. Tüm bu fırkalar üç başlık altında toplanabilir :

        1- Tafdiliyye                                         

        2- Sebbiyye

        3- Gulat-ı Şia   308--

      Bu gün  çevremizdeki  Müslüman  gençlerde görülen itikadi sorunlar gittikçe büyük boyutlara varmaktadır.  Bir kısmı Ehl-i sünnetim diyor,  Mutezilenin  görüşlerini,  Mürcienin görüşlerini,  Haricilerin  görüşlerini  savunuyor. Bir kısmı Ehl-i sünnetim diyor şia'nın  görüşlerini savunuyor.  Hepsinden  karışık   Telfik  macun!   Bu çıkmaz  itimatsızlığı  güvensizliği de beraberinde  getirmektedir.  Tabi bunların  hepsi  tevhidi   anlayış  çerçevesinde gelişmekte,  Kur'an'a  yönelme adına yapılmaktadır! Hatta bazı  alimlerimiz bu tür düşünce akımlarının Vehhabilik  kültüründen  kaynaklandığını  açıklamaktadırlar.  Gençlik   büyük  bir  buhran  içindedir.   Henüz  kendilerine bir kimlik bulamamış kardeşlerimiz vardır. "Ehl-i sünnetin de fıkıh kitaplarında  çok  hataları  vardır,     Şia'nın  da  birçok hatası  vardır"  diyerek  kendilerinin  hangi  itikadda  olduklarını   akıllarına dahi getirememektedirler. Bu  buhran  sistemin  verdiği  çarpık  ve  sakat bir  din  anlayışından    kaynaklanan   bir  buhrandır.  Şia'nın bir  konudaki   çarpık  bir  görüşünü    savunan  kardeşlerden  birine soralım;  "Şia'nın hangi  koluna  bağlısınız, veya  hangi   kolunun   görüşünü   savunuyorsunuz" izah  etmesi  mümkün  değildir?   Ehl-i sünnetin  pratikteki dört mezhebine tahammül edemeyen bu şaşkınlar,  "Mezhebler Tarihi"   isimli  kitaplara  bir baksalar da yalnız,  Şia'nın kollarını bir saysalar   ve  tasnifine  çalışsalar.   İşte  ancak o  zaman  ayaklarını  nereye  bastıklarını  anlayabilirler.

     Yine  bazı  eserlerde   Şia'nın   dörde ayrıldığı, bazı eserlerde de altıya ayrıldığı görülmektedir.

      1- Sebeiyye       :

      2- Keysaniyye   :  Bu "ırkada kendi içinde beşe ayrılmıştır.

      3- Zeydiyye      :  Bu fırkada kendi içinde dörde (4) ayrılmıştır. 

      4- Rafızıyye      :

      5- İmamiyye     :  Kendi içinde on beşe (15) ayrılmıştır.

      6- Gurabiyye

      Bazı  eserlerde  ise   Şia'nın  Rafıza  başlığı  altında  dörde  (4) ayrıldıklarını  yazar.

    Burada  konumuz  İmamiyye  olduğu  için  Şia'nın  diğer  fırkalarına  ve  görüşlerine  temas etmeyip   yalnız   İmamiyyenin   bazı   görüşlerini   aktarmaya   çalışacağız.

    Bazı  eserlerde Rafıza  başlığı  altında  İmamiyye işlenmektedir.  Bazı  eserlerde ise İmamiyye  müstakil  bir  mezbeb  olarak  işlenmektedir. 

    Şimdi  İmamiyyenin  İSNA-AŞERÎYYE Fırkasına   geçebiliriz. İmamiyye Şiasının en meşhur fırkalarından biri İsna-Aşeriyye'dir.  Bunlara  Îsna-Âşeriyye denilmesi,  Beklenen  imamın,  İmamlar  zinciri  içinde  on ikincisi  olan  Muhammed b. Hasan  el-Askeri'den  dolayıdır.

    Özetle diğer şia  fırkalarından farklı görüşleri:

   1-Hz. Peygamber kendisinden sonra Muhammed b. Hasan el-Askeri'nin  İmam olacağını kesinlikle bildirmiştir.

   2-Hasan el-Askeri Serdap'ta babasının evinde ve annesinin gözü önün de gizlenmiş ve halende  gizlenmeğe  devam  etmektedir.

    3-Sahabe Hz. Peygamberden  sonra  (sav)  İslâm'ı terketmiştir.  Çünkü Ebu Bekir (ra)'e biatle  Hz.Ali (ra)'ye  zulmetmişlerdir.

   4-Sahabe  Kur'an-ı Kerim'de  bir  çok  sureyi,  özellikle  "Îsna-Aşeriy-ye" denilen " Sûretül-Vilaye"yi gizlemiştir. Onlar  küfürle  suçladıkları İsmailiyye fırkasından uzak değildirler.

    5-İnsanların en fazla buğz  edilmesi gerekeni, Hz.Peygamber (sav)'den sonra bu ümmetten  en  hayırlısı  olan  Hz.Ebu Bekir,   Hz. Ömer,  Hz. Osman (ra) 'dır.

      6- Bunlar  Batıniyye'de  olduğu  gibi  gizli  ve  açık  şeylerin   bulunduğuna da  inanırlar.  Bu  gün  İran'da  halen  bu  mezheb  geçerlidir."  309-- 

      Okuyucuların yukarıda da göreceği  gibi  Şia fırkalarının  sayısını  kesin  olarak  sınırlamak oldukça zordur. Zira bir defa hangi başlıklar altında  toparlayacağınız açıkça  belli değildir. Şia-İmamiyye'nin  Kolları  başka  bir  eserde  şöyle  sıralanmıştır:  "İmamiyye  mezhebi  mensupları Zeydiyye'ye  ve  Şia'nın taşkınlarına  (Gulat-ı Şia'ya) muhalefet etmişlerdir.  (Gulat-ı Şia, Şia'nın  kafir  dediği   fırkadır.)  

     İmamiyye  mezhebi   on beş  (15)   fırkaya ayrılmıştır.

     Bunlar:

  1-Kamiliyye                                    2-Muhammediyye

  3-akiriyye                                     4-Navusiyye

  5-Sumeytiyye                                  6-Ammariyye  

 7-İsmailiyye                                     8-Mubarekiyye

9-Museviyye                                  10-Ka'iyye

                 11-Îsna-Aşeriyye ( On iki imamlar)   12-Hişamiyye

                13-Zurariyye                                    14-Yunusiyye       

                15-Şeytaniyye

   

      Bu  bilgiler  akaid  ulemasından  Abdulkahir el-Bağdadi'nin (rha) İmamiyye hakkında verdiği  bilgilerdir."  310--    Dikkat  ederseniz  bu   fırkalar  yalnız   İmamiye  Mezhebine  bağlı  olan  fırkalardır.  Bu fırkaların isimleri  hususiyle   bağlandıkları imamın    ismiyle  isimlendirilmişlerdir. Bugün  İran'da ki resmi  mezhep  on birinci  sırada  yer  alan İsna-aşeriyye  fırkasıdır.  Yani  Caferiyye  mezhebidir.    

 ŞİA  ve  Kur 'an   Hakkındaki Görüşleri:

      İsna-aşeriyye'nin  iddiasına  göre  Sahabe   Kur'an-ı  Kerim'den  bir  çok  sureyi,  özellikle  "Îsna-Aşeriyye" denilen "Suretti'l-Vilaye"yi  gizlemişlerdir.  Onlar küfürle  suçladıkları  "İsmailiyye" fırkasından uzak değildirler."  311--   Yani   bunların  inançlarına   göre,  bu gün dünya  Müslümanlarının  elinde  bulunan  Kur'an-ı  Kerim  Âllahü Teala (cc)'nın  gönderdiği   Kur'an-ı  Kerim değildir. Noksandır.  Sahabe  değiştirmiştir. Çıkarıldığı  iddia edilen sûrelerden biri olan bu sure  ileride  görüleceği  gibi  Hz. Âli (ra)'nin halife  tayin edildiğinden  bahseden  sure  imiş.  Ne  korkunç iddialar!   Saçma düşünceler!  Bu  fikirler  karşısında hakkı dile getirmeleri gerekirken;  "Efendim Ehli sünnetin fıkıh kitaplarında da hatalar vardır" diyerek demagoji  yapan  kimlik  bunalımına  girmiş  kardeşleri insafa  davet  ediyoruz.  Bir akide meselesi  var  ortada.  Ne demek  Kur'an  noksandır?  Bu dinde  noksanlık  vardır  demektir ki;  imanda  noksandır,    İslam'da  noksandır  gibi  zincirleme  düşünülürse  sonu nereye varır bu  iddianın?   Kestirmek  mümkün  mü?

      Devam edelim.  "Takiyyın-Nuri  Et-Tabersi   (Ki; Şia'nın   çok  sevdiği  ve  saygı  duyduğu   bir alimdir.)  "Fasl-ul-Hıtab  fi İsbati Tahrifi   Kitab-ı Rabbil Erbab" isimli kitabı telif  etmiştir.   Bu kitapta çeşitli  asırlarda  yaşamış  Şia ulema  ve  müctehidlerinin  Kur'an-ı Kerim'in   eksiltildiğine,    bazı   ayetlerin  çıkarılıp  bazı  ilaveler  yapıldığına dair yüzlerce nass ve delillerini zikretmiştir.   Bu  kitap  İran'da   basıldığında   gürültü  koparmışlardı. Çünkü  onlar  Kur'an  hakkındaki  bu  şüpheye  düşürücü  inançlarının  kendi üst tabakalarında ve muteber kitaplarında dağınık olarak kalmasını istiyorlardı. Bu inançlarını ortaya   koyan   delillerin,   bir  kitapta   toplanıp binlerce basılarak hasımlarının eline geçmesini   ve  aleyhlerinde  delil   olmasını   istemiyorlardı.   Şia ileri   gelenleri   bu   düşüncelerini  açıklayınca,  müellif   ölmeden   iki   sene  önce  kitabını  müdafaa  için  bir  reddiye  kitap  daha yazdı ve   "Reddü Ba'zış-Şübuhatan   Fasl-ıl  Hıtab  fi İsbati  Tahrifi  Kitabı  Rabbil-Erbab"  diye isimlendirdi.  (Rabler Rabbi'nin Kitabını Tahrifi  îsbatta Son Söz Kitabı  üzerindeki  Şüphelerin  Bazılarına Cevap)   Kur'an'ın   muharref   olduğunu  isbat eden  çalışmasına  mükâfat olarak,  onu Necef'teki  (kendilerince)  mukaddes   mekana defnettiler.  Bu  Necefli  alimin  Kur'anda  noksanlık  olduğunu  beyanlarından birisi   "Velayet Suresi" ismini verdikleri surenin Kur'an'da bulunmamasıdır. Bu surede Hz.Âli (ra)'nin  velayeti  zikredilmektedir.  Sûrenin  baş  kısmında ki  ayet :  "Ey sizleri doğru yola götürsün  diye  size  gönderdiğimiz   Peygamber   ve  Veliye inananlar"   vs. sh:180.

     Mason  Muhammed   Abduh'un   ileri  gelen  talebelerinden  biri  olan   Müsteşrik  Brayn, İran basımlı  bir  Mushafta  aynı  sûreyi  görmüştür.  Bu  Mushaf'ta  ayetlerin  üzerine  farşça tercüme  yapılmıştır.  Kur'anda  tahrif  olduğunu  Tabersi   meşhur   kitabında  yazdığı  gibi,  aynı  iddia  Muhsin  Fani  El-Keşmiri'nin  farşça  yazdığı   "Debistan Mezahib"  isimli   kitabında da vardır.   Bu kitap  İran da  defaatla  basılmıştır.   Necefli   alim Kur'an'ın muharref olduğunu  Velayet  Suresinin  çıkarıldığını   isbat   ederken  "EL-KAFİ"    isimli   hadis    kitabının   289. sayfasında ki (1278 İran baskısı)  şu  satırları nakletmiştir:  Kafi kitabı Şia'nın  muteber  hadis  kitabıdır.  Bizdeki  Buhari'ye olan itimadımız,  onlarda  bu  itimad Kafi kitabınadır.   "Bizimkilerden bir kaçı Sehl b.Ziyad'dan,  oda  Muhammed  b.  Süleyman'dan, o da bazı  arkadaşlarından,  onlar da  Ebul Hasan'dan  (as)  şöyle  dediğini  rivayet  etmişlerdir :  "Ona, sana  canım  feda  olsun,  bizler  Kur'an'da  öyle  ayetler  işitiyoruz ki  bizde  işittiklerimiz gibi değil  ve  sizden  bize  ulaştığı  gibide  okuyamıyoruz. Bunun için günahkâr olur muyuz? Dedi ki: Hayır, nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun.  Zira size onu öğreten birisi gelecektir."   Bu söz  Şia'nın,  İmamları Ali b. Musa Rıza 'ya  uydurdukları  bir  şey  olduğunda  şüphe  yoktur.   Fakat  bunun manası onlara göre Osman (ra) mushafından öğrenilip okunmasının   günah olmadığına  dair bir fetvadır. Sonra Şia'nın ileri  gelenleri  birbirlerine hangi  kısmın kendi  imamlarınca var olduğunu, hangi kısmın  çıkarıldığını  öğretecekler.  Şia'nın  Takiyye  inancına  göre   gizledikleri  Kur'an'ları  ile  müslümanlar  arasında  yaygın  olan  Hz. Osman (ra)  Mushafı'nın  farkını   beyan   etmek  için   Tabersi  yukarıda  ismi  geçen  kitabını   yazmıştır. 

     Yine Şia Takiyye  inancı gereği bu kitabı kabul etmediklerini  söyleseler de, bu kitap muteber  kitaplarındaki  alimlerinin  yüzlerce  görüşünü  topladığından  onların  Kur'an'ın  tahrif  edildiği   inançlarını  isbat  etmektedir.  Kur'an  hakkında ki  bu inançlarının yayılarak aleyhlerine  kullanılmasını  istememektedirler. Onlara  göre  iki  Kur'an vardır. Birisi ortada yaygın olan,  diğeri ise  GÎZLÎ OLAN HUSUSÎ KUR'AN. İşte bu gizli Kur'an Velayet sûresini de içine almaktadır.  Bu gizli Kur'an'ı   imamları  Ali  Musa Rıza'ya  isnad ederek uydurdukları "Nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir" sözünden  çıkarıyorlar.   Şia'nın   iddialarından  biride;  ÎNŞÎRAH suresinden "Vecaalna Aliyyen  sıhrake"  (Ali'yi sana damat kıldık) diye  uydurdukları  bir ayetin çıkarıldığıdır.  İnşirah suresinden   böyle bir ayetin çıkarıldığını iddia  ederken bu surenin  Mekki  sûrelerden olduğunu,  Ali (ra)'nin   ise  Mekke'de  iken Peygamberimize  damat  olmadığını  bildikleri halde  bu  iddiayı  sürdürürler." 312--   Bu  ifadeler karşısında hala hakkı  batıla karıştırıp gizlemek  isteyen  tiplere  bilmem  ne  demelidir?  

      Şia'nın  iddialarından  bir  iddiada  şudur :  Şia alimlerinden   Ebu Mansur Et-Tabersi "İhticac ala Ehl-i Lücac isimli  kitabında,  Hz.Ali (ra)'nin  zındıklardan  birine : "Daha önce söylediğim  gibi  o  ayette ki "filyetama"  kelimesi  ile   "fenkihu"  kelimesi  arasında  Kur'an'ın üçte  birinden  fazlasına  denk  miktarda  ayet münafıklar tarafından  Kur'an'dan  çıkarılmıştır."   Ebu Mansur burada, münafıklar sözüyle Resulullah (sav)'in ashabını kasdetmektedir.   Bu  ashab   Kur'an'ı   toplamış  ve  Osman (ra) mushafının  yazmasıyla bizzat  Ali b.Ebi  Talib  halifeliğinde  uğraşmıştır.   "El-İhticac  ala  Ehli  Lücac"  isimli   kitapta Hz. Ali  (ra)'ye  nisbet  edilen   bu  uydurma  söz  hakikaten  Hz.Ali (ra)'den  sadır  olsa, bu  O'nun  İslam'a  ihaneti  demektir.   KUR'ANIN  ÜÇTE  BİRİ  gibi  bir  bölümünü  saklıyor.  En  azından  halifeliği  zamanında  saklı olan kısmı  insanlara  tebliğ  etmiyor ve onunla ameli  terkediyor, demektir.  Halbu ki halifeliği  zamanında  onun  önünde  bunları  yapmakta  hiç  bir  engel  yoktu.  Kur'an'dan  bu  miktar,   ayetleri  kendi  rızası  ile  isteyerek  saklaması (haşa)  nifak  demektir.  Hz.Ali (ra)'ye  bu  sözleri  isnad  eden  Ebu Mansur  Et-Tabersi  bu  kitabıyla  aslında  Hz.Ali (ra)'ye  ihanet  ve  küfür  damgası  vurarak   tüm  Ashab-ı  Kiram'ı   münafıklıkla  suçluyor!                   

