HAKKIDIR HAKKA TAPAN MILLETIMIN ISTIKLAL

yeni fikirler

ana sayfa
ARAPCA
Benim Siirlerim
güzel söz
INGILIZCE
kuran ogreniyorum
kuran-i kerim
40 hadis
elmalili tefsiri
islamacevap sitesini kuranlara benim sitilimle reddiye ve cevap
islamda hicret
3 aylar
incil
dinler arasi diyalog nedir?
who is paraclet?
osmanli tarihi
sozluk
program indir
kissadan hisse
esma ul husna
alimler
islami siteler
tefsir
arapca genel
misiri taniyalim
kiyamet alametleri
firavunlarin sonu
Danamarka ne istiyosun muslumanlardan
siyonizm donemi
indir
ezgiler
kitaplar
istiklal marsi
fetvalar
zuhru ahir nedir?
satista vade varmidir?
miras
israiliyyat nedir?
bush`a ithaftir
ilahiler
faydali linkler
firkalar
mehdi kimdir?
ehli sunne vel cemaat
nesefi akidesi
Selam
begenilen yazilar
siyer-i enbiya
usul nedir?
islam tarihi
gizli dunya siyonizmi
tevhid delilleri
teklif ve mukellef
tasavvuf
Namaz hocasi
Veda hutbesi
fikhul ekber
Uydurma hadis nedir?
kelam
iman nedir? islam nedir?
yeni fikirler
MISIRDA OSMANLI ESIR KAMPI VE ERMENILER
sozde ermeni soykirimi nedir?

 
İsa çarmıha gerildi mi?      
   İncil araştırıcıları ve Ortadoğu tarihi uzmanlarının yılardır bitmeyen tartışması, yeni ve ilginç bir görüşle farklı bir noktaya doğru yönleniyor: Kudüs’te çarmıha gerilen, “Nasıralı İsa” değildi!


   İki İngiliz Mason, Christopher Knight ve Robert Lomas, Masonluğun tarihini araştırdıkları sansasyonel "Hiram Key" adlı kitap için araştırmalarını yürütürken, belki de hıristiyanlığın tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek denli sıradışı sonuçlara ulaştılar... 

   Yıllardan beri Yakındoğu tarihçileriyle hıristiyanlık üzerine araştırma yapan ilahiyatçılar arasında oldukça “temel” bir anlaşmazlığa bağlı bir tartışma sürer gider. Bu tartışmanın ana ekseni, dünyanın ilk iki büyük tektanrılı dini olan yahudilik ve hıristiyanlığın doğuş ve gelişim sürecinin belirleyici kişi ve olaylarıdır. Bilindiği gibi, Filistin, Kenan ve Sina bölgesinde geçen ve Kutsal Kitap için son derece belirleyici olan olayların, tarihi ve arkeolojik anlamda başka hiçbir tanığı yoktur. Yani, İ.Ö 1400 dolaylarında gerçekleştiği düşünülen “Exodus – Yahudilerin Mısır’dan çıkışı” ve bunu izleyen olaylar zinciri üzerine ne Mısır’da elle tutulur bir belge bulunabilmiştir, ne de Yakındoğu’da. Yine buna bağlı olarak, Mısır’da Yeni Krallık döneminin başlangıcında yaşamış Musa adlı bir yahudi peygamberinin varlığına ilişkin de yegane bulgu, Tevrat’ın sayfalarıdır. Aşağı yukarı aynı durum, “Yeni Ahit” için de geçerlidir: görece çok daha yakın bir tarih olan 1. yüzyıla ilişkin onca tarihi belge arasında, Nasıra’da (Nazareth) İsa adlı bir yahudi peygamberinin yaşadığı ve 34 yılı dolaylarında çarmıha gerildiği yolunda en küçük bir belge bile elde edilememiştir.    
   Bugün dünya üzerinde 3 milyara yakın insanın inandığı iki büyük dinin Kutsal Kitabı’nı doğrulayacak verilerin azlığı, ilginç olmanın da ilerisinde, “garip” bir durum sayılabilir.