      Yukarıdaki   iddia  Hz.Ali (ra)'nin  halifeliği   boyunca elinde imkan olduğu halde Kur'an'dan  çıkarıldığını  iddia  ettikleri   kısmı  açıklamaması   ve onunla  insanları amel etmeye   davet  etmemcsi   iftirasının  delilidir."  313--

    Hiçbir  kelime  katmadan, cümle  ilave etmeden  yorumu  ve sonucu size    bırakarak  Şia'nın  İslâm  adına  yazdıklarını  kaynaklarından  aktarmaya devam edelim:  "Şia'nın Buharisi  El -Kafî'de   (İran Baskısı  1278. sh: 54)  İki  sarih  nass vardır.   Şöyle: "Cabir el-Ca'fer'i'nin şöyle  dediği  rivayet  olunur;  Ebu Cafer (Aleyhisselam)'ı  şöyle derken işittim : "KUR'ANIN  İNDİRÎLDİGİ  ŞEKİLDE  TOPLANDIĞINI YALANCIDAN BAŞKASI İDDİA ETMEMİŞTİR.  ONU  İNDİRİLDİĞİ   GİBİ ALİ B. EBİ TALİB VE ONDAN SONRAKİ   İMAMLARDAN  BAŞKASI   HIFZ  EDİP  TOPLAMAMIŞTIR."

     Şia  mezhebinde  bizdeki,  Sahih-i  Buhari  kadar  değerli  olan  bu  KAFİ  kitabını  her  şii okur  ve  bu  nassada  iman  eder.  Bizde deriz ki; Şia kesin olarak Ebu Cafere iftira etmektedir.  Zira  Hz.Ali (ra)  Küfe'deki  hilafeti  müddetince  Hz. Osman (ra) 'nın  topladığı Mushaftan  başka bir şey ile amel etmemiştir.  Ve başka bir Mushaf  neşretmemiştir. Şayet elinde başka bir Mushaf  olsaydı,  onu en azından   halifeliği   zamanında  neşreder onunla amel edilmesini emrederdi.    Eğer  kendisinde  başka bir Mushaf var bunu da Müslümanlardan sakladıysa,  o  zaman  Allah 'a,  Peygamberine  ve  İslâm  dinine ihanet etmiş olurdu.  İmam Ebu Cafer Muhammed el-Bakır'dan bu çirkin sözleri duyduğunu söyleyen  Cabir el-Ca'fi, Şia'ya  göre  her  ne  kadar  güvenilir  olsa  da  Ehl-i Sünnet nezdinde  yalancı  olarak  bilinmektedir... Ebu Yahya el-Hamani dedi ki, Ebu Hanifenin şöyle söylediğini işittim : Gördüklerim arasında   Ata'dan   daha faziletli, Cabir el-Ca'fi' den  daha  yalancı kimse görmedim. (Mecellül-Ezher. Sayı: 308. Sene 1372)   314-- 

       Yukarıda ki,  ifadeleri  olduğu gibi aktarmaya çalışıyoruz.  Hiç  bir  ilave  yapmayı  uygun  bulmuyoruz.  Yalnız bir hususu hatırlatmayı zaruri görüyoruz. Alıntı yapılan  "KAFÎ ismindeki  kitap, Ehl-i Bid'a'nın  bu  gün  halâ  elinde bulundurduğu dört büyük hadis kitaplarından biri olduğu  göz ardı  edilmemelidir.  Yazıda geçtiği  gibi Ehl-i sünnet Müslümanlarca  Buhari-i Şerif  nasıl  büyük  bir  hadis kitabı  ise,  "KAFÎ"de  Ehl-i Şia'ca öyle büyük  bir  hadis kitabıdır.   Yine  devam ediyoruz alıntılarımıza. İslam birliğinden bahsedenlerin, "İslâm devleti",  "Ümmet-i  imam" diyenlerin,  Ehl-i  sünnetin  fıkıh  kitaplarında  da hatalar  var diyenlerin kulakları çınlasın.  Şu inançlar karşısında halâ, ehl-i sünnete  dil  uzatanlar,  hangi  düşüncenin  kölesidirler?

   Asıl  korkunç  iddiaya  geliyoruz.  Bakalım ilmin elde edilmesine ihtiyaç duymayan kardeşlerimiz  hala  kiraya  verdikleri  kafalarını  kurtarmak  istemeyecekler mi?    Aynı  kitapta daha  korkuncu;  Cafer es-Sadık'tan rivayet edildiğini uydurdukları şu nassdır: "-Ebu Busayr'dan  rivayet  olunmuştur, dedi  ki : Ebu Abdullah'ın yanına girdim. Ebu Abdullah (Yani Cafer es-Sadık) dedi ki: -Bizde Fatıma (Aleyhisselamın.) Mushafı vardır. -Fatıma Mushaf'ı da nedir? dedim, dedi ki: -Sizin Şu Mushaf'ınız  gibi  üç misli  (büyük bir)  Mushaf'tır. Allah'a yemin  ederim ki,  onda  sizin   Kur'an'ınızdan  bir  harf  bile  yoktur."  315--

    "Ehl-i Beyt  imamlarına  yapılan  bu  iftiralar çok eskidir.  Bu  iftiraları,  bin sene  evvel Muhammed b. Yakub el-Küleyni  "el- KAFÎ"  isimli  kitapta  topladı.  Halbuki  bu  iftiralar Küleyni'den  daha  eskidir."   316--    Bu  cümleler  karşısında  gerçek  imana sahip bir mü'minin  eti  kemiği  titremeli.   Bu iftiraları ve sahiplerini ve hala bu cümlelerin yazıldığı kitapları  hadis  kitabı  diye  aktaran  insanları   isterse   inkılâbın  rehberi  olsun  reddetmelidir. Ya  bu bozuk, saçma  cümleleri  o  kitaplardan  atmalıdırlar,  yahutta  o  kitabı  kaldırıp  atmalıdırlar.   Yoksa  biz  o  insanların  samimi  olduklarına  nasıl   inanacağız?    Bu  günkü Kur 'an'da  noksanlık  yoktur deseler bile nasıl inanacağız?  Takiyyeleri  bize  karşı da devam ettiği  müddetçe. 

    "Bu  adam;  (Kûleyni)  Ca'fer-i Sadık'ın (rha), güya Kur'an da atmalar veya katmalar olduğunu  söylediğinden  bahseder ki  Murtaza Tusi vs. gibi büyük   imamiye  bilginleri onu tekzib  etmişler  ve  Cafer-i Sadık (rha)'tan    bunun   aksini  rivayet  etmişlerdir."  317--   Ancak burada  akla  hemen  şu sual  gelmez mi?   Kûleyni'nin  bu  rivayetleri  yalanlandı  ve tekzip  edildi  de niçin yine büyük hadis kitabı olarak  Şia müslümanları zehirleniyor? Daha evvel temas etmiştik. Karşı  çıkılmış  fakat,  eseri  yazan  zat  tekrar  karşı   çıkanları  reddetmek  için ikinci  bir  reddiye yazmıştır.  "Kuleyni, yine Cafer es-Sadık'tan imamların nezdinde   Hz. Fatıma'nın  Mushaf'ı  ve onda Kur'an'ların benzeri olduğunu üç kez tekrarladığını,   fakat   şimdiki  Kur'an'larda  ondan  tek  bir  harf  bulunmadığını  nakleder." 318--   Bu  kaynak  bir  İslam  tarihinden  alınmıştır.  Yani  bu  tür haberler sanki meşhur haberler (!) olmuştur. Bir çok  kaynakta  aynı  cümleleri   bulmak   mümkündür.              

     Başka bir nakle kulak verelim : "Gerek Kur'an hakkın da gerekse diğer ilahi kitaplar hakkında  Kimi  Şii  kaynaklarda  şöyle rivayetler bulunmaktadır. Onlara göre Allah (cc) tarafından indirilmiş  bütün  kitaplar  imamların yanındadır.   Kur'an'ın  tamamını  imamlardan başka  hiç  kimse  toplamamıştır.   Kur 'an 'ın  tamamını  topladığını  iddia  eden bir başkası yalan  söylemiştir.   Çünkü  O'nu   Allah'ın  indirdiği  gibi  aynen ezberleyen ve toplayan sadece   Hz.Ali (ra)'dir.   Birde  ondan  sonra  gelen  imamlardır. "  319--

    Ayrıca Hz. Fatıma'nın Mushaf'ı da imamların  yanında  mevcuttur.  Bu  Mushaf ,   elimizdeki  Kur 'an'dan  hacim  olarak  üç kat daha fazladır.   Ve  bu  Musfhaf'ın  içinde  bizdeki  Kur'an'dan  bir  harfi  bile yoktur.  Kur'an'da  ki   ayet  sayısını   on yedi bin (17.000)  olarak rivayet eden  bir  başka  anlayış,  ilk Şiilerden  olan  Şeyh  Saduk  tarafından  te'lif  edilerek  "Onların hepsi  vahiydir,  ancak  Kur'an'dan  değildir. hükmüne  varılmıştır.

      Bütün  bunlara  rağmen  bu gün Şiiler,  elimizdeki  Kur'an'ı  esas  almakta ve Ehl-i sünnet  ile  aynı  Mushaf'ı  temel  kabul  etmektedirler.  Günümüzde Kur'an'ın aslı üzerinde Ehl-i sünnet  ile  bir  ihtilaf  söz  konusu  değildir.   İhtilaf   yorumlardadır."

    Bahsi  geçen  hususa  daha evvel de değinmiştik. Bu gün onların elindeki  Kur'an  ile bizim elimizdeki  Kur'an  arasında  hiç  bir fark yoktur.  Bu doğrudur. Şüphemiz yoktur. Ancak şianın  kaynaklarında  geçen  bu   sakat düşünceler  tereddüde yer vermektedir!  Prof. İlahi Zahir'in, "Şia'nın  Kur'an, îmamet  ve  Takiyye  Anlayışı"  adlı  eserinde  "Müslümanların ellerinde  bulunan  bu  Kur'an'ın  bazı  kısımlarının değiştirilmiş ve eksik olduğunu  söylemeleri   hiç  bir  şekilde  tutarlı  ve  doğru  değildir." (320)  demesi  çok  doğrudur.

   Muhammed   Ebu  Zehra'nın  kaydettiklerine  göre : "El-Kuleyni'nin  anlattığına  göre Ebu Bekr  Sıddık'ın torunu  olan Ca'fer'i  Sadık,  Kur'an-ı  Kerim'de  bazı  eksiklikler  bulunduğunu  söylermiş.  Kur'an'daki  bütün  "Al-i Muhammed" kelimeleri kaldırılmış; mesela, "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et; eğer yapmazsan O'nun elçiliğini  teblig  etmemiş  olursun."  321--   ayetindeki   "Rabbından"  kelimesinden sonra  gelen  "Ali" kelimesi kaldırılmış.  "O zulmedenler, yakında hangi inkılâp ile sarsılacaklarını bilecekler" 322--  ayetindeki  "Zulmedenler" kelimesinden sonra ve "Hangi"  kelimesinden  önce  yer  alan  "Ali Muhammed"  sözü kaldırılmış.  Keza,  "Gerçekten kafir olan ve zulmedenleri  Allah  asla yarlığamıyacaktır" 323--    ayetindeki  "zulmedenler"  kelimesinden sonra  gelen "Al-i Muhammed"  sözü kaldırılmış, (!)  Ca'rfer-i Sadık'a  isnad  edilen  bu  sözler,  Allah'a,  Allah'ın  elçisine  ve Resulullah'ın  torunlarına apaçık  bir iftiradır.  Bu tür iftiraları  uyduranları  Allah  kahretsin!"  324--   Aziz okuyucum, o büyük  îmama  isnad  edilen   bu  türlü  sözleri  okurken,  benim  tüylerim  diken  diken  oldu. 

    Bazı  iyi  niyetli  kardeşlerimiz   devamlı   sorarlar :   "Peki  İmam-ı  Ca'fer es-Sadık' (rha)ta mı   Ehl-i bid'attir?"   Bizde   devamlı  elbette  HAYIR deriz.   Zira  îmam  Cafer Ehl-i sünnettir. Yukarıda ki   misallerde de görebileceğimiz gibi bu iftiraları, Hadis diye İmam Ca'fer'in  söylediğini  söylüyorlar.   İmam-ı  Ca'fer  kendi zamanında  ortaya  çıkan bu sapıklarla   bizzat kendisi mücadele etmiştir.   Bu  tür  iftiraların  yazılı olduğu ve Şia'nın kaynak  hadis  kitabı  diye  andığı  kitap, işte El- Kûleyni'nin  'KAFÎ'  ismindeki  kitabıdır. İçinde 16.099 hadis vardır.  Kur'an  hakkında şüphe tohumları   eken  bu insanlara, Resulullah'ın  (sav)  torunlarına  iftira  edenlere  ehl-i  bid'at  diyormuşuz!  Peki  ehl-i  bid'at  demeyelim de  ya ne diyelim?   Ehl-i  Sünnet mi  diyelim?   Bu  insanların  düşünceleri,  Allah Resulünün  sünnetine  uygundur mu? diyelim.  Körü  körüne   bid'at ehlinin  görüşlerini savunanlara,  yayanlara   Ehl-i  sünnetle  eş  değerde   tutanlara   Ehl-i Bid'at  veya  fırak-ı dalle,  ehl-i heva  demeyelim de  ya  ne  diyelim?    Ehl-i sünnet mi diyelim?  Ehl-i Beyt insanlar   nerde;  yolundayız  diyenler  nerde? 

       "Raf'izilerden   bazıları,  Kur 'an'ın   bir kısmının Hz.Muhammed (sav)'e , bir kısmının  ise  Hz. Ali (ra)'ye  indiği   inancındadır.   Ben H.479  senesinde   arkadaşlarımızdan  bir fakihi dinledim. Bu fakih Mekke'de Beytullahı ziyarette idi.  Ziyaretin  dışında  bir  gün,  Rafizilerden  birisinin  bir  topluluğu zikirden alıkoyarak şöyle dediğini nakletmiştir; "Hz. Cebrail (as) Kur'an'la   Hz.  Peygamber  (sav)'e  iniyordu.  Hz.  Peygamber   (sav)   Hz.  Cebrail   (as)'e       Kur 'an'dan   bir   miktar   Hz. Âli (ra)'ye indirmesini emretmiştir."  325--   Verdiğimiz   kaynaklardan  edindiğimiz izlenimler,  bu insanların güvenilir olmadıklarıdır. Tarihte   hep  kullanılmışlardır.   Ehl-i sünnet  inancına  göre;  "Kur 'an'ı   Kerim  bütün insanlığa gönderilmiş  son  kitaptır. Asla bozulmamış, değiştirilmemiştir. Kıyamete kadar da böyle kalacaktır.  Kur'an-ı Kerim  diğer  mukaddes  kitapların  aksine  her  türlü   değiştirilmeden   noksanlıktan  uzak  olup  yüce Allah'ın  indirdiği   Hz. Peygamber’in okuduğu, kâtip sahabilerin  tamamen  yazdığı;  hafızların  ezberlediği  şekilde,  Resulullah'ın  vefatından sonra  Hz. Ebu  Bekir'in   halifeliği devrinde,  aynen  toplanıp bir kitap haline getirilmiş ve öylece muhafaza edilmektedir." 326--   Zira  Alemlerin  Rabbi :  "Hiç  şüphe  yok  ki, Kur'an'ı biz indirdik, biz!  Ve  muhakkak  onu  biz  koruyacağız."  327-- buyurmuştur.                                   

1-HARİCİLER

İslam  tarihinde  ortaya  çıkışları   siyasi   bir  sebeple  başlamış,  zamanla   aşırı   bir   itikada   sahip  sapık bir mezhep olmuştur. İlk   muharrik : Sıffın  harbinde Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında, "Hakem" olayıdır. İki tarafın   arasını   bulmak  isteyen   hakemliği  Kur'an'a   aykırı   buldukları   için   her  iki  tarafı da   reddederek  hariçte  kaldıklarından  dolayı  "Harici"  ismini  almışlardır. "Hüküm Allah'a aittir" ayet-i  kerimesini  slogan ederek her iki tarafı da küfürle itham etmişlerdir.   Onlara kafir demeyeni  dahi  kafir  saymışlardır.   Liderleri;  Hurkus  bin Zuheyr   olmakla   birlikte   Kantara    mevkiindeki Haricilerin  savaşması  için   ordulara   talimat   veren    komutanları   Abdullah  bin  Vehb  er-Rasibi' dir.  (S. Havva,  El-Esas  Fi's-Sünne, C//8,  sh:53)

"Hariciler: "-İman  kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve uzuvlarla ameldir" tarifini esas alarak; büyük  günah  işleyen  herkesin  kafir olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre "Amel  olmadığı  müddetçe,  imanın  hiç  faydası  yoktur. Herhangi  bir  farzı terkeden veya  haramı  irtikap  eden  kimse,  kafirdir."  Haricilerden  Abdullah b. İbad'ın  kurduğu "İbadiye"  mezhebi,  günümüze  kadar  gelmiştir." (İmam-ı Şehristani- El Milel ve'n Nihal- Beyrut: 1395 C: 1 Sh: 139-14)

Haricilerin bugün yaşadıkları yerler. Afrika'nın kuzey taraflarında, Cezayir, Tunus, Trablus'un bazı yerlerinde , Doğu Afrika'da, Zengibar'da Maskat ve Oman'da bir miktar mensupları   vardır.   Asıl   merkezleri   Zengibar'dır. Hariciler Yirmi çeşit   fırkaya ayrılmışlardır.


1- el- Muhakkimetu'l-Ula                                                 11- Saltıyye    
2- Ezarika                                                                          12- Ahnesiyye
3- Necadat                                                                         13- Şebibiyye
4-Sufriyye                                                                          14- Şeybaniyye
5- Acaride                                                                          15- Ma'bediyye
6- Hazımıyye                                                                     16- Ruşeydiyye
7- Şuaybiyye                                                                     17- Mukremiyye  
8- Ma'lumiyye                                                                  18- Hamzıyye        
9- Mechuliyye                                                                  19- Şemrahıyye
10- Ashab-ı Taat                                                              20- İbrahimiyye.
 

      Ayrıca  İslam  dairesinden  çıkmış  olan  iki  fırka daha vardır ki  onlar  da
1- Yezidiyye
2- Meymuniyye'dir.  İçlerinde en aşırı olanları; "
EZRAKİ" veya "Ezarika" fırkasıdır. Ehl-i Sünnet'e en yakın olan  Harici fırkası ise "İBAZİYE
" fırkasıdır. Fıkıhları  Şafii  fıkhına  yakındır.   Ehl-i Sünnet Ve'l - Cemaat'tan ayrıldıkları   sapık   görüşlerine   gelince :
1-"
Hüküm ancak Allah'a aittir. Kim O'ndan başkasını hakem tayin ederse kafir olur.
" demişlerdir.  Böylece  başta Hz. Ali (RA) ve Hz. Muaviye (RA) olmak üzere her ikisi ve her ikisine   tabi   olan   tüm   Müslümanları  kafir  ilan  etmişlerdir.
2- Onlara   kafir   demeyenleri   dahi   kafir   saymışlardır.
3- Hz. Ebu  Bekir,  Hz. Ömer (RA) hilafetleri meşrudur. Hz. Osman azledilmelidir. Hz Ali'ye (RA) gelince "
Günah-ı kebair
" irtikab etmiştir. Taraftarları da aynı hepsi bu hükme girmişlerdir.
4- Düşüncelerine göre günahın ikinci bir manası küfürdür. Kendilerinden olmayanların hepsini tekfir ederler. (Kafir sayarlar)
5- Müslümanlar  toplanıp  kendilerine  halife  seçerler.
6- Halifenin  Kureyş'ten  olma  şartını  kabul  etmezler.
7- Temel   kaynak  olarak  Kur'an'ı   alırlar.  Hadis  ve  İcma'ı  reddederler.  Kendilerinden başka   tüm   Müslümanları   müşrik  sayarlar.
9- Ehl-i Sünnet   müslümanların   ezanlarına   göre   namaz   kılmazlar.
10-Kestiklerini   yemezler.
11-Onlarla  evlenmezler.
12-Müslümanlarla cihad etmek farz-ı  ayındır. Hatta Müslümanlarla savaşa çıkmayan Ezarika'ya  dahi  kafir   demişlerdir.
13-Çocukları  ve  karıları  öldürmeyi  caiz  sayarlar.
14-Diğer  müslümanların Mallarını almayı mübah görürler. (Ganimet malı) (3.4.5.6.7. 8.9.10.11.12.13.14. maddeler Mevdudi'nin "Hilafet ve Saltanat" adlı eserinden alınmıştır sh:299)
15- Umumiyetle Takvayı esas alırlar... Mesela: Taharetin tamam olabilmesi için lisanın da yalandan ve batıl sözlerden arınması gerekir. Söz taşımak, kin ve düşmanlık, çirkin söz de -diğer maddi hususlar gibi- abdesti bozar derler.
16- Bazılarına göre hükümlerin kaynağı sadece Kur'an-ı Kerim'dir. (Sanki günümüzdeki ilahiyatçı  prof'ların  kahir  ekseriyeti   Edille-i Erbaa'yı  kabul  mu  ediyorlar?!)
17- Haricilerin  bir kısmı (Ezarika kolu)  recm'i  kabul  etmezler.  Günümüzde de kabul etmediğini açıklayanlar var. Acaba bunlar da mı Haricidirler?  (Recm: İslam hukukunda Zina eden   evlileri   taşlayarak   öldürme   cezasına   derler.)
18- Varise   vasiyet   yapılabileceğini  ileri  sürerler.
19- Süt  ana  ve  kız   kardeşlerden  başka süt hısımları ile evlenmenin memnu olmadığına (yasak olmadığına) inanırlar. (15.16.17.18.19. maddeler "Aylık Dergi" nin bastırdığı "Ehl-i Sünnet Tetkikleri" adlı kitabın 440. sayfasından alınmıştır.)
20---Amel   imandan   cüzdür   derler.   Ameli   olmayanı   kafir   sayarlar.
21- Haricilerin Ezarika kolu Yahudi ve Hıristiyanları kendilerine daha yakın görmüşlerdir. 22- Müslümanlardan  miras  alınamayacağını  söylerler. (Kafir oldukları için) (Bu 20.21.22. maddeler  "Dünden Bugüne Tekfir Olayı" adlı Prof. Dr. N. Abdurrezzak  Samarrai'ye  ait kitabın  36. sayfasından  alınmıştır.)
23- Dar  görüşlü,   müfrit,   şiddetli   taassup   taraftarıdırlar.   (Osman Keskioğlu.İslam Hukuku)
24- Bu insanlar  çok   heyecanlı  ve  ölmeyi  arzu  ederler.   Vurucu,  yıkıcı  bir  mizaca sahiptirler.
25- Bir kısmı, aramızda adalet bulunduğu müddetçe Emire (Halife'ye) lüzum yoktur derler. (Prof. M. Ebu  Zehra,  Mez. Tarihi,  sh:78)
26- Yusuf   Suresi  Kur'an'dan  değildir  derler.
27- Yeni   bir   peygamber   gelecektir,   derler.
28- Ehl-i  Kıble,   kafir,  müşrik  değildir,  derler.
29- Hakem olayı dine aykırıdır,  derler. (Bu son dört madde, Ali NAR'ın Akaid risalelerinden alınmıştır. Sh:36)
30- Bir  kadın  ile   halasını   aynı   nikah   altına   birleştirmenin   caiz   olduğuna   inanırlar.
31- Mestler   üzerine   meshi   caiz   görmezler.
32- İftidah   tekbirlerinde   ellerini   kaldırmazlar.   Namazda   ellerini  kaldırmazlar.
33- Tütün   haramdır,  derler.
34- Ahirette   Allahü  Teala'yı görmek mümkün değildir. (Bu son 5 madde Prof. Dr.  ZUHAYLİ'nin   İslam   Fıkhı   Ans.  C/1, sh:37-38'den  alınmıştır.)
35- Rüyetullahı, Allahü Teala (cc)'nın  ahirette  görülmesini  inkar  ederler.  (Pezdevi  AKAİDİ, sh:111)
36- Ezarikalardan ekserisi, hayızlı kadının namaz kılması ve oruç tutması gerektiği görüşündedirler.   (sh:66)
37- Bakara   suresinin 204. ayetinin  Hz. Ali (R.A) hakkında nazil olduğunu iddia ederler.( sh:66)
38- Bakara  suresinin 207.ayetinin Hz.Ali (R.A)'yi şehid eden Harici Abdurrahman b.Mülcem hakkında   nazil   olduğunu   iddia   ederler. (sh:66)
39- Haricilerden Şebibiyye,  Kadınların imamet-i uzma (Büyük imamlık-Devlet başkanlığı) görevini üslenmelerini  kabul  ederler. (sh:93)  (Bu 4 madde Prof.Abdulkadir Şeybe'nin Çağdaş Dünya  Mezhepleri   adlı   kitabından  alınmıştır.)

KAYNAKLAR

1- Abdulkahir el-Bağdadi, El-Fark Beyne'l-Fırak

2-İbn-i Abidin, Reddü'l - Muhtar.

3-İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber Şerhi,Aliyyü'l-Kari.

4- Prof. Dr.N.Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi.

5- Prof. Dr.N.Canan,Kütüb-i sitte, Terceme ve Şerhi.

6- Said Havva, El-Esas Fi's-Sünne, İslam Akaidi.

7- Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.

8- Ömer en-Nesefi, Akaid.

9- Aylık Dergi, Ehl-i Sünnet Tetkikleri.

10- Sadru'l- İslam Muhammed Yüsr el-Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi.

11- Ali Nar, Akaid Risaleleri.

12- Prof.Şerafettin Gölcük, İslam Akaidi.

13- Prof. Dr.N.Abdurrezzak Samarrai, Dünden Bugüne Tekfir Olayı.

14- M. Çağlayan. Ehl-i Sünnet ve Akaidi.

15- Mevdudi, Hilafet ve Saltanat.

16-Prof. Dr. Abdulkadir Şeybe, Çağdaş Dünya Mezhepleri.

17- Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi.    

İmamet  Hakkındaki Görüşleri:

       İmamet   kavramıyla   beraber,   bu kavrama  bağlı olarak  daha bir çok görüş ve düşüncede gündeme  gelmektedir.   Şia'nın   Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat'tan ayrıldığı en büyük görüş    işte bu  imamet  meselesine  dayanmaktadır.   Bu   başlık  altında  incelenebilecek konular  şunlardır :

         a) İmamın  seçimi

         b) Ehl-i  Şia'nın  İmamları  Hakkında   Söyledikleri  

         c) İmamın  Üstünlüğü      

    Konu   bütünlüğü  içinde  bu  görüşlerin  hepsine  azda  olsa  yer   verilecektir.   İmamlık ve îmamet Şia akidesinin çok önemli bir yerini işgal eder. Şia'ya göre imamlık, inanç temellerinden ve  İslam'ın  rükunlarından  bir  temeldir.  İmamlara  (mutlak)  itaat  şarttır. Zira onlara itaat, Allah (cc)'a itaat; isyan Allah (cc)'a isyan demektir.   İmamlar, Allah'ın kulları üzerinde  hüccetleri  ve  şahitleridir.   İnsanları doğru yola sevk eden, Allah'ın  ilminin hazineleri,  yeryüzünde   Allah'ın halifeleri ve O'na giden kapılarıdır. Allah'ın nurları, yeryüzünün  direkleridir.   İlimleri  derin  ve  köklüdür.  İnsanların  muhtaç  oldukları  her şeyi bilirler!   İmamları  inkar edenler,   Allah'ı   ve  Peygamber'i  inkar  etmiş   sayılırlar.   Allah'ı,  Peygamber'ini  ve  bütün  imamlarla  zamanın  imamını   tanımayan bir kimse mü'min olamaz.   İmamları   sevmek   iman;  onlardan  nefret  etmek  ise,  küfürdür.  İmamların emirleri,   Allah'ın  emri;  yasakları da, Allah'ın  yasaklarıdır.   Namaz, oruç, hac, zekât  ve cihad  gibi  farzlar   ancak imamla tamam olur.  Yer yüzü, gizli veya açık bir imamdan mahrum olamaz.   İmamlar   ne   zaman   öleceklerini bilirler.  Esasen ölümleri onların ihtiyarına bağlıdır. Meleklere ve Peygamberlere çıkarılan bütün ilimleri, olmuş ve olacak şeyleri,  istedikleri   her şeyi  bilirler.   Melekler   imamlara  haber  getirirler.     Kur'an-ı  Kerim'de ki   "ayat, sadikun,  ehlü'z-zikir,  ulu'l elbab,  rasihun, sabikun  bil  hayrat,  ekvam,  nimet"  kelimeleriyle    "İMAMLAR"   murad  olunmuştur.  (Kuleyni)   

      Görüldüğü  gibi  Şia,   imamlar  hakkında çok  aşırı  bir görüş  ve inanca sahiptir. İmamlığı, Peygamberliğin bir parçası ve devamı mahiyetinde  görür. Adeta   imamları,  peygamberler  seviyesine  yaklaştırmıştır. Nitekim Şianın büyük alimlerinden   Ebu  Ca'fer Kuleyni'ye  göre  nebi  ve  imam  arasındaki  fark  şudur:  "Resul  kendisine  Cebrailin vahiy getirdiği, Cebrail'i görüp ve sesini işiten kimsedir."     

   "Nebi, Cebrail'in sesini işiten,  gözüyle bazan görüp bazan görmeyen, fakat rüyasında görendir."   "İmam ise, meleğin kelâmını işiten,  fakat onu ne gözüyle ve nede rüyasında görmeyendir. (Kuleyni)   Şia'ya göre imam,  Peygamberin yarısıdır.  Peygamberin taşıdığı bütün vasıfları ve özellikleri taşır.  Peygamberler için inen ayetler, aynen  imamlar  içinde geçerlidir".   "İmamın  masumluğu   meselesinde (günahsız;)  aynen   şöyle derler:  "Ali ile Nebi  arasında,   nübüvvet   makamından   başka   bir   fark göremeyiz.  Diğer bütün hususlarda  ikisi   (yani Nebi  ile Ali) de   müşterek   olup   aynı  vasıfları  taşımakladırlar. Fazilet   hususunda   ikisini müsavi kabul ederiz." derler.    376--

   Aşırı   şiilerin  fikirleri de şöyledir :  "Hz. Ali 'den  önceki  halifeler   hilafeti  zorla  aldıkları için gasıbdırlar.  Onları  hilafet  makamına  getirenler,  halifeliklerine   inananlar, yolları şaşırmış  azmış,  zalim  kimselerdir.  Zira  onlar Nebi'nin vasiyetimi inkâr etmişler,  böylece imamı  hakkından  mahrum  bırakmışlardır."     Bazıları  daha  aşırı  giderek  önce  üç   halifeyi   tekfir   eder,  sonra da  onları  halife  seçenleri  ve  halifeliklerine  inananları kâfir sayarlar."     377---

       Konu  ile  ilgili  olarak  merhum  Said  Havva (rha) ise   şöyle   nakleder :  "Hz. Ali (ra), dünya  ve ahirette  Resulullah (sav)'tan  sonra  yaratılmışların en üstünüdür.   Ona karşı savaşan, ona düşmanlık   eden,  Allah (cc)'ın düşmanıdır."  378-- Peygamberlerin yerine ve onların vazifelerini yüklenen imamlar, -tıpkı peygamberler gibi- doğumlarından ölümlerine kadar küfürden,  şirkten;  büyük-küçük,  nefret edilen ve edilmeyen  her  türlü  günahlardan,  zelzelelerden,  hatalardan,  unutmaktan ve yanılmaktan masumdurlar. İmamlar Peygamberlerin vasileridir. Allah'ın emri ve Peygamber'in  tebliğiyle  imamet makamına gelmişlerdir. Her türlü   afetlerden,  belalardan,  günahlardan,  zelzelelerden korunmuşlardır. Tıpkı   peygamber gibi imamında göğsü  yarılmış,  her  türlü  manevi   kirlerden  temizlenmiş kalbine  ilim ve hikmet   doldurulmuştur.    Böylece   hata, sürçme   ve    yanılmalardan   emin  kılınmıştır. (Kuleyni).   Şia;   imamları,  Peygamberler  gibi  masum  kabul  etmekle onların   masum  olduğuna  dair  çeşitli  deliller  ileri  sürmüştür  ki  başlıcaları  şunlardır:

   I—İmama ihtiyaç vardır. Çünkü imam olmadan din işleri yürümez. Biz imamlara itaat etmekle emrolunduk. Şayet imamlar masiyet işleseydi ve başkalarına günah işlemeyi emretselerdi,  tenakuz olurdu. Zira masum olmayana uymak suretiyle  kullukta  bulunmak imkansızdır.  Peygamberin  bütün  özellikleri;  aynen  imamlarda da   gerçekleşir.  Peygamber masum olunca,  imamında masum olması gerekir.  Nitekim, "Ey inananlar  Allah'a itaat edin, Peygamber'e   ve   sizden buyruk  sahibi olanlara  itaat  edin" 379-  ayeti, imamlara  itaatin  şart  olduğuna,  dolayısıyla   masum  olduklarına  delildir.

   2—Biz hakka uymakla mükellefiz.  Herkesin   yaptığı  hak   olamayacağına  göre, insanların   kendisine  uyabileceği   masum   bir  imamın  bulunması   gereklidir.

     3—Şer'i  hükümler  bedihi (apaçık) delildir.   Akılda   tek başına  bir şeyi idrak edemez. Rey  ise  batıldır.   Hükmü   bilecek  masum  bir   imama ihtiyaç vardır.

     4—Şeriat kıyamete kadar gerekli olduğundan onun bir koruyucusu olması lazımdır. Bu koruyucu Kitap (Kur'an) olamaz.  Çünkü kitap, bütün hükümleri ihtiva etmez. Bütün ümmet masum olmadığına göre şeriatı koruyacak masum bir imama ihtiyaç vardır. Yine Kur'an'daki  mücmel,  Müşterek ve müteşabih ayetlerin manasını bilmek içinde masum imama  ihtiyaç  vardır.

    5—İmamların sözü dinde,  Peygamberlerin sözü gibi hüccet olduğundan   imamlara   günah caiz  değildir. (Kuleyni)

   6—Allahü Teala (cc) ile Hz. İbrahim'in konuşmalarını hikâye eden ".... .Allah, seni insanlara   imam yapacağım....." demişti. O (İbrahim) : "Soyumdan da" deyince,  "zalimler benim  ahdime  erişemez"  buyurmuştu"  (380)  ayeti,  imamın  masum olduğuna delildir.

    7— "Ey Peygamber'in  ev  halkı !    Şüphesiz Allah sizden kusuru (kiri) giderip sizi tertemiz   yapmak   ister.!"    381-  ayeti de  imamların (masum)  ismetine  delildir.

     8—İmam, Peygamber'in yerine halktan zekat ve vergi toplayacağına göre, adaletine güvenilir  olması  için   masum   olmalıdır.

      9—İmam,  dinde,  kendine   müracaat; edilip  soru sorulan  ve  alınan   cevaplara  göre amel olunan kişi olduğundan,  hata etmesi  halkın sapmasına sebep olacağından hatadan korunmuş olmalıdır.