   Oysa Mısır tarihinin en iyi bilinen bölümü, Yeni Krallık, özellikle de 17. Hanedan ve sonrasıdır. Bir yığın belge, papirüs, mektup ve resmi metin yardımıyla kronolojisi çok büyük oranda kesinleştirilen böylesi bir dönemde, binlerce insanın Firavun’un arzusu hilafına ülkeyi terketmesi ve onları yok etmek üzere artlarına düşen askerlerin Kızıldeniz’de boğulmalarına ilişkin bir tek satır bile destekleyici veriye ulaşılamamış olması, şaşırtıcıdır. Bu denli büyük ve önemli bir göç hareketi, dahası, din temelli bir siyasi isyan, nasıl olur da Mısır’da lehte ya da aleyhte hiçbir yankı bulmaz? Bu nokta üzerine giden tarihçiler, Yahudilerin Mısır’dan çıkışı diye bir olayın hiçbir zaman yaşanmadığını, çünkü bu ulusun Mısır’da kalıcı bir yerleşime gitmedikleri, başlangıçtan beri Kenan ülkesi dolayında yaşayan göçebe çobanlar oldukları ve fırsatını buldukları anda da bu ülkeyi ele geçirerek Yahudi Krallığı’nı kurduklarını vurgulamaktadırlar. Buna karşı ilahiyatçılar, Mısır belgelerinde Hapiru ya da Apiru adıyla anılan Yakındoğulu göçebe işçilerin aslında İbraniler olduğunu ve İbrani anlamına gelen “Hebrew” sözcüğünün Hapiru’dan türediğini savunurlar. Ancak, Mısır’da statü sahibi biriyken Hapiruların başına geçip onları “Vaat edilen topraklar”a götüren Musa adli bir lider üzerine onlar da hiçbir bulgu ileri sürememektedirler. Orta yolcu bir görüş, Mısır’da İ.Ö 1650 dolayında yaşanan “Hiksos” istilası sırasında Yakındoğu’dan bu ülkeye gelen insanların arasında Yahudilerin ağırlıkta olduğunu, yüz elli yıl sonra Hiksos devri bitip yönetim Teb prenslerinin eline geçtiğinde “mağdur ve istenmeyen” duruma düşen Yahudilerin Kenan’a geri döndüklerini ileri sürmektedir ama Musa’nın varlığını ve Exodus’u doğrulayacak veri hala eksiktir.

   Aynı durum, Tevrat’ın ilk bölümü olan “Genesis – Yaratılış” sayfalarında daha farklı bir biçimde belirir: Bu ilk tektanrılı dinin kutsal kitabında anlatılan olayların (insanın yaratılışı, cennetten çıkış, Büyük Tufan) hiçbirinin özgün olmayıp en az iki bin yıl daha eski olan Sümer mitlerinden alındığı, geçen yüzyılda yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında net olarak ortaya çıkmıştır. Yahudilerin 2000 yıl önceki tarihlerine, yani hıristiyanlığın başlangıcına ilişkin veriler ve İncil (Yeni Ahit) bölümleri de aynı destek eksiğiyle karşı karşıyadır. Birinci yüzyılın hemen başında Yahudi Krallığı’nın durumu ve Kral Herod’a ilişkin yeterli bilgi vardır. İsrail’deki yahudilerin bir “Mesih” arayışında oldukları da bilinmekte ve hatta radikal dini akımların Roma işbirlikçisi olarak gördükleri krallığa sırt çevirdikleri, isyan denemelerine giriştikleri de bilinmektedir. Aynı şekilde, bölgede Roma İmparatorluğu’nun valisi olarak Pontius Pilatus’un yetkili olduğu da belli belgelerde ortaya çıkmaktadır. Ama birinci yüzyılın büyük Yahudi ve Romalı tarihçilerinin hiçbirinin yazdığı belgelerde, “Nasıralı İsa” adıyla bilinen birinin ülkei boydan boya dolaşıp vaazlar verdiği ve insanları peşine takarak imparatorluk için bir tehlike oluşturduğuna ilişkin tek satır yoktur. Dahası, İsa diye birinin yaşadığına ilişkin tek belge, İncil’dir. Vali Pilatus’un isyankar bir yahudiyi Kudüs’te çarmıha gerilmeye nahkum ettiği yolunda bir tek Roma belgesinin bulunmamasını da bu veri eksikliklerine ekleyebiliriz.