    10—Din  işleri imama bağlı olduğundan,  kıldırdığı  namaza  güvenilmesi ve halkın ibadetinde  şüphe  içinde  kalmaması   için   imamın  ismet    sahibi olması gerekir.

      11—İmam,  farzları   çiğneğen,  kabahatleri  işleyen  biri olsaydı onun nasbının (tayininin) bir  lütuf  olması  imkansız  olurdu.   Bu da   imamın   masum  olmasını   gerektirir.

     12—İmam kendisine uyulan,  demek olduğuna göre,  uyulan kimsenin masum olması şarttır.  Günah  işleyecek olsa, o takdirde kendisine uyulmaması gerekir  ki  bu  batıldır.  Allah masum  imam  nasbına   kadirdir,   masum   imama  da  insanlığın  ihtiyacı  kesindir.

      13—Peygamber göndermekten maksat,  onun   getirdiği  dini hükümlere  uymak olduğuna göre ve Peygamberin getirdiği dini hükümleri nakleden de imam olduğuna göre,  imamın   masum  olması  gerekmektedir.

       14—İmamlar, Peygamberler gibi  meleklerden üstündür. Meleklerin masum olduğu nassla  sabit  olduğuna  göre,  imamlarında  masum   olmaları  gerekir.

       15—Şia'ya  göre,  Allah katından hakkı getiren imamların sözleri, Allah'ın sözleri; emirleri, Allah'ın emirleri;  taatları, Allah'ın taatları ve günahları da Allah'ın günahı sayılacağından   imamların  günah  işlemeleri  imkânsızdır.

   İmamların masumluğuna inanmak farzdır. Çünkü kendisine had cezası gerekli olanın, başkasına dini ceza uygulamasını emretmesi mümkün değildir. Şia (îmamiyye), böylece imamların masum olduğunu  ileri  sürdükten  sonra,  onların  günah ve hatalarıyla ilgili haberleri  de şöyle  yorumlar:

    a) İmamlar  günah  işlemezler.  Ancak,  müstehabı terk edipte mekruh olanı  işlerler.  Mevki  ve  durumlarının  yüksekliğine  nisbetle  bu,  onlar  için  günah  sayılmıştır.

     b) İmamlar,  Allah'ın   emrettiği   şekilde halkı doğru  yola sevketmek için halkla ilgilenirler de  böylece  Allah'ı  zikirden   uzak   kalırlar. Bunu bir eksiklik sayarak Allah'a tevbe  ve  istiğfar  ederler.

    c) Marifet  mertebeleri  sonsuz  olduğundan  ve  her  yükseldikleri   mertebede, bir öncekini aşağı bulup bunu kusur kabul ederek Allah'a     istiğfar   ederler.    İmam nasbı Allah'a  vaciptir.   Çünkü  imam  tayininden maksat,  halkın iyiliğini gözetmektir. Halkı sapıtacak  bir imam nasbını  akıl çirkin bulur. Allah'ın  masum olmayanı imam tayin etmeyeceği ise açıktır.  İmamın  masum olması  farzdır.  Zira  imam masum olmazsa,  başka bir imama muhtaç olur,  oda  bir  başkasına...  Böylece  devir  ve  teselsül  batıldır. Demek ki imamın masum olması   şarttır!. 

      Buraya kadar, imamların masum olmasıyla ilgili görüşlerini   delilleriyle, kendi kaynaklarından naklettik. Görüldüğü gibi Şia bu hususta çok aşırı gitmiş, imamları Peygamberlerin  seviyesine çıkarmıştır. Bunun doğru olmayacağı açıktır."  382--   Buraya kadar   anlatılanları,  "Ehl-i  Sünnet ve Şia'da İsmet İnancı"  isimli  kitaptan  aynen  ve  cümle cümle almaya   çalıştık.  İsmini verdiğimiz kitapta ve  aşağıda kaynaklarını  göstermeye çalışacağımız  diğer  kitaplarda    yazdığımız  her cümlenin  kaynağı  mevcuttur.

      Daha geniş bilgi edinmek isteyenler hem ismini verdiğimiz kitaptan hemd e yukarıda sıralamaya  çalıştığımız  kaynak eserlerden faydalanabilirler. Yukarıda anlatılanlar Şia'nın, imamlarının  masumiyeti  ile  ilgili  iddialarıdır.   Şia'nın   büyük hadis kitaplarından El-Kafi'deki konuların başlıklarından  cümleler halinde bir kaç başlık aktaralım:

    1-"İmamlar,  meleklere,  Nebi  ve  Resullere  verilen  ilimlerin  hepsini  bilirler." 

   2-"İmamlar ne  zaman öleceklerini  bilirler.  Ve onlar kendi  istekleri olmadan ölmezler." (Kafi, sh:258) 

    3-"İmamlar  olmuş  ve olacak her şeyin ilmini bilirler.  Onlara  hiçbir  şey gizli değildir." (Kafi, sh:260)

   4-"İmamlarda bütün kitaplar vardır ve onları çeşitli dillerde olmasına rağmen anlarlar, bilirler." 

   5-"Kur'an'ı  imamlardan  başkası  toplamamıştır.  Onlar Kur'an  ilimlerinin  hepsini  bilirler." 

   6-"İmamların sahip olduğu şeyler,  Peygamberlerin alametlerindendir." (Kafi,sh:231)

   7-"İmamların  durumu  ortaya  çıkınca  Davud  ve  ali  Davud'un  hükmü  ile hükmederler.  Delil   istemez   ve   sormazlar."   

  8-"İmamlardan çıkanlar hariç, insanların elinde bulunan her şey batıldır, imamlardan çıkmayan   her   şeyde   yine   batıldır." 

      "On iki  imamlarına bu imamların dahi kabul etmeyeceği sıfatları uyduran şii'ler bir taraftan imamlığın beşeriyyetin üstünde bir mertebe olduğunu iddia ederken öte yandan Resulullah (sav)'in  Allah (cc)'ın  vahyettiği  göklerin  yaratılması,  cennet ve cehennemin vasıfları  gibi  gayba dair  haberleri  inkar ediyorlar.  İmamlarının  mertebelerini kendisine vahiy  inen (Peygamberin)  mertebesinden  üstün  tııtarlarken  bunlarla  bizim  aramızda  hangi yakınlaşma  mümkün  olacaktır..  Abbasilerin  isyanı  Şii'lerin  teşvikleriyle   olmuştu. Aynı   şeyi   Abbasi   devleti,   Hülagu   tararından tehdit edilince Abbasilere yaptılar... Putperest   Hülagu ile birleştiler.  Takiyye   inançları   gereği   menfaatin  fazla  olduğu  tarafı seçtiler.  

     Şia alimlerinden En-Nusayr et-Tusi, Abbasi Halife  Mutasım'a saçını başını yolarak methiyeler,  şiirler yazarken çok geçmeden 655 senesinde hemen aleyhine geçmiş, İslâm'ın Bağdad'da bir an önce yıkılmasını  gözlemeye   başlamış   ve  maalesef   Hülagu'nun  yanında yer  alarak  en  ön  safâ  geçmiş.   Hülagu   ile  müslümanların   boğazlanmasını   kontrol etmiş  ve  İslâm kitaplarının  Dicle'de  boğulmasına   rıza  göstermiştir."  383--

      Yukarıda ki ifadelere göre,  Allahü Teala (cc)'ya  ait  sıfatların  bir  kısmını  imamlarında görmeye  çalışan  bu insanlarla hangi konuyu halledebilirsiniz?      Gafil  avlanan kardeşlerimiz;  diğer  konularda olduğu gibi burada da aynı safça iddiayı ortaya atıp, şöyle  diyebilirler :  "O  sayılan  rivayetler   eski  inanç  sistemlerinde olsa  bile  şimdiki   müslümanlarda böyle bir inancın olması mümkün  değildir,  olamaz!"    Bizde,  "Evet mümkündür olabilir"  diyoruz. Zira  o inançların  hala  bu  günde  geçerli  olduğunu  görmekteyiz!   

  Ehl-i şia, eski  düşüncelerinden  ve  akidelerinden en ufak bir taviz vermez  vermeye de yaklaşmaz.  İşte  isbatı!    İnkılap liderleri dahi aynı akideyi yaşatma ve yayma gayreti içindedir;  ve  şöyle  diyor :  "Mezhebimiz gereğince Bu manevi makamlara  'Melek-i  Mukarreb  ve  Nebiyyi  Mürsel de  erişemez.  Rivayete  göre,  Resul-i  Ekrem (S.A) ve imamlar  (AS)  bu  alemden  önce,  arşın  gölgesinde   idiler. Doğmadan önce diğer insanlardan  ayrı  idiler  ve   bu   açıdan   üstünlükleri  vardı..."  384--    Akıl sahibi mü'minleri,  şu  yukarıda  geçen  cümleler  üzerinde birazcık olsun düşünmeye davet ediyoruz.   Tarih   içinde   inançlarının   temel   esasları  haline  getirdikleri    akidelerinden  bu gün   hangisini  atmışlardır.  Yahut   atmayı hiç  düşünmüşler  midir?   "Mürsel Nebi'den üstün imam" nazariyesi  de  ne  demek?  Paylaş bakalım nasıl paylaşıyorsun  bu  inancı? Yaklaş  bakalım  nasıl  yaklaşıyorsun   bunlara  ?

     Peygamberlerle imamlarını aynı kefeye koyan, hatta daha üstün gören bir görüş!    Söyledikleri  her  söz dinde hüccet sayılmaktadır.  Asla günah işleyebilecekleri caiz görülmüyor.   Ne  korkunç ifrattır.  Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat 'tan   bir  müslümanda  kalksa şöyle  dese;   şu konuda İmam-ı Şafiî'nin içtihadı şöyle vb.  Vay o müslümanın haline! Ne  fıskını  bırakırlar,  ne  şirkini  ne  de  küfrünü!    Ne  gülünç  bir mantık! Ne taassup! Demezler mi ki, siz  imamları  Peygamberlerle eş, hatta bazı Peygamberlerden daha üstün tutuyorsunuz fısk, şirk, küfür olmuyor da; biz sadece Hadis-i Şeriflerin  gereği  yapılan   içtihadlardan  bahsedince   niçin   fısk,  şirk,  küfur  oluyor ? 

ŞİA’NIN  İMAMLARI  HAKKINDA  SÖYLEDİKLERİ

1-"İmamlarının,   hem   zahiren   hem de   batınen,  imam  olmadan  öncede,  imam  olduktan  sonra  da  masum  olduğuna  inanırlar.  Peygamberlere  kıyas  yaparlar.

2- İmamiyeler,  imamın,  imamlığını  isbat  etmesi için bir  kısım akıl üstü  davranışlar gösterebileceğine   inanırlar.    Mucize   gösterdiğine  inanırlar.

3- İmam   bazen  delil  ile  bazen   mucize  ile  bilinir.  (Tusi)

4- İmamın  her  türlü   hükümleri   bilmesi  gerekir.

5- Bu  ilim  ledünni  ilmidir,  îctihad  gibi  değildir. (Daha kuvvetlidir)

6- Bütün İmamiyye, imamlarımın mertebesinin Peygamberlerin mertebesine yakın olduğu hususunda asla ihtilaf etmemişlerdir."  393-  Hatta mürsel nebilerden üstün olduğuna inandıkları,  Humeyni'nin  dediği   gibi  mezheblerinin  bir  gereğidir.

"Ehl-i  Sünnet'e   göre  Buhari'nin  önemi  ne  ise,   Şiiler  nezdinde    Kuleyni 'nin   Hadis kitabı  olan "el-Kafi"nin değeri de  odur.   On  altı  bin  küsür (16. 000) hadis ihtiva eden bu kitaplarına  dönelim."

7- "Kuleyni, . . . .İmam M. Bakır'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali'nin veli ve imam olduğunu, diğer  hidayete  ermiş   imamlara da uymayı  ve  onların  düşmanlarından uzak olarak  Allah'a yakın olmayı, tasdik  etmektir.  Şüphesiz imamsız olan bir kimse yolunu şaşırmış,  sapıtmış  olur.   Bu   durumda   kalırsa    "kafir"   gibi  ölmüş  olur!  (Kafi, sh :84- 86)

8- Yine Kuleyni, vahiy ve imâm konusunda îmam Ali Rıza'dan şunları nakletmektedir: " îmamın   kendine de  vahiy  gelir.  Söyleneni  işitir,   fakat   konuşanı  görmez." (el-Kafi, sh:82)

 9- İmamların mevkileri ve makamı  hususunda da yine imam Ali er-Rıza'dan "imamların makamı  Nebiler  menzilesindedir,   çünkü  imamlar  kusurlardan  ve günahlardan arınmışlardır."

10- Muhammed Bakır'dan  da "îmamlar bir şeyi bilmek istediklerinde, Allah'ın sadece onlara  bildireceğini  ve  imamların  ölecek zamanı   bildiklerini,   yalnız   kendi   istekleriyle  öleceklerini   ve   onlara   hiçbir   şeyin   gizli   olmadığını,"   söylerler. (el-Kafi, sh:96-126)

11- "İmamlara,  insanların  amellerinin arz  olunacağını,  Ca'fer  es-Sadık'tan nakleder." (el-Kafi, sh:99)

12- "Kuleyni, yine  Ca'fer es-Sadık'tan,  imamların  nezdinde   Hz. Fatıma'ın   Mushaf'ı  ve onda   Kur'an'ların  benzeri  olduğunu  üç  kez  tekrarladığını,  fakat  şimdiki   Kur'an'lar da ondan tek  harf   olmadığını",  nakleder. (el-Kafi, sh:II5)  

13- Şehristanî'ye  göre de  Şiiler,  hilafette, Hz. Ali'yi bırakıp diğerlerini , tercih ettiklerinden dolayı  bütün  Ashabı   Kiram'ı  Kafir  sayarlar.  Hatta  bütün  mü'minlerin  küfrüne veya fıskına   hüküm  verirler.

14- Hz.Ali'ye  bile  dil  uzatılmıştır.  Bazıları da,  Hz. Ali'yi  Muhammed'den  üstün  tutarlar.

 15- Bir   gurubuna  göre  haşa,  "Ali  ilahtır,  Muhammed' i  gönderen odur"   Bazıları ise Ca'fer es-Sadık'ı  ilah  kabul   edip  Küfe'de  ona   ibadete  kalkışmışlardır. ..

16- Bir kısmı da,  imamların  hepsini,  ilahlaştırıp "Allah'ın, onların  suretinde  olduğunu, onların   lisaniyle    konuştuğunu  ve  onların   ellerinden   tuttuğunu   söylemişlerse de  îman  Şehristani  bu  sapık  görüşlerin  gerek  imamlara   isnadını   gerekse   batıllığını tenkit ve tetkik  etmeden  geçmemiştir. 

17- Yahudiler İslâm'a zarar vermek için,  Şiiliğe girmiş, Ehl-i beyt için kavga veriyor,  görünmüşlerdir. Daha öncede işaret ettiğimiz gibi,  bir çok yalan,  hurafe  ve  sapıklığı  Şiiliğe sokmuşlardır.   Oysa   Ca'fer   es-Sadık,  ilim,   fıkıh   ve   zühtten başka bir şeyle ilgilenmemiş ve  kendini   imamlar   zincirinden   saymamıştır.   Fakat   sonradan   Şia'ya  bağlı  görünenlerden  bir  çoğu   ortaya   çıkarak bu imamlara yaptıklarının  yanında,  yapmadıkları  bir çok  şeyi  de isnat etmişlerdir.   Onların   görüşlerini  yalanlayarak,  yaydıkları sapık inançlara   karşı   koymuşlardır.   Kendileri onlardan uzak durdukları gibi halkı da uzak durmaya  çağırmışlardır.  Şehristani   ve   İbn   Hazm   bu   durumlara örnekler vermişlerdir.   

a) Bir defasında Abdullah  b.Sebe  Hz. Ali'ye  dönerek :  "Seni  Sen!"  diye hitabetti. Bu hitapla Hz. Ali'yi   "ÎLAH"   olarak   nitelemiş oluyordu. Hz. Ali, İbn Sebe'yi  Medain'e  sürdü...  İbn  Hazm  ise  şöyle  anlatır :   "Abdullah   İbn   Sebe 'ye   mensup   bir   gurup  Hz. Ali 'ye   gelerek,   "Sen O sun"   dediler.   Hz.  Ali'de onlara, "O  dediğiniz kimdir?"  diye: -sorunca onlarda  "Sen Allah'sın" diye mukabele ettiler.   Hz.  Ali onların   sözüne  derhal  karşı  çıktı   ve   yakılmak  suretiyle   idamlarına   hükmetti.   Hz. Ali'nin   hükmü   derhal   infaz edildi.  (İbn Hazm)   394--  Bu olayları daha değişik  şekillerde  anlatanlar da vardır. Hatta  Hz. Ali (r.a)’nin,   İbn-i Sebe’yi  ateşe attıracağı zaman  kurnaz fitneci  adam  aynen şöyle demiştir:  "Senin gerçek ÎLAH  olduğuna  iyice  inandım."   Hz. Ali     niçin  diyince, "Çünkü  gerçek  ilah  kullarına  ateşle  ceza  verir."  demiştir.    Önemli  olan  ortak  husus şudur :  O  günkü  sapık  insanlarda   görüşlerine  ayetlerden  ve  hadislerden  deliller buluyorlardı  bu günkü  insanlarda.   “Kur'an  bize  yetmez  mi?”  diye.   Veya  Kitapla  Sünnet  bize  yetmez  mi  diye?   İşte  bu  görüşler,  o  fitne  döneminde  de  aynen  vardı.  395--

   Bu   düşünceyi   yayan   insanın   Abdullah  İbn Sebe olduğu da kesin. Bu insan Yahudidir.   Şiilik adı  altında  bu  sapık  düşünceleri   yaymış   ve İslâm'da çıban başı olmuştur.

    Şehristani, bir çok sapık  Şii--fırkalarını saydıktan sonra,   Caf'er b. M. es-Sadık'ın   bütün bunları kovduğunu,  lanetlediğini belirtmekte,  aslında bu gurupların tamamen sapık ve imamlarından  habersiz  olduklarını  kaydetmektedir. (Şehristani el-Milel ve'n-Nihal, 1,155)

     İmam Ca'fer es-Sadık hayatında daha bir çok sapık  insanı  reddetmiş  kovmuş  onlardan uzak durmuştur.  Zira onların yaydığı inançları tasvip etmiyordu. Ebu'l Carud, Ahmed b.Keyyal'da bunlardandır.  396--

   "Şia'yı   tehlikeye düşüren bir başka sapık davranış ise,  hadis uydurma ve iftira yolu olmuştur.  Önce  iddialarını  destekleyen  bir çok hadis ve  rivayet uydurmuşlar,  sonrada   büyük  bir   ustalıkla  bunlardan bir kısmının  meşhur  hadis kitaplarına girmesini sağlamışlardır.   Bununla  kalmayarak,  kendilerine  hadis kitapları tedvin etmişler. Zaten, sadece Ehl-i Beyt kanalıyla rivayet edilen hadisleri kabul etmişler ve bu (uydurdukları) hadislerin  senet  zincirinde  yalnız   imamla  yetinerek,  imamla   peygamber  arasındaki  senede  ehemmiyet  vermemişlerdir.  İmamın günahsız   kabul edilişi,  kendisinden rivayet edilen  hadisin   sahih  olduğunu açıklamak için yeterli görülmüştür. ......Uydurulan sayılamayacak  kadar çok  hadisi  Hz. Peygambere  mal  etmeyi   başarmışlardır.   

    İmam-ı Ca'fer'e   isnad   edilen  görüşlerinden  bazıları  ise şöyledir;

1-Bize ait  bir  sırrı  ifşa eden, dağlar kadar altın bağışlasa yine de uzaklaşmaktan başka bir şey yapmış olmaz.

2-Takiyye dedelerimizin,  babalarımızın ve benim dinimdir. Bundan dolayı Takiyye'ye inanmayanın  dinide  yoktur.

3-Bize itaat,  Allah'a itaat, bize isyan Allah'a isyan demektir.   Biz Allah'ın halk üzerindeki kapıları,  perdeleri,  emirleri ve sırlarını   gizleyen muhafızlarıyız.

    Ca'fer es-Sadık 'ın ölümünden sonra muhtelif fırka ve mezheplere  ayrılan Şii'lerden her gurup kendilerini bu imamın   taraftarlarına kabul ettirmek için, fikir ve görüşlerini ona dayandırmışlardır. İşin  gerçeği  şu  ki;  Ca'fer es-Sadık'ın,   bunların isnat ve fikirleriyle alakası yoktur.   Şia   maskesini  kullanan sapıkların, İmam Ca'fer es-Sadık'dan rivayet ettikleri   açık çelişkilerden biri de onun kendinden sonra tayin ettiği imamla ilgilidir. (Şehristani aynı eser, c.I sh:I46)  

    Keşke bunlar Ca'fer es-Sadık'ın  sözleri  olsa,  keşke  Ca'fer es-Sadık  kendinden  sonra  bu  imamları  tayin  etmiş olsaydı.  Fakat gerçekte  böyle  bir şey yoktur.    Hadis uyduran hadis  alimleri buldular ve hadis uydurmaları için zorladılar. Bu muhaddisler Yakup el-Kuleyni- Hüseyin  b.Babaveyh  Hasan  et-Tusi. 

   Bu fesatların  kol   gezdiği  dönemde  Şa'bi'nin  şu  ifadeleri oldukça önemlidir:  "Hz. Ali adına bir tek  yalan  uydurmam karşılığında bana köle olmalarını ve evimi  altınla doldurmalarını   isteseydim   muhakkak  kabul ederlerdi." (İbn Abdi Rabbih el-Ikdı'l-Ferid,c.2 sh:409)

   Tüm bu sayılanlardan sonra sapık düşüncelerin girmediği ve uydurmacıların ellerinin uzanmadığı, saf ve gerçek İmamiyye mezhebinin ilk durumunu yazmak istesek bunu yapmamız   neredeyse  imkansızdır. Çünkü  İmamiyye mezhebinin tamamı veya büyük bir kısmı uydurmadır. Aslında ana unsurları da İslam'i değildir. Bunun sebebi de imamet meselesinin  bu  mezhebin en büyük problemi olmasıdır. Zaten "İmamiyye ismini de bu sebepten almıştır. Bu (imamet) meselenin ise tamamı uydurmadır.  İmamiyyenin  hareket noktası  olan  "Vasiyet"  konusu,   bizzat  Hz. Ali  tarafından  yalanlanmıştır.  İbn Abd-i Rabbih, Abdullah b. el -Kevva'nın,  Hz.Ali'ye,  Hz.  Peygamber'in   kendisine  bir  şey  vasiyet edip  etmediğini  sorduğunda  Hz. Ali'nin   ona:   "-Ey Allah'ım   O'na  ilk  iman  eden  benim, yine  O 'nu   ilk yalanlayan   ben   olamam. Bende Hz. Peygamber' in  bir   vasiyeti  yoktur. Şayet böyle bir şey olsaydı ne Temim, ne de Adiy oğullarından birisini minberde bırakmazdım.  diye   cevap   verdiğini  rivayet  etmiştir.  

               ÎMAMIN   ÜSTÜNLÜĞÜ

          İmamet  ve üstünlük meselesindeki  görüşlerin Şia'ya İslâm dışı güçler tarafından sokulduğunu  gösteren delilde  İbn Ebi Hadid'in,  "Bu hususta orta ve mutedil  bir   yol  takip  ettiklerini  ifade  eden"  sözüdür.  Acaba  İbn  Ebi  Hadid'in, Hz. Ali'ye  nisbet  ettiği  sıfatlar  "orta yol"   olarak  kabul edilirse, daha  ileride ne kalır?  Hz.Ali'yi,  Hz. Muhammed'den üstün tutan Ulyailer'in  görüşleri  ve  daha  ileri giderek, Hz. Ali'yi ve oğullarını  ilahlaştıranlar  vardır.  İbn Hadid  kendi  görüşünü, bunlara bakarak "orta yol" şeklinde  nitelemiş olmalıdır.  Yoksa İslam inançları çerçevesinde onun  görüşü de orta yol olarak kabul edilmediği gibi tam bir sapıklık olarak nitelenebilir."  (215)  

          "Demek ki   imametten  bahsetmek, bir yönüyle bu şii mezhebinin sapıklığından bahsetmek, yani Hz. Ali  ve  ilk   imamların   görüşlerinden ayrılıp bu gün  geçerli saydıkları  uydurmalara  yönelişinden  bahsetmek  demektir.  Bu  sapmanın  odak  noktası  "İmamet"  konusu olmakla birlikte ilk   İmamların sözlerinde bu manada bir imamet anlayışına rastlayamıyoruz. İmamet meselesini en geniş çerçevede ortaya koyan  kişi,   Şii  alimlerinin müteahhirininden Meclisi olmuştur. İmametle ilgili "Hayatü'l -Kulûp" isimli eserinde geniş açıklamalar yapmıştır.

         1- İmamın gerekliliği  ve  imamsız  bir zaman  olmayacağı,

         2- İmamların masum oldukları, 

        3- İmametin Allah'ın ve Hz. Peygamber'in tayiniyle olduğu,  her  imamın da kendisinden sonra  gelecek  imamı  tayin  etmesi,

         4- İmamı tanıma zaruriyeti,

         5- Bir  imamı  inkâr  etmenin,   bütün  imamları  inkâr  etmek  gibi  olduğu, 

         6- İmama  itaat etme zaruriyeti,

         7- İmamsız  hidayete  varılamayacağı,

         8- İki  değerin  Kur'an ve  Ehl-i Beyt   olduğu,

         9- İmamların  tayin  edilmesi."  (216)

    Bu kadar nakilden sonra  yine:   "Aramızda  yalnız  bir  imamet  farkı  var.   İhtilafı büyütmemek  lazım,   itaat   edilmesini  engelleyen ne var ki?" diyebilir misiniz? Şia'nın   bu inancından  vazgeçmediği  müddetçe  Ehl-i Sünnet'le  uzlaşma  imkanından   bahsetmek  çok  gülünç   olur.  Saf  kardeşlerimiz  ise  bu inanç üzerine itaat beklemektedirler.  Boşuna  bekleyip  yorulmayın!  Yukarıda  izah  edilen  ve  İslam'da yeri  olmayan   düşüncelerinden   dolayı   kesinlikle  caiz  değildir. Vekile itaat zaten caiz değildir.   Bu  bizim akaidimizin   gereğidir.   Ehl-i Sünnet akaidi denilen Akaid, zaten Ehl-i Bid'at   fırkalara verilen cevaplardır. Yani   Ehl-i  Bid'at  ortaya bir takım sapık ve sakat   görüşler   atmış,   o görüşlerini   yayma savaşı vermektedir. Ehl-i Sünnet Uleması ise, bu sapık ve sakat görüşlere cevap vererek inancın aslını, doğrusunu  ortaya  koyma  cehd ve gayreti içine  girmiştir.  Zamanımıza  kadar  başarılı  olmuşlardır,  İnşa'Allah bundan sonra da başarılı olurlar.  Allah (c.c) cümlesinden razı olsun.  AMÎN. Allah (c.c) kendine ihlas ile ibadet ederek ihsan mertebesine  ulaşmak  isteyen  mü'minleri  bu güzel  yoldan  ayırmasın.   Bizleri de  onlardan  ayırmasın.  Ehl-i   Sünnet   yolunda   olmamıza  ne  kadar dua ve hamd etsek yine de azdır!

       Günümüz Müslümanlarının kısmen de olsa haklı oldukları ve neticede yanılmalarına  sebep  olan hususlar yok mudur? Elbette vardır, Öyle ki, Ehl-i sünnet'im diyen büyük bir kitle, Tağuti sistemlerin baskı, zulmü ve daha başka sebepler  yüzünden  akaidlerinden tecrid edilmiş  bir  hale  getirilmişlerdir. Hem namazı   kılmayı,  hem  de faizli  bankanın   müdürlüğünü,   hem   ayağa  mest giymeyi,  hem de fötr şapka giymeyi, hem müslüman olduğunu hem de genel evin vesikalı  hizmetçisi  olduğunu  söylemeyi ihmal etmezler.  Hem imam olduğunu, hem de İslâm  dışı   ideolojilerin   tellallığını yapmayı, hem Muhammed'in ümmeti olduğunu, hem de başka  insanları kurtarıcı  kabul etmeyi,  Hem hoca oğlu olduğunu, hem de şeriat düşmanı olduğunu,  hem şeyh olduğunu, hem de Kur'an devletine lüzum olmadığını,  Hem  demokrasinin   güzel bir yönetim olduğunu, Hem ilahiyatçı olduğunu, hem de İslâm'da   laikliğin   olduğunu,   hem   Ehl-i sünnet olduğunu, hem de şeyhinin masum  olduğunu  ve  daha  nicelerini  görmenin   mümkün  olduğunu.  İslami  eğitimden  mahrum  bırakılmış  bu  kitlenin   İslam  adına  daha  birçok  bid'at  ve  hurafelere  saplandıkları  doğrudur!

          Derenin  bir  yüzü  böyledir de; diğer  yüzü  nasıldır?  Araştırıldığında  hiçbir  farkın  olmadığı  görülecektir.  Şöyle ki;  "Kur'an  Müslümanlığı",  "Kur'an'a  yöneliş  hareketi",  "Kur'an  bize  yeter"  safsatası, "Selef  Müslümanlığı"  maskaralığı ,  "Ehl-i  Hadis  Müslümanlığı" , "Mezhepsizlik"  kepazeliği,   "Entel,  Radikal  Müslümanlığı",  "Bizim  Şeyhe  bağlanmayanın  dünya  ve  ahireti  berbat  olmuştur"  hurafesi  vb.  nice  garib  manzaralar!   Derenin  bir  kenarında ki  olumsuzlukları  görüp,  diğer  kenardaki  olumsuzluklara  sarılmanın  hiçbir  haklı  gerekçesi  olamaz.

          Günümüz  kitlelerine  bakıp  işte  Ehl-i  Sünnet  budur  demek,  tam  anlamıyla  bir  insafsızlıktır!  Noksan  bir  değerlendirmedir.  Biz  Bid'at  fırkalarını  eleştirirken  kaynak  sayıkları  kitaplardaki  sakat  görüşlerini  eleştirdik.  Karşı  tarafta  bize  yönelik  eleştirilerinde  kaynak  eserlerimizi  göstererek  eleştirsinler  biz  bundan  memnunluk  duyarız.   Ama  gel gör ki,  Şia  adına  Ehl-i  Sünnet'e  savaş  açanlar;   ne  İmam-ı  Azam  (rh.a)'ı  tanımaktadırlar,  ne de  İmam-ı  Maturidi (rh.a)'yi.  Fırka-i  Naciye'yi  eleştiren  bir  kısım  müslümanlar,  Şia'nın  hangi  itikadi  fırkaya  bağlı  olduğunu   dahi   bilecek  bir  seviyeye  ulaşmış  değillerdir!    

          Bugün   Kur'an'a   bağlı  olduklarını   söyleyen  yüksek (!)  din  eğitimi   almış   insanların,   üzerinde  durdukları  bir  akım  vardır.   Bu  akım   sistem  tarafından da  icazetlidir!   Bu  dini  akımın  gidişi  çok  kötüdür!   Aynen  motoru  ve  fireni   patlamış,  direksiyon  hakimiyetini  kaybetmiş  bir  sarhoş  sürücünün  çılgınca  hareketlerine  benziyor.   Bu   sarhoş sürücünün  otomobiline  binenlerin  vay  haline!   Bu  akım,  İslam'ı  ana  kaynağı  Kur'an-ı  Kerim'den  öğrenme  akımıdır.   Bu  yolu  seçen  insanlara  şaşmaktan  başka  yapılacak  bir şey  yoktur!   Müslümanların  bu  tür  akımlara  karşı  çok  dikkatli  olmaları  lazımdır.    

           "İmametle  ilgili  şu  ana  kadar  yazılanlara  karşı  Ehl-i  Sünnet  alimleri,  Şia'nın   görüşlerinin  doğru  olmadığı  hususunda  ittifak  etmişler  ve  Şia'nın  görüşlerini   şu  hususlardan  dolayı  reddetmişlerdir. 

       1-İmama  ihtiyaç  vardır,  fakat  masum  imama  ihtiyaç  yoktur.  Dini  hükümlerin  yerine  getirilmesi,  kötülüklerin  giderilmesi  ve  İslam'ın  korunmasına  ihtiyaç  vardır.   Ancak  bu  ihtiyaçları  giderecek  kimsenin  masum  olması  şart  değildir.  İctihad  ehli  ve  adalet  sahibi  olması  yeterlidir.  İmamın  hata  etmesi  caizdir.  Uyanlara  ise  herhangi  bir  sorumluluk  yoktur. "Ey  inananlar!  Allah'a  itaat  edin.  Peygambere  ve  sizden  olan  emir  sahiplerine  de  itaat  edin." (217)  ayetindeki    "emir  sahipleri"   Şia'nın  ileri   sürdüğü  gibi  İmamlar,  demek  değildir.   Ya  Raşid  halifeler  veya  seriyye  komutanları,  yahud da  dini  hükümlerde   fetva  veren  ve  insanlara  dinlerini  öğreten  alimlerdir.  (İbn-i  Kesir'de  buradaki   Ulu'l  emr'den  maksadın  Ulema  olduğunu  beyan  etmektedir.)  Şu  hususta  unutulmamalıdır ki,  imam  şeriata  uygun  ettiği  sürece    ona  uymak  gerekir.    Şeriata  karşı   hareket  ederse,  ona  uyulmaz. (218)    Peygamberlerin  bazı özellikleri   imamlarda tahakkuk edebilirse de, bütün özelliklerinin imamlarda bulunması söz konusu değildir.   İsmet de bunlardandır. Ehl-i Sünnet'e göre İsmet, peygamberlere mahsus bir sıfattır ve peygamberlik şartlarındandır.  İmamlık şartlarından değildir. (219)

     2- İnsanların, hidayet  için  Kur'an  ve  Sünnet'e sarılmaları yeterlidir. Bu konuda  birçok  ayet  ve hadis vardır. Ama masum imama uymanın lüzumunu  belirten tek bir ayet ve hadis yoktur.

    3- Şer'i   hükümler  bedihi (apaçık) dir. Mü'minler, açık olmayanlarını (Müteşabihleri) anlamakla yükümlü  tutulmamışlardır. Zira İslâm'da güç yetirilemeyeni teklif yoktur. İmam, vahiy almadığına göre, bedihi olmayan şer'i hükümleri  nereden  bilebilecek?  Ehl-i Sünnet'e  göre, rey ve kıyas haktır.  Masum birine ihtiyaç yoktur.  Kur'an, Sünnet, İcma' ve Kıyas'tan ibaret olan şer'i deliller insanlara  kafidir.