   1945 ve 1947 yıllarında Mısır ve İsrail’de elde edilen iki büyük arkeolojik bulgu, belki de yıllardan beri aranan, Tevrat ve İncil’i doğrulayacak belgelere erişilmiş olabileceği yolunda büyük heyecan yarattı. Bunlardan birincisi, 1945’te Mısır’da Nag Hammadi bölgesinde bulunan çok eski dini papirüsler; ikincisi de 1947’de İsrail’de, Ölü Deniz yakınındaki mağaralarda bulunan ve “Ölü Deniz Yazıtları” olarak bilinen belgelerdi. Ne var ki, her iki büyük bulgu da ortodoks dini tezleri doğrulamak bir yana, onların yüzyıllarca gözlerden uzak tutmaya çalıştığı şeyleri ortaya çıkarmışlardı: Nag Hammadi belgeleri, hıristiyanlığın kabulünden sonra ısrarla ve sistematik biçimde Kilise tarafından sindirilen ve susturulan “Gnostik”lerin dini-felsefi belgelerini içeriyordu, “Ölü Deniz Yazıtları”ysa Yahudi din adamları tarafından yüzyıllar boyu iz kalmamacasına silinip atılmaya çalışılan “Enoch’un Kitabı” başta olmak üzere binyıllar öncesinin “yasak yayınları”nı içermekteydi.

   Her iki bulgu, araştırmacıları ve tarihçileri yeni noktalara götürmekte yardımcı oldu. Nag Hammadi ve Ölü Deniz Yazıtları, egemen ortodoks dini çevrelerin yok etmek istedikleri belgeleri ve bu belgeleri saklayan marjinal dini-felsefi insan gruplarını bilim adamlarının dikkatlerine sunuyordu: Bilgiye ve somut akla değer verdikleri için mitleri sorgulayan, İsa’nın “Tanrı’nın Oğlu” değil bir “insan” olduğunu ve çarmıhta ölmediğini, dolayısıyla bedensel dirilişin de “masal” olduğunu savunan Gnostikler; birinci yüzyıl başlarında Bethlehem ve Kudüs dolaylarında yaşamış bir “Mesih kültü”nün yaşatıcıları olan Nasoriler ve yine İsrail’de inzivaya çekilen radikal bir dini grup olan Esseneler. Bugün tarihçiler, bu son iki grubun, yani Nasoriler ve Essenelerin, hıristiyanlığın ilk esinlerini oluşturduklarını ama Roma’nın hıristiyanlığı kabulünü izleyen süreçte İmparator Konstantin’in (kendisi bir pagan kült olan “Sol Invictus” dinine son nefesine kadar bağlı olmakla birlikte) değişik Yakındoğu mitlerinden sentez oluşturup “İmparatorluk Dini”ni yaratmak üzere bir din adamları konseyini bir araya getirdiğini düşünüyorlar. Doğu’yu İmparatorluğun ana ekseni yapmak isteyen Konstantin, böylece bölge halklarını “resmi din” ile pasifize etmeyi amaçlıyor ve siyasi otoritenin ilgilenmediği bütün alanlarda “Kilise”yi yetkili ilan ediyor. Seçilen din adamları konseyi İznik’te toplanıyor ve Mithra Kültü’nden Mısır’ın İsis – Osiris mitlerine dek bütün bilinen kaynakları elden geçirip “resmi” dini formüle ediyorlar. Dini yetki Kilise’nin ellerine teslim edildiği için, bu dini ilkeleri sorgulayan ya da itiraz eden bütün yerel gruplar birer birer sindiriliyor, yok ediliyor. “Hareketin” asıl sahibi Nasori ve Essene mezhepleri ve dogmaları sorgulayan Gnostikler başta olmak üzere, muhalifler silinip gidiyor ortadan.