       4-- İmam, şeriatın koruyucusu kabul edilse bile, şeriatı kendi zatıyla koruyor değildir.  Aksine,  Kitap,  Sünnet,  İcma' ve sahih içtihadıyla korur. İmam'ın içtihadında  hata  etmesi  ise  caizdir. Bu hata sağlam şeriatı bozmaz. (220)

     5- İmamların sözü,  Peygamberlerin sözü  gibi  hüccet  değildir.  İmam  kumandan mesabesindedir.  Peygamberlere  caiz  olmayan  şeyler,  imamlara caizdir.  (Kadi Abdu'l Cebbar, Mugni, c.15.sh:313)

     6- "...Seni insanlara  imam (önder) yapacağım" dedi. O  (İbrahim): "Soyumdan da" deyince,   "zalimler benim  ahdime erişemez"  dedi. (Bakara: I24) ayeti imamların masum olduğuna delil değildir. Zira ayetteki "ahd"den murad,  ya peygamberlik veya imamlıktır. (Taberi, Cami'ul Beyan, C.I. sh: 530)  Şayet imamlık ise, her masum olmayanın  zalim  olduğu  gerçek delildir.  Belki,  adaletli olmayan,  tevbe edip  nefsini ıslah etmeyen zalimdir. (Cürcani, şerhu'1-Mevakıf,C.3.sh:265-266)

    7- "Ey  Peygamber'in  ev  halkı  Şüphesiz  Allah  sizden  kusuru  giderip  sizi tertemiz yapmak ister." (Ahzab: 33) ayeti de imamların ismetine delil değildir. Çünkü, bütün imamların Ehl-i beyt'ten olma şartı ve zarureti yoktur. Ayrıca ayetteki rics, manevi pislik olan töhmettir. Onlardan töhmetin kaldırılması, hata etmelerini engellemez. Zira müctehid, içtihadı hatalı da olsa sevap kazanır. (Rüşdi Alyan,el-İslâm, ve'l-Hilafet, sh: 59)

       8- Halktan  zekât ve vergi toplamak için adaletli olmak gerekli ise de masum olmak şart  değildir.

      9- İmam ve halife  dini  konularda  fetva verirken isabet de  edebilir  hata da. Müctehidin  hata  etmesi  caizdir.(221)

     10- Halkın, imamın  kıldırdığı  namazda  şüpheye  düşmemesi  için  imamın  masum olması gerekmez. Bu,  Şia'nın bir iddiasından başka bir şey değildir.

    11- "Ben  ümmetim  hesabına,  başlarına   geçecek  sapık  imamlardan  korkarım",  hadisi de  imamların  masum  olmadığına   delâlet etmektedir.   (Tirmizi, Fiten, 51- Ayrıca,  adil  ve  zalim imamlarla ilgili hadisler için bk. İbn Hacer, El- Matalibu'l- Aliyye, c.2, sh: 232-234.)

   12- Masum imama ihtiyaç yoktur, insanlar bütün işlerinde imama uymak mecburiyetinde de değillerdir.

    13- Peygamber'in getirdiği dini hükümleri nakleden,  imamlar değil; adil, zabit ve güvenilir  raviler  ve  alimlerdir.

    14- İmamların,  meleklerden  üstün olduğuna dair akli ve nakli herhangi bir delil mevcut değildir.

    15- Şia'ya göre,  gaip  imamın  naibi  olan  müctehid  imam,  masum olmadığına göre Şia'nın görüşündeki tenakuz kolayca anlaşılmış olur.

    16- Şia'nın, imamlar ve ismetleriyle  ilgili  görüşünün dini naslara uygun olmadığı ortadadır.   Zira,  Peygamberler  bile,   inam  olmak   hasebiyle  hata edebilirler..... Bu nassla sabitken, imamların,  doğumlarından,  ölümlerine   kadar büyük-küçük her türlü  günahtan;  unutmak, yanılmak  ve  hata etmekten  masum  olduğunu  iddia etmek ne derece doğru olabilir?

    17- Şia'nın  ileri  sürdüğü  deliller  dayanaktan yoksundur. İmamın, Haşimi olmasının şart koşulması,  nassın zahirine ve ümmetin,  Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in halifeliğini (imamlığını) tasdik sadedinde yaptığı akid icmaına aykırıdır, İ İmamın, masum  olması  ve  gaybı  bilmesi  şartı da ümmetin icmaı ile batıldır. (Amidi,Gayetü'l-Meram, sh: 384 )

      18- Raşid  Halîfelerin halifeliği ittifakla akdedilmiş ve onlarda masum olmadıklarını itiraf etmişlerdir. Nitekim bazı hususlarda, halifelerin  görüşlerinde  isabet edemeyip yanıldıkları tarihen sabittir.   Bu da imamların masum olmadıklarını gösterir. (Amidi, Ğayetü'l-Meram, sh: 385)

     19- Şia, imamlarla ilgili pek çok hadis ileri sürer.   Şia, hadis  rivayetinde sadece Ehl-i Beyt'e dayanır. Halbuki Şia'nın hadis rivayetinin ilk halkasını teşkil eden Peygamberimizin  torunları  Hz. Hasan ve Hüseyin,  Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta iken   henüz küçük yaşta idiler. Bu sebeple Hz. Peygamber'e yetişmemişlerdir. Bunların, Resulullah'dan  naklen  fetva  ver   dediklerini iddia etmek doğru değildir.  (İbn Teymiyye, Min'hacü's- Sünne. C/I. , sh:230.)

     20- İmamların  masum  olduğuna  dair açık ve kesin bir delil mevcut değildir. (Başta Hılli olmak üzere  bir  çok  Şia aliminin  imamların  ismetine dair ileri sürdükleri deliller  çeşitli mantık oyunlarından ve ayetleri zorlama suretiyle yaptıkları tevillerden  ibarettir.  Her mezhebin kendine göre bir mantığı vardır.  Şia mantığına göre bunlar doğru,  fakat Ehl-i Sünnet'e göre yanlıştır.)  Allah  Teala'nın,  lütfen masum   bir   imam  göndermesinin   gerekli  olduğu  iddiası dayanaksızdır. Zaten böyle  bir  imam  da  mevcut  değildir.   Muntazar   (gibi)  imamdan da kimseye bir fayda yoktur.  Tarihen  herkesin,  On  iki  imamı kabul edip bunlara tabi olduğu da sabit değildir, (İbn Teymiyye a.g.e. c.2, sh:I34-135)

       Ehl-i Sünnet'e göre, Peygamberlerden başka masum yoktur.  Halife olan ve olmayan kimselerin hata etmeleri, günah işlemeleri ve tevbe etmeleri caizdir. Günahları,  tevbe  ile ve iyilikle silinir. Resûlullah (s.a.v) on kişiyi cennetle müjdelemiştir. Onların cennetle müjdelenmesi,  günah  işlemediklerine değil, Allah'ın onları  mağfiret   ettiğine  delildir.  Farz edelim ki, hatadan korunmak için, masum birine ihtiyaç vardır.  Bu takdirde,  her memlekette  bir masumun  bulunması  gerekir, çünkü bir masum bütün beldelere yetmez. Naib tayini, hatanın caiz olmasını önlemez. Dini  bilgileri  öğrenmek   için de masum birine ihtiyaç yoktur. Çünkü  öğretmek ismetle değil,  Peygamber veya Kitap aracılığıyladır.   İmam,  şeriata  tabi olduğu sürece ona uymak gerekli olur.  Şeriata muhalif hareket ederse ona uyulmaz. Bu takdirde red ve inkâr edilir..... Kısaca,  Ehl-i Sünnet'e  göre  Peygamberlerden başka masum  yoktur." (222)

HARİCİLER(2)

Hz. Ali döneminde ortaya çikan siyasî ve itikadî birmezheptir. Mezhebe Hârici'lik adının verilmesi konusunda çok çesitli yorumlar yapılır. Mezhepler tarihçilerince en çok kabul gören yoruma göre, mezhep üyeleri, ümmetin başındaki hak İmam olan Hz. Ali'ye karşı  çıkarak itâattan ayrıldıkları için Havâric (Hâriciler) olarak anılmış, mezheblerine de Hâricilik adı verilmiştir.  Kendi  ifadelerine göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayı  hâricîler adını almışlardır.   Hâricîler  başka adlar ve lâkablarla da anılmış,  tanınmışlardır. Sözgelimi Hz. Ali'nin  ordusundan  ayrıldıklarında  ilk  toplandıkları yer olan Harûra'nın adına izafetle Harûrîler (Harûrîye); Allah'tan başka kimsenin hüküm verme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle  hakem olayına karşı çıktıkları için el-Muhakkime adıyla anılmışlardır. Kendilerinin  ençok  hoşlanarak  kullandıkları  isim   ise Sürât'tir. Satın alıcı anlamındaki Sârî'nin  çoğulu   olan  Sürât'i  kendini   Allah'a   verenler,  satanlar  anlamında  kullanıyorlardı.

Hâricîler iman sorununa yanlış bir usulle yaklaşarak bu konuda kimlerin kâfir olduğunu tartıştılar. Hakem olayında hakemlik yapanları   ve taraflarını kafir ilan ettiler. Cemel Vak'asi'na karışanları ve taraftarlarını lânetlediler. Adâletsiz hükümdara karşı isyanı bütün mü'minlere farz kabul ettiler. Büyük günâhlar işleyen (mürtekîbü'l-kebâir) herkesi kâfir ilân ettiler (el-Bagdâdî, el-Fark beyne'l-Firâk, s. 55). Hâricîler, Hz. Ali ile Sam valisi Muâviye arasinda yapilan Siffin savasinda, sorunun çözümü için taraflarin birer hakem atamalari üzerine ortaya çiktilar. Onlara göre Allah'tan baska kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh). Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar. Sorunu hakemler araciligi ile çözmeyi kabul ettigi için Hz. Ali de kâfir olmustur.

Kâfir olduguna inandiklari Hz. Ali'den ayrIlmanin farz oldugu düsüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan ayrilarak Harûra'da toplandilar. Bu huruc (çıkış) hareketi ile Islâm tarihindeki Ilk siyasî parçalanma gerçeklesti. Harûra'dan sonra Nehrevân'da üslenen bu grup, Islâm tarihinin en katı, en savaşçıl partisini oluşturdu (Ahmet Emin, Duha'l-Islâm, III, 5). İşin ilginç yanı,  Kur'ân'ı  mizraklarinin ucuna takarak Hz. Ali ve ordusunu kitab'ın hükmüne çağıranlar, bunu düpedüz yenilgiden kurtulmak amacıyla  bir  hile  olarak yapmışlardı  ve  ilk başta buna  aldanarak   savaşı  durdurması ve  isteklerini  kabul  etmesi için Hz. Ali'yi zorlayanlar, hattâ tehdit edenler, sonradan hurûc edenlerle aynı  insanlardı.  

Savaşı  kendileri  durdurmuş,  Hz. Ali adına,  onun hiç  istemediği  bir  kişiyi  hakem atamişlar, sonra da bütün  bunlardan  dolayı  Hz. Ali ve ona uyanları   kâfir   ilân  ederek ayrılmışlardı.  Bu  durum, en bağnaz düşmanlarınca bile teslim edilen doğruluk ve samimiyetleri konusunda şüphe  uyandırdıktan  başka,  hareketin   kökeninde  sadece   inanç  farkının  yatmadiğını da düşündürmektedir. Mezhepler tarihçileri, Hâricîlerin ortaya çıkışını  ünlü hakem olayına bağlamakla  birlikte başka nedenlerin varlığından   ve   etkisinden de  sözetmektedirler.   Bunlarin  en  önemlileri  şöyle  özetlenebilir:

1. Hâricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili bir kesimin öncülük ettigi bir düsünceyi temsil etmektedir. Bu kesim siyas"i çalkantilardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsiz olmakta, Islâm'in Ilk yillarindaki ideal toplumun özlemini duymaktadirlar. Hâricîlik hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçeklestirme girisimidir.

2. Hâricîligin ortaya çikmasindaki önemli bir neden, merkezî yönetime karsi süregelen geleneksel direnis psikolojisidir. Buna, câhiliye döneminin zihin yapisini karakterize eden bireysel bagimsizlik egiliminin de önemli bir etkisi oldugu eklenebilir.

3. Hâricîlik hareketinde, çesitli Arap kabîleleri arasinda eskiden beri süregelen kavmiyet psikolojisi ile babadan ogula geçen savas ruhu da önemli ölçüde kendisini göstermektedir.

4. Hâricîlerin ortaya çikmalarina yol açan nedenlerden biri de, bu kisilerin asiri Sii firkalardan olan Sebeiyye ile olan baglantilaridir. Hz. Osman'in sehid edIlmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri sebeiyye tarafindan baslatIlmis ve yürütülmüstü. Hâricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yeralmislardi. Hâricîler, Hz. Osman'in sehîd edIlmesi sorumluluguna katiliyorlar, hattâ bununla övünüyorlardi. Haremlerin bir anlasma saglamalari durumunda hiç süphesiz bundan en çok zarar görecekler Hâricîler olacaklardi. bu riedenle Hz. Ali'yi terkederek bu yoldaki muhtemel bir gelişmenin etkilerinden kendilerini kurtarmak İstemişlerdi. Hz. Ali'den ayrilarak önce Harûra'da, daha sonra Nehrevân'da toplanan ve Abdullah b. Vehb er-Râsibî el-Ezdî'yi kendilerine halife seçen Hâricîler, kısa zamanda tam bir terör havasi estirmeye basladilar.

Görüslerine katIlmayan, önderlerini halife olarak tanimayan, Ali ve Osman'i kâfir ilân edip lânetlemeyen her müslümani kâfir sayiyor, acimasizca öldürüyorlardi. Başlangiçta sayilari  on iki bin kadardi. Hz. Ali'nin çeşitli girişimleri  sonucunda  büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarina katılmış,  geride yalniz dört bin kişi  kalmiştı.   Bunların bütün uyarılarına  rağmen eylemlerini sürdürmeleri, Hz. Ali'nin ordusuyla üzerlerine gelmesine neden oldu. Nehrevân'da, Hz. Ali'nin ordusuyla Hâriciler arasinda yapilan savaş,  güçler arasindaki dengesizlik nedeniyle Hâricîler için tam bir felâketle sonuçlandı. Bazi rivâyetler bu savaştan ancak sekiz-on Hâricînin kurtulabildiğini  belirtir.   Bu  büyük hezimetten sonra hayatta kalabilen Hâricîlerin her birinin başka bir yere kaçtıkları  ve  çok sayıda  hâricî kollar oluşturduklari söylenir Nehrevân bozgunu Hâriciler üzerinde silinmez bir etki birakmiş, onlar için Allah yolunda ölmenin,  şehâdetin  bir simgesi hâline gelmiştir. Bu olaydan sonra hâricileri yönlendiren en önemli duygu, intikam duygusu olmuş   ve  bu,  bir  türlü  tatmin   edilememiştir.  Hz. Ali bir Hâricî tarafindan şehîd  edilmiş;   Hâricîler,  Emevîler   ve Abbasîler döneminde de sayısız isyan  hareketiyle  varlıklarını   sürdürmüşlerdir  (Taberî, Tarih, VI, 29 vd).

Hâricîlerin büyük çoğunluğunu bedevî çöl Arapları oluşturuyordu. Yaşama şartları ve biçimleri, çoğu yoksul olan bu insanlari sertlige, siddete ve kabaliga sürüklemisti. Taskin bir ruha, atilgan bir mizaca sahiptiler. İslâm'a samimiyetle inanmişlardi ancak ufukları  dar, düşünceleri yüzeyseldi. Onlar için hareket her zaman bilgiden önce geliyordu. Bu nedenle inançlarindaki samimiyet onlari bagnazliga, katiliga, hoşgörüsüzlüge götürmüstü. Kendilerini bilgi degil, bir din hâline getirdikleri slogan ve heyecanlari yönlendiriyor, muhâlif olma düsüncesi gerçege ulasmalarini engelliyordu. Kur'ân'i çok okuyor, zâhir anlamina sariliyor, kendi anladiklarinin disinda baska bir anlam tanimiyorlardi. Kendilerinin haklilik ve dogrulugundan öylesine emindiler ki, her an ölmeye, kendilerini fedâ etmeye hazirdilar. Hiçbir önemli neden olmadan tehlikelere atılmaktan sakinmiyorlardi.

Kendileri gibi düsünmeyen bütün Insanlari kâfir sayiyor, öldürülmeleri gerektigine inaniyor ve bu yolda son derece acimasiz davraniyorlardi. Baslangiçta tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh) etrafinda toplanan Hâricîler, Nehrevân olayindan sonra çesitli kisileri önder taniyarak kollara ayrildilar ve kendilerine özgü kimi inanç ve düsünce Ilkeleri belirlediler. Bu kollar arasinda, ayni kökten geldiklerinden süpheye düsürecek kadar derin görüs ayriliklari görülür. Muhâlif tavirlari ve savasçiliklari bir yana, düsünce ve inanç açisindan paylastiklari görüsler son derece azdir. Mezhepler tarihçilerinden Ka'bî ve Sehristânî'ye göre bütün Hâricîler yalnizca su üç noktada görüs birligi içindedirler.

1. Hz. Ali ve Hz. Osman'i, hakemler Amr b. el-Âs ve Ebû Musa el-Es'arî'yi, Cemel savasina katilan Hz. Âise, Talha ve Zûbeyir'i hakemlerin hükmüne razi olan herkesi kâfir kabul etmek.

2. Büyük günâh isleyen kimseyi cehennemde ebedî olarak kalacak kâfirlerden saymak.

3. Zâlim devlet başkanina karşi isyani farz kabul etmek. Bunlara göre ayrica devtet baskaninin Kureys'ten olmasi gerekli değildir. Hür seçimle işbaşına gelmesi sartiyla herkes İmam olabilir. Hattâ zulme saptiginda görevden alinmasi daha kolay olacagi için Imam'in Kureys'ten olmamasi daha iyidir. Seçimle basa geçirilen kisi dogru yoldan saparsa görevden alinmasi, hattâ öldürülmesi farz olur. Es'arî ve Bagdâdî'ye göre hâricîler yukarida siralanan maddelerden yalnizca birinci ile üçüricüde sözbirligi içindedirler. İsferâyînî ve Razi'ye göre ise, yalniz birinci ve Ikinci maddede ittifak edebilmektedirler. Bu bilginlere göre Hâricîler yalniz büyük günâh işleyenleri degil, küçük günâh işleyenleri, hattâ bir hata yapanlari bile kâfir saymaktadirlar. Muhakkime-i Ulâ da denilen Ilk Hâricîlerden sonra Hâricîlik çok sayida kola ayrildi. Bunlar içinde en önemlileri, kendilerinden de birçok kollara ayrılan :

Ezârika, Necâdât, Sufriyye, Acâride, Ibâdiyye ve Sebibiye'dir. Ezârika, Ebû Râsid Nâfi b. el-Ezrâk'i Imam taniyan Hâricîlerin olusturdugu koldur. el-Ezrâk, taraftarlariyla birlikte 64/683 yilinda Basra'da isyan etti, Ehvâz'da Basra valisinin kuvvetleriyle savasirken öldürüldü (ö. 65/684). Ezârika'nin görûsleri söyle özetlenebilir: Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Âise, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Abdullah b. Abbâs ve bunlarla birlikte hareket edenlerin tümü kâfirdir ve cehenemde ebedî kalacaklardir.

1-Savaslarda kendilerine katIlmayarak bir kenarda oturmayi seçenler de kâfirdir.

2-Hem bunlar, hem de kadin ve çocuklarinin öldürülmesi mübahtir.

3-Zinâ suçunun cezasi kirbaçtir, recm uygulamak yanlistir.

4-Müşriklerin çocuklari da babalari ile birlikte cehennemde ebedî olarak kalacaklardir.

5-Takiyye hiçbir sekilde câiz degildir.

6-Büyük günâh isleyen kimse Islâm'dan çikmistir.

7-Imam'in emrine itâat, emri ister hakli, ister haksiz olsun, farzdir.

8-Imamin emrine karsi gelen kâfir olur ve öldürülmesi gerekir.

Necedât, Necde b. Âmir el-Hanefiyye'yi Imam taniyan Hâricîlik koludur. Necde, Yemâme'de isyan etti. Yemen, Hadramût ve Taif'i istilâ etti. Kendisi ve taraftarlari Haccac tarafindan öldürüldü (ö. 69/688). Necedât'a göre din Iki bölümdür. Birincisi, Allah'i, Peygamber'i, müslümanlarin (yani kendilerinin) kanlarinin haram oldugunu ve Allah katindan gelen şeylerin tümünü bilmektir. Bunlari bilmek farzdir, bilmemek özür sayılmaz.   İkincisi ise bu sayilanlarin disinda kalan hususlardir. İnsanlar, haram ve helâl olan hususlarda kendilerine delil gösterilene kadar bilgisizliklerinden dolayi mazurdurlar.

1-Kendileriyle anlasma yapilan kisilerin kan ve mallari helâldir.

2-Küçük, zararsiz bir yalan söyleyip bu yalaninda israr eden kisi müsriktir. Buna karsilik zinâ eden, içki içen, hirsizlik yapan fakat bu hareketinde israr etmeyen kimse müsrik degildir.

3-Can korkusu varsa takiyye câizdir.

4-Insanlarin basinda bir Imam'in bulunmasi sart degildir. Sufriyye Ziyâd b. el-Asfar'a uyanlarin olusturduklari koldur. Buna Ziya'diyye de denir. Sufriyye'ye göre kendileriyle birlikte isyan ettikleri halde savasa katılmayanlar, inançlari kendilerininkine uyuyorsa, tekfir edilmez. Zinâ eden recmedilir. Müsriklerin çocuklari cehennemlik degildir. Takiyye, amelde degil, ancak sözde câizdir. Zinâ, içki ve Iftira gibi dünyada cezayi gerektiren fiilleri isleyenlere kâfir ya da müsrik denilemez. Fakat bu dünyada cezasi olmayan namazi terk gibi büyük günâhlari isleyenler kâfirdir. Birisi seytana uymak, digeri putlara tapinmak olmak üzere  iki çesit  şirk vardir.

Küfür de, birisi nimeti inkâr, digeri Allah'i inkâr olmak üzere iki çesittir. Berâet de Ikiye ayrilir; birisi, sünnet olan, haddi gerektiren fiilleri isleyenlerden uzaklasmak; digeri de farz olan ve Allah'i inkâr edenlerden uzaklasmak. Acâride, Abdulkerim b. Acred'e uyanlarin olusturdugu Hâricîlik koludur. Kurucusu hakkinda hemen hiçbir sey bilinmeyen bu kolun baslica görüsleri sunlardir: Yûsuf sûresi Kur'ân'dan degil, yalnizca bir kissadir. Böyle bir ask kissasinin Kur'ân'da yer almasi câiz degildir. Büyük günâh isleyenler dinden çikmislardir. Savasa katılmayanlar,  ayni   inanci   paylasiyorlarsa  düsman   sayılmazlar. Acâride  kolu,  kendi  içinde

1-Hazimiyye,           2-Su'aybiyye,         3-Halfiyye,                  4-Ma'lûmiyye,

5-Mechuliyye,         6-Saltiyye,             7-Hamziyye                 8-Sa'lebiyye

olmak üzere sekiz kola ayrildi.  Sa'lebiyye'den de Ma'bediyye, Ahnesiyye, Seybaniyye, Rûseydiyye, Mukremiyye adlariyla anilan kollar sürdü. Ibâdiye, Abdullah b. Ibâd tarafindan kurulan Haricilik koludur. Günümüze kadar varligini sürdüren tek Hâricîlik kolu budur. Haliç ülkelerinden   Umman   sultanligi   ve   Zengibar'da   resmî   mezheb   durumundadir. Bu kola göre:

1-Kendi görüslerini paylasmayanlar kâfirdir.

2-Ama bunlarla evlilik iliskisi kurulabilir, miraslari helâldir.

3-Bu kimselerle savasildigi zaman ele geçirilen ganimetler helâl, kalanlari haramdir.

4-Muhâliflerin şâhitligi câizdir.

5-Büyük günâh isleyenler mü'min degildirler.

6-Müsriklerin çocuklarinın ne olacağını yalniz Allah bilir.

7-İntikam amaciyla iskence câizdir.

8-Nifak çikaran kimse müşrik değildir. 

İbâdiyye'nin  Hafsiyye,  Harisiyye ve Beyhesiyye adlariyla  anilan  üç  kolu  vardir (bk. E. Ruhi Figlali,  İbadiyenin Doğuşu ve Görüsleri, s. 53) Sebibiyye, Sebib b. Yezid es-Seybâni'ye uyanlarin olusturdugu koldur. Abdulmelik b. Mervan zamaninda huruç eden Sebib, Haccac ve Abdulmelik tarafindan üzerine gönderilen yirmi ayri askerî birligi bozguna ugratti. Sonunda Kûfe'yi basti. Mescide giderek orada bulunanlari öldürdü. Ancak sabahleyin toplanan Haccac'in askerlerince kaçmak zorunda birakildi. Sebib, Duceyl (Küçük Dicle) irmagi üzerindeki asma köprüden geçerken, Haccac'in askerlerinin köprüden iplerini kesmesi üzerine irmaga düserek boguldu. Sebib, kisisel isteklerinin yerine getirilmemesi üzerine isyan ettigi için düsünce ve inançlari konusunda bilgi yoktur. Fakat kendisinin ve taraftarlarinin Hâricîligin genel inançlarini benimsedigi bilinmektedir.

Hâricîler "Allah'in vahyettigi ile hükmetleyenler kâfirdirler" (el-Mâide, 5/47) âyetini "Lâ hukme illâ lillâh" (Allah'tan baska kimse hükmedici degildir) seklinde formüle ediyorlardi. Akîdelerini de mâsum mü'minleri kiliçlariyla katlederek tatbike geçtiler ve öldürülünceye kadar öldürmeye doymadilar (el-Malatî et-Tenbîh, Nesr. Izzet el-Attar el-Hüseynî, s. 51). Hâricîler Allah'in sifatlarinda tesbihe karsidirlar. Kur'ân'in mahluk oldugunu, çünkü yalnizca Allah'in Kadîm oldugunu ifade ederler. İmâmet hakkinda Imamlarin Kureys'ten olmasina karsidirlar. Son derece sert ve acimasiz bir adâlet görüsüne sahiptirler.

Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'lmünker Ilkesini siddet yoluyla müslümanlara tatbik etmislerdir. Hâricîler bu görüsleriyle Mu'tezile'ye tesir etmislerdir. Bazi görüslerinde Kur'ân ve Sünnet'e dayandiklarindan Ehl-i sünnet'e uygun görüsleri de vardir. Ancak Ehl-i sünnet'le temel de ters düstükleri meseleler de vardir. Allah'in hem dünyada hem âhirette görülemeyecegi, haktan ayrilan Imami azletmek için isyan etme, ehl-i kibleyi tekfir, Islâm'in imandan oldugu, Kur'ân'in yaratılmış olmasi, Hz. Peygamber'in günahkârlara şefâatini red, büyük günâh işleyenin ebedî cehennemde  kalacagi gibi görüsleriyle Ehl-i sünnet'e karsi çikmislardir

2-MU'TEZİLE

Resül-i Ekrem (s.a.v.) Kaderiyeciler hakkında şöyle buyurmuştur : "Kaderiye bu ümmetin Mecusi'sidir." (el-Acluni,Keşfu'l-Hufa, c/2,sh:91. Beyrut 1352)   Tamamen, akli ve ilmi ayrılıktan   doğdu. Felsefi   düşüncelerin   etkisiyle,   dinin   her   hüküm ve safhasını akılla çözme   gayret   ve   görüşündedirler. Bu mezhebin kurucusu tabiinden Hasan-ı Basri hazretlerinin   talebesi  Vasıl bin Ata'dır. "Büyük günah işleyenin durumu" ile ilgili soruya verdiği   cevapta   hocasından   ayrıldığı   için   "Mu'tezile"   ismini   almışlardır.

Mu'tezile mezhebine göre, büyük günah işleyen bir kişi kesinlikle mü'min değildir. Ama kafir de değildir. Ya nedir? İkisinin arasında bir şeydir. "Elmenziletu beynel menzileteyn." derler. Yani  iki menzil   arasında   bir yerdedir.   Ne kafirdir,  ne de   mü'mindir. Bir diğer çıkış noktaları ise Kader meselesidir. Kader meselesinden dolayı bunlara "Kaderiyeciler" de denilmektedir.   Zira bunlar, Kaderi  inkar  ve kulun fiillerinde hür olduğu inancındadırlar.  Bunun tam zıddı ise Cebriye mezhebidir. Mu'tezile mezhebi kendi arasında yirmi fırkaya ayrılmıştır. Her fırka birbirini   tekfir   etmişlerdir.   Bu   fırkalar   şunlardır:

1-Vasıliyye                                                   11- Hişamiyye

2- Amraviyye                                               12- Sumamiyye

3- Huzeliyye                                                 13- Cahıziyye

4- Nazzamiyye                                             14- Behşemiyye

5- Esvariyye                                                15- Cubbaiyye

6- Muammeriyye                                        16- Hayyatiyye

7- İskafiyye                                                 17- Kabiyye

 8- Caferiyye                                               18- Merisiyye

 9- Bişriyye                                                   19- Şehhamiyye

10- Murdariyye                                           20- Salih Kubbaiyye.

Ayrıca İslam dairesinnden çıkmış olan iki fırka daha vardır ki onlar da

      1- Habıtıyye                          2- Himariyye'dir.

Hind Felsefesini ve Hellenist kültürü İslam alemine taşıyan ve İslam inancına bulaştıran mezhep budur denilebilir. Zira; Abbasi Halifelerinden Me'mun zamanında "Beytü'l - Hikme" denilen; (yani, mütercimler mektebi, bilgi okulu) bir müessese kurularak Yunanca,Hintçe ve İbranice'den İslam akaidini sarsıcı ve yıpratıcı ne kadar eser varsa hepsi terceme ettirilmiştir. Bazı   alimler   Mu'tezile   mezhebini    Kaderiye   mezhebi   ile birlikte    işlerlerken;    bazı alimler de ayrı ayrı mezhepler olarak    işlemişlerdir.    Ehl-i Sünnet Ve'l - Cemaat'tan ayrıldıkları   sapık   görüşlerine    gelince :
1- Büyük günah işleyenler tevbe etmeden ölürlerse ebedi Cehennemde kalır. Çünkü iki Menzil arasındadırlar. Tevbe edilirlerse af edilirler..
2- Allahü Teala (cc)'nın zatı sıfatlarını kabul etmezler.Bütün sıfatları Kıdem sıfatına racidir.
3- İman aklen vaciptir.Nakil olmasa da insan Allah'a ve emirlerine uyması gerekir.
4- Amel imandan cüzdür. Ameli terk edenin imanı eksilir.
5- Kul fiilinin halikidir. Kul hürdür. İrade ettiği her şeyi yapar. Yapıcı kendisidir.
6- Allah kul için iyi ve faydalıyı yaratmaya mecburdur.
7- Büyük günahlar, iyi amelleri de yok eder.
8- Helal olan rızıktır. Haram olan rızık değildir, derler.

3-CEBRİYYE

Bu mezheb  yapısı, inancı  itibariyle   Mutezile   mezhebinin   tam   zıddıdır.  Kurucusu, Cehm bin Safvan'dır. Mu'tezile; ezeli takdiri, Allah'ın kul için çizip sınırladığı, irade ve hareket tarzını tamamen iptal edip, kulu tam hür, işini kendi yaratacak kadar müstakil sayarken; Cebriyye Mezhebi kulu tam esir sayar. Kul da ihtiyar ( seçme ve tercih) yetkisi kabul etmez. İnsan rüzgar önünde kuru yaprak gibidir. Yapan, eden Allah'dır. İnsan alet ve iradesiz vasıtadır, der. Mu'tezile ne kadar hodbin ise, bunlar da o derece bedbindirler.

Sonuçta : Günah-sevap, öte alemde hesap ve ikab da şüpheye düşerler. Çünkü insan mes'ul değil, mazur oluyorlar. Böyle olunca da : Cennet ve Cehennemin de bir anlamı kalmaz. Buradan giderek Cebirciler çok garip iddia ve kanaatler yaymışlardır. Birçok kolu olan Cebriyye'nin temel ve müşterek görüşleri:

1-İman marifettir. Allah'ı bilmeyen mü'min olamaz.

2-Allah'ın ilmi hadistir.Vukuundan önce bilinmez.Kelam sıfatı da hadistir.

3-Ru'yetullah mümkün değildir. (Mu'tezile ile birleştiler.)

4-Her türlü "Halk" (yaratma) ve fiil Allah'a mahsustur. Kulun, irade hürriyet ve ef'ali yoktur.

5-Cennet ve Cehennem ehli dahil olduktan sonra fanidir Bu mezhep siyasi olarak değil de, "Kader ve Kaza" tartışmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Mu'tezilenin tam tersinden akılcıdırlar. Daha sonra sofiler arasında görülen Cebirci yorum ve ifadeler, bir teslimiyet eseridir. Sefahate düşmüş, dini emirleri yaşayamadığı için bir isyan veya iç çöküntü yüzünden. Vebali Kadere ve Halike yükleme meylinde olan fertler çok görülür. Ancak sistemli bir mezhep yoktur. (Ali   NAR,   Akaid   Risaleleri, sh:38)

 6- Kul yaptığı işleri , gücü,iradesi ve seçme serbestisi olmaksızın, mecburen yapar.

7- Mesela; "Ağaç meyve verdi, Su aktı, Gök yağmur yağdırdı, Güneş battı, Gök bulutlandı, Yerler yeşerdi, Güneş doğdu, Zeyd öldü, bina dikildi" gibi. Bunların bu işleri yapmaya gücü ve kudreti yoktur. Asıl yapan Allah'tır. İnsan da aynen öyledir.

8-Cebriyeciliği ilk önce Yahudilerin icad ettiği onlardan da Ca'd b.Dirhem isminde bir Müslüman'ın öğrendiği , daha sonra onu Müslümanlar arasında yaydığı Cehm b. Safvan'ın da Cebriyeciliği bundan öğrendiği söylenmektedir.

9-Hiçbir şey ebedi değildir. Cennet ve Cehennemde dahil.

10- İman bilmek demektir.İnkar ise bilmemek demektir. Yahudilerin,Hıristiyanların, müşriklerin tamamı mümindir.

11-Kur'an-ı Kerim mahluktur, derler.

12-İnsanın ne bir iradesi, ne de fiili vardır.