   Bugün ortodoks dini çevreler (hem hıristiyan hem de yahudiler) bu yorumlara şiddetli tepki gösteriyorlar. Ama araştırmacılar da, açılan yeni yoldan yürümekte kararlılar. Bundan dört yıla yakın bir süre önce yayımlanan “Hiram Key” adlı kitabın yazarları Christopher Knight ve Robert Lomas da bu araştırıcıların en sansasyonellerinden. Her ikisi de Mason olan bu iki İngiliz, bütün tepkilere rağmen 6 yıl boyunca Masonluğun bilinmeyen tarihini incelediler, sorguladılar ve sonunda kendilerinin bile ummadıkları noktalara vardılar: Hıristiyanlığın tarihi, belki de yeniden yazılmalıydı!
 


   İki genç adamın araştırmasının en sürpriz yanı, İsa ile ilgili ilk kez “elle tutulur” açıklamalar ortaya koyması ama bunların yine ortodoks dinin iddialarıyla 180 derece çelişik olmasıydı. İsa’nın “memleketi” olarak bilinen Nasıra’ya ilişkin bir bilmeceye takıldı ilkin Knight ve Lomas. İncil, “Ona herkes Nasıralı İsa diyecek” diyordu ama, bütün tarihi bulgular sözü edilen tarihlerde Nasıra kentinin varolmadığını gösteriyordu. İki araştırmacı, İsrail’de uzun süre dolaştılar, belgeleri incelediler ve sonunda aradıklarını hem Nag Hammadi yazıtlarında hem de orijinal metinlerde buldular. Nasıra (Nazareth) İsa zamanında ortada yoktu ama, “Nasıralı” nitelemesi de bir dil ve çeviri hatasından ileri geliyordu: Doğru sözcük, “Masorean”, yani “Nasorili”ydi. Sina dolaylarında yerel dilde Nasori “balık sürüleri” anlamına geliyordu ve şaşırtıcı biçimde aynı sözcük aynı lehçede “İsa’ya inananlar”ı da niteliyordu! Araştırmalarını ilerleten iki yazar, Nag Hammadi yazıtları ve bölgede rastlanan esk kabartmalar dahil, hıristiyanların kullandığı “birbirini kesen iki yay” biçimindeki amblemin net bir biçimde “balık” şeklini simgelediğini farkettiler. Bu, hıristiyan kültüründeki “balıkçılık” mitine de uygun düşüyor ve Aziz Peter’ın balıkçı olmasını, İsa’nın ağları balıklarla doldurması mitlerini de açıklıyordu. Son noktada “Nasıralı İsa” nitelemesi, bir başka okunuşla beliriverdi: “Balıkçılar grubunun İsa’sı” !


   Nasorilere ilişkin bu yorumları, söz konusu grubun Esseneler ile de iç içe yaşadığını, dahası, belki de bu ikisinin aynı insanlardan söz ettiğini ortaya çıkaran bulgular izledi. Roma imparatorluğu bütün Yakındoğu’ya egemen olurken, dinlerinin ve binlerce yıldır saklanan eski bilgilerinin elden gideceğini düşünen bir grup yahudi şehirlerden uzakta inzivaya çekilmiş ve mağaralarda derviş hayatı yaşamaya başlamıştı. Bunlar, insanın doğumdan itibaren “kirliliğe” yatkın olduğunu düşünüyorlar ve sürekli su ile yıkanmayı gerekli görüyorlardı: “Vaftiz”in izleriydi bunlar! İçlerinden bazıları Kudüs ve dolaylarında insanların arasında dolaşıp onları “doğru yola çağırma” işlevini üstlendikleri anlaşılıyordu ki, bunlardan biri “Nasorilerin İsa”sı, diğeri de “Vaftizci Yahya” olmalıydı.
 

   Sonra Knight ve Lomas, İsa’nın adı üzerinde durdular: İncil yunanca yazılmıştı ve bu nedenle “Jesus” adı Yunan dilindeydi. Bu ismin Yahudi dilindeki karşılığı çok büyük bir olasılıkla “Joshua” olmalıydı aslında. “Joshua”, Tevrat’taki kurtarıcı “Mesih” imgesine yakın kişiliklerden biriydi. Diğer yandan İsa’nın “soyadı” haline gelen “Mesih” yani “Christ” sözcüğünün de bir özel isim olmayıp, Yahudi dinindeki “beklentiyle” ilişkili olduğunu vurguladılar Knight ve Lomas. Yahudiler, Tevrat’ta yazılı olan, kendilerini bağımsızlığa götürecek bir Mesih’i bekliyorlardı ama bekledikleri kişi “Tanrı’nın Oğlu” ya da bizzat “Tanrı” nitelemesiyle gelecek ve “dünyayı kurtaracak” biri değil, etten kemikten biriydi: Yahudilerin Kralı unvanıyla, Davut’un mirasını üstlenecek ve Yahudileri Roma zulmünden kurtarıp bağımsızlığını sağlayacak güçlü, savaşçı bir Mesih bekliyordu onlar. Bu durumda, isimde bir gariplik vardı sanki.


   İki yazar, araştırmayı İsa’nın yakalanıp yargılanmasına ve çarmıha gerilmesine dek götürdüler. 4. yüzyıldan beri yüzlerce inanmış insan Yahudi topraklarını karış karış aramış ama ne mahkeme tutanaklarına ne de ünlü çarmıha gerilme işleminin yapıldığı meydana ya da mezara ulaşabilmişti. Bir referans noktası arayan Knight ve Lomas, yargılama ve çarmıha gerilme bölümüne ilişkin İncil’deki hikayede, kimsenin o güne dek dikkat etmediği bir “anormalliği” farkettiler birden: Efsaneye göre Vali Pilatus, İsa ile birlikte idama mahkum edilen Barrabas adında bir suçluyu halkın önüne çıkarmış ve adet gereğini birinin affedileceğini söyleyip halktan seçim yapmasını istemişti. Çoğunluğunu yahudilerin oluşturduğu halk da söz birliği içinde “Barrabas’ı affet, İsa’yı as” yanıtını vermişti valiye. İki yazar, bu Barrabas’ın bir ikinci isminin daha olduğunu fark ettiler: Matta İncili’nin 27:16 ayetinde bu adamın adı, bir kez geçiyordu: İsa Barrabas!


   İşler bambaşka bir noktaya yönelmeye başladı Knight ve Lomas için: Demek o gün, inanışa göre, idama mahkum edilen iki İsa vardı! Bunlardan biri, “Yahudilerin Kralı” iddiasıyla ortaya çıkmış ve bu unvan alaycı biçimde başının üzerine yazılarak çarmıha gerilmişti. Diğeriyse, İsa Barrabas idi ve Vali Pilatus tarafından affedilmişti. İki yazar, bir adım daha ileri gittiler ve o günün diline ilişkin verilerden yararlanarak, bu kökeni hiç bilinmeyen Barrabas adını çözümlediler: “Bar”, dönemin dilinde “Oğlu” anlamına geliyordu. “Abba” ise “Baba” demekti. İki sözcük birleşip tamlama haline geldiğinde “Babasının Oğlu” çıkıyordu ortaya ama bu tamlamanın özel anlamı, “Tanrı’nın Oğlu”ydu! Yani Barrabas bir isim falan değil, bir unvandı ve İsa Barrabas harfi harfine “Tanrı’nın Oğlu İsa” demekti! Demek ki, o gün Kudüs’te “Tanrı’nın Oğlu İsa” adıyla bilinen biri, olasılıkla başını derde sokmuş bir din adamı ya da vaiz Vali Pilatus tarafından affedilmiş, daha tehlikeli görülen, çünkü “Yahudilerin Kralı” unvanına sahip olduğu söylenen, halk arasında “beklenen Mesih” olabileceği inançları yayılan bir başka İsa da çarmıha gerilerek idam edilmişti! Şimdi, bunların hangisi hıristiyanların İsa’sıydı sorusuna yanıt bulmak kalıyordu ve Knight ile Lomas’a göre yanıt açıktı: Affedilen ve serbest kalan, “Tanrı’nın Oğlu” unvanlı derviş!


   İddia, hemen farkedeceğiniz gibi “sağlam” bilimsel dayanaklara sahip değil ve yine dini belgelerden yararlanıyor. Ama çözümleme ve varsayımın geçerli olma olasılığı hiç de düşük değil. Bu varsayım, iki yazarı şöyle bir noktaya da yönlendiriyor: İsa, affedildi ve bir Nasorili olarak, Essenelerin arasına geri döndü. Birinci yüzyılın ortaları boyunca