13-Güzel Bir tartışma. (Sünni bir alim ile Cebriyeci bir kimse arasında) Ayrıca Hasan-ı Basri (R.A.) tarafından bir Cebriyeciye atfen yazılan mektupta şu cümlelerin yer aldığı görülmüştür : "Kim, Allah'a, kaza ve kaderine iman etmezse, o kişi küfre girmiştir. Kim, kendi günahını Rab bine yüklerse, o da kafir olmuştur. Allahu Teala (c.c) kendisine zorla itaat edilen veya zorla isyan edilen değildir." (Prof. Dr. Muhammed Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, sh:126-130)

14-Allahu Teala, mü'minleri mü'min olarak, kafirleri de kafir olarak yaratmıştır. İbliste kafir olarak kalacaktır. Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, İslam'dan önce de mü'min idiler...derler. (İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyül -Kari Şerhi, sh: 95)

4-MÜRCİE

Bu mezhep, Hulafa-i Raşid'inden sönraki dönemde, o müessif olayların cezası konusunda; te'hir edici anlamıyla başlamıştır. Daha sonra da bu anlayış, iman ve amel ilişkisi konusuna kaydırılmıştır. "İrca", geri bırakma, anlamından, bunlara Mürcie denmiştir ki; Cebriye içinde, Mu'tezile içinde ve Ehl-i Sünnet içinde farklı anlayıştaki kimselere bu ad verilmiştir. Mezhebin kurucusu ,"Ebu Selt" dir. Hassan bin Bilal de yaymıştır. Bu çığırda olanların ismine izafeten ; Yunusiyye, Ubeydiye, Gassaniye, Tümeniyye, Sevbaniyye, Merisiyye gibi kolları vardır. Resül-i Ekrem (S.A.V.)'in bu mezheple ilgili olarak buyurduğu iki hadis-i şerif nakledilir :

1-" Mürcie yetmiş peygamberin dili ile lanetlenmiştir." Resulullah (a.s.)'a "Mürcie kimdir, ey Allah'ın Resulü?" diye soruldu. "İman sadece sözden ibarettir, diyenlerdir," şeklinde cevap verdi. ( İbn Kuteybe, 81. Abdulkaahir el-Bağdadi, El-Fark Beyne'l-Fırak, sh:149. Said Havva, el-Esas Fi's Sünne, c/8, sh:17.)

2- "İbn-i Abbas (RA) anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye" ( Kütüb-i Sitte, c/14, sh:36. Tirmizi; Kader , 13 )

"Haricilerin  ifrat   noktasına  varan görüşlerine tepki olarak gelişen "Mürcie Mezhebi" tam   aksi  itikadi   tezleri   gündeme  sokmuştur.   Onlara  göre "-Asıl olan sadece imandır. İman da ikrardan ibarettir. Kalbi tasdikin bulunup-bulunmadığını bilmek mümkün değildir. Amellerin   fazla bir  değeri yoktur".   Bu  görüşü   savunan Mürcie mezhebinin mensupları, kendi   aralarında ihtilafa düşmüş  ve  beş  ayrı  fırkaya  ayrılmışlardır." (İmam-ı Şehristani- El Milel ve'n Nihal- Beyrut: 1395 C: 1 Sh: 139-14.  Yusuf  Kerimoğlu)

Genellikle, fakihlerden; imanı amelden bir cüz sayanlar müstakim; iman olduktan sonra günahın (kötü amellerin) zarar vermeyeceği görüşündeki kelam ehli ise sapık kabul edilmiştir. İşte bid'at ehli Mürcie bunlardır. (Ali NAR, Akaid Risaleleri, sh:38)

Bu fırka, siyasetle dinin esaslarını birbirine karıştırmakta ve itikat bakımından haricilerin tam karşı kutbunu teşkil etmektedir. Hariciler, büyük günah işleyenleri kafir ve ebedi olarak cehennemlik sayarken, Mürcie fırkası, küfürle ibadetin faydası olmadığı gibi, iman olduktan sonra günahında hiçbir zararı yoktur, derler. (Prof. Dr. M.Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, c/2, sh:60)

1-İman denen şey, sadece Allah'ı ve Resulü'nü kabul etmek demektir. Amel, iman için zaruri değildir.

2- Kurtuluşun esası yalnızca iman etmektir.

3-Bir kişinin mağfirete ermesinin şartı; şirkten kaçınması ve tevhid akidesi üzerine ölmesidir.

4-Mürcie'den bazıları şunu da eklerler: Şirkin dışındaki tüm büyük günahların affolmaması mümkün değildir.

 5-Yine bazıları şöyle derler:Bir insan kalbiyle inandığı takdirde, İslam ülkesinde bile , hiç kimseden korkusu olmadığı için diliyle küfrünü ilan etse,putlara tapsa, hatta Yahudi ve Hıristiyan dinini seçtiğini söylese, o kişi kamil iman sahibi, Allah'ın dostu ve cennet ehlidir.

6- Yöneticilerin zulmüne ve hükümetlerin haksız uygulamalarına itiraz caiz değildir.

7- Gerek eski, gerek yeni hükümetlerin Mürcie'nin bu gibi fikirlerinin yayılmasını istediklerinde şüphe yoktur. (Bu maddeler Prof. Dr. N.Abdurrezzak Samarrai'nin "Dünden Bugüne Tekfir Olayı" adlı kitabının 42ila 43. sayfalarından alınmıştır.)

8-Küfürden başka günahlar için cehenneme girmenin olmayacağını, Allah'ın dilemesine bırakılmadan affedileceğini söylerler.

9- "Cehennem ehli cehennem ateşine girdikleri zaman, balığın suda yaşadığı gibi, bunlarda ateş içinde o şekilde bulunacaklar, ateşten  azab  duymayacaklar, ateş  onlar için bir hayat haline gelecektir." derler.  (Bu son iki madde,Fıkh-ı Ekber, Aliyyül-Kari Şerhi, sh:133'den alınmıştır.

VAHHABİLİK

Vahhabilik, Arap yarımadasında ortaya çıkmıştır. Kurucusu, İngiliz  casusu  Hempher'in  müridi  M. b. Abdulvehhab'dır. Bugün Suudi Arabistan Krallığını elinde bulunduran aile Vehhabidir. Bu kişi İmam İbn-i Teymiyye'nin (Rh.a.)'nin kitaplarını okumuş, onları beğenmiş, onları teoriden pratiğe çıkarmıştır. Aslında Vehhabiler,   inanç  hususunda  İbn-i Teymiyye'nin görüşlerine bir şey ilave etmiş  değillerdir. Ancak bunlar ondan daha  katı bir  tutum   izlemişler, ondan  daha  farklı  sonuçlar  çıkarmışlardır.   Görüşleri :

1-İbadetlerin, sadece Kur'an-ı Kerim'in ve Sünnet-i seniyye'nin beyan ettiği ve İbn-i Teymiyye'nin anlattığı şekilde yapılmasıyla yetinmeyip, örf ve adetlerinde tamamen İslam çerçevesi içinde devam etmesini gerekli görmüşlerdir.

2- Onun için Sigara içmeyi haram saymışlardır.Hatta sigara içen kimseye Müşrik gözüyle bakarlar.

3-Bu tutumlarıyla da sanki Hariciler gibi büyük günah işleyenleri kafir saymış olurlar.

4-Kendilerine muhalif olanlara karşı savaş açmaktan çekinmezler.

5-Türbelere düşmandırlar. Hemen yıkarlar.

6-Hicaz topraklarında ki tüm Sahabe kabirlerini yerle bir ettiler. Şirk olduğu için.

7-Fotoğraf çektirmeye dahi karşıdırlar.

8-Bid'at konusunda çok aşırı gitmişlerdir. Geniş tutmuşlardır. "Peygamber Efendimiz" demeyi bile  Bid'at  saymışlardır.  (Prof. M. Ebu ZEHRA, Mezhepler Tarihi, C/!, sh:260-263)

9- Amel imanın bir parçasıdır, derler. Mesela farz olduğuna inandığı halde, bir namaz kılmayan kafir olur, bunu öldürmeli, diyorlar.

10-Peygamber dahil hiç kimseden şefaat beklenmemelidir.

11-Tevessül caiz değil,şirktir. (Şamil İslam Ansiklopedisi, C/8, sh:214)   

SELEFİYYE

Bu isim altında çalışarak, Tabiin ve Etbauttabiin   döneminde ortaya çıkan mezhepleri yok etmek için, Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat Akidesini ve bu akide   etrafında kenetlenen müslümanları parçalamaya yönelik ihdas edilen bir fırkadır. Kendilerini sahabe ile özdeşleştirmeye  çalışırlar.   Tabii   bu   sözde.   Gerçekte  mümkün   değildir.   Görüşlerine  gelince  :

1-Selefe  nisbetle  kendilerine  ümmet  içinde  yer  ararlar.

2-Ashab-ı   Kiram  devri   yaşantısını   örnek  aldıklarını  iddia  ederler.  Oysa realite tam tersidir. Zira, başta yeme-içme olmak üzere  yatma-uyuma, giyim-kuşam, hayat yaşantıları   olmak  üzere kendilerine "Selefi"   diyenlerle   Sahabe-i Kiram (R:A:) arsında  korkunç bir tezad vardır.   Sahabe-i Kiram'ın   bazı   istisnalar   hariç   tamamına yakını birden   fazla   evlilik hususunda "Selefiyiz"   diyenler gibi davranmamışlardır.   Hele hele (Selef akaidinin tam zıddına olarak )  "medenilik, çağdaşlık   adına   nikahsız   kadın   ve   erkeklerle bir arada hoşsohbetler, çay sohbetleri, aile sohbetleri" vb. eğlenceleri kendilerinin hangi uçurumun kenarında olduğunu   göstermeye   kafidir.   Yeme   içme hususunda   Sahabe-i Kiram (R.A.) günde   iki öğün yemek yemişlerdir. "Selefiyiz" diyenler ise bulsalar belki günde beş öğün   yemeğe   hayır   demezler.

Diğer   yandan kılık-kıyafet noktasında, laikçilik bağnazlığı adı altında İslam düşmanlığı yapanlarla kendilerine "Selefiyiz" diyenler arasında hiç mi hiç bir fark göremezsiniz.   Onlarda  Sarığa   karşıdırlar onlarda. Onlarda sakala-Cübbeye karşıdırlar,  onlarda.   Öyleyse şimdi usulü  dairsinde  "Selefiyiz" diyenlere soralım : "Selefin  Sarığı,  Sakalı, Cübbesi yok muydu?   Siz  hangi selefiler'densiniz?"   Buna  açıkça   yamukluk veya sahtekarlık  denmez mi?   Haaa "Efendim biz 'Selefiyiz' derken  sizin   anladığınız   noktada değil yani  "Yaşantıda-Yemede, içmede-Yatmada-uyumada-Evlenmede vs. değil, 'inanç  ve  akaidde' selefiyiz,  diyoruz" derlerse yine bu da apaçık bir aldatmadır, deriz.        

Zira,  kabahatleri  özürlerinden daha büyüktür. O zaman biz hemen sorarız kendilerine : "Peki   büyük   imamlardan   başta İmam-ı   Azam Ebu Hanife (Rh.a.) olmak   üzere   diğer   mezhep   imamları İnanç ve Akaid   noktasında   hangi   peygambere tabi   idiler?   Hz. Musa (a.s.)'ya mı, Hz. İsa (a.s.)'ya mı? Hangisine? Kitap olarak hangi kitaba   tabi   idiler?   Ehl-i   Sünnet   ulemanın   bilmediği  bazı   gerçekler mi (!) var? Yoksa   sizin   aklınızdan   zorunuz  mu var?"

3-Mezhepsizliği körükleyen mezhep düşmanıdırlar. (özellikle ehl-i sünnet düşmanı)

4-Mukallidin imanının sahih olmadığını söylerler.

5-Allahu Teala (cc)'ın sıfatları hakkında te'vilden kaçınırlar. (Allah'ın eli, yüzü, makamı,ayağı vb.)

6-Mücessime-Müşebbihe fırkalarının görüşlerine yer verirler.

7-Günümüzdeki selefiyyeciler; Dinde Reform çığırtkanlığı  yapmaktadırlar. Varlık sebeplerinin aksine. Zira, "Selefiyiz" diyenlerin asla bu tür akaidlere tevessül etmemeleri elzemdir.

8-Bilimsel Vahhabilik ne ise Selefiyyecilikte odur, diyebiliriz. 

       "Son  asırlarda   Ehli sünnet   itikadından   ayrılan   bazı    din   adamları "Selefiyye" adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.   Bunun itikadda mezhep olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır.    Halbuki    İslamiyette "Selefiyye mezhebi" diye bir   şey   yoktur.    Ehli sünnet âlimleri    böyle bir şey bildirmemişler ve kitaplarında asla yazmamışlardır, İslamiyette "Selef-i salihin" mezhebi, yani    Ehli    sünnet mezhebi   vardır.    Selef-i salihin;   hadis-i şerif   ile    methedilen,   övülen ilk iki asrın müslümanlarıdır. Yani Selef-i salihin, Eshâb-ı kirâm ve Tabiine verilen   isimdir.   Bu   şerefli   insanların itikadına "Ehli sünnet vel-cemaat mezhebi" denir. Bu mezhep, iman, inanç mezhebidir. Eshâb-ı kirâmın ve Tabiini i'zamın imanları hep aynı idi. inançları arasında   hiç   bir   fark   yoktu.

         İmam-ı Gazali  hazretleri   ilcam-ül-avam  kitabında; "Bu kitapta itikad fırkalarından. Selef mezhebinin   hak olduğunu bildireceğim. Bu mezhepten ayrılanların bidat sahibi olduklarını   anlatacağım. Selef mezhebi demek, Esbâbın ve Tabiinin itikadları demektir..." buyurarak Selef mezhebi   demenin,   Ehli  sünnet   vel-cemaat    mezhebi   demek   olduğunu   açıkça   bildirmiştir.

     Mısır'daki   Ezher   Üniversitesi'nden   mezun   üstad   İbni Halife Alivi "Akıdet-üs-selef-i vel-halef" adlı kitabında şöyle yazmıştır: "Ebu Zehra (Tarih-ül-mezahib-ül-islamiyye) kitabında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, Hanbeli   mezhebinden ayrılan bazı kimseler, kendilerine (Selefiyin)  ismini verdiler.   Hanbeli  mezhebi   âlimlerinden   Ebu'l-Ferec  İbni   Cevzi   ve  diğer   âlimler  bu selefilerin, Selef-i salihinin yolunda olmadıklarını, bidat ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını  önlediler.   Daha sonra yedinci asırda, İbni Teymiye  el-Harrani   bu  fitneyi tekrar  alevlendirdi.    Kendilerine   (Selefiyye)   ismini  takanlar,  İbni  Teymiye  selefilerin büyük   imamı  dediler.

   İbni Teymiye, Hanbeli   mezhebinde   olarak yetişti.   Yani   Ehli sünnet idi.   Fakat   sonradan   kendi aklına uyarak, sapık görüşler ortaya attı. Ehli sünnet itikadından ve dolayısı   ile  Hanbeli  mezhebinden   ayrılıp   uzaklaştı

    Kendi   başına   ayrı bir yol tutup, tuttuğu   bu   sapık   yolda sürüklenip gitti. Kendine tabi olanları da saptırdı.   Ona tabi olanlar onun bu yoluna   selefiyye   dediler.   Bu   hususu  derinlemesine  araştırıp,   incelememiş  ve   kaynakları iyi anlayamamış olan bazıları Ehli sünnet âlimlerinin kitaplarındaki "Selef ve "Selef-i salihin" ifadelerini değiştirerek, "Selefiyye" şeklinde nakletmişler   ve   yazmışlardır,   itikadda   Selefiyye   diye bir mezhep yoktur. Peygamber   efendimizin   hadis-i  şerifte   fırka-i naciyye, kurtuluş   fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehli sünnet vel-cemaat   mezhebidir,   İmam-ı   Matüridi   ve   İmam-ı Eşari   bu   mezhepte   iki itikad   imamıdır   ve   bu   mezhebi   yaymışlardır

MÜŞEBBİHE-MÜCESSİME

Önce Sünnet ve Cemaat ehlinin görüşünü verelim. "ALLAH (CC) HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ, HİÇBİR ŞEY DE ALLAH'A BENZEMEZ." Bu fırka, Allah'ı yaratıklara benzeten fırkadır. Bunlarda ikiye ayrılırlar.

1-Allahü Teala'nın zatını başka varlıkların zatına benzetenler, İlki Rafıziler ve Hz. Ali (RA)'ye ilah diyenler. Ateşte yakma ve....Abdullah İbn SEBE yahudisinin  ortaya  attığı  fikirleri  savunanlar.  Onun için bunlara Sebeiyye denilir. Bu fırka, insanın tüm azaları nasıl varsa;   Allahü   Teala'nın da   aynen öyle azaları vardır, derler. Sakal ve cinsiyet organı dışında.

2-Allahü Teala'nın sıfatlarını başka varlıkların sıfatlarına benzetenler. Bu guruba Mutezilenin görüşlerine paralel görüşleri savunanlar dahil olmaktadırlar. İnsan iradesini iyiye, kötüye nasıl kullanıyorsa, daha sonra iradesini değiştiriyorsa Allahü Teala da aynen öyle değiştirir, derler. Konuşması harfler ve sesler iledir, derler. Onun için de sıfatları hadistir, derler.   Sonradan   ilme   sahip   olmuştur,  derler.   (S.HAVVA,   El-Esas Fi's Sünne, C/8, sh:30-34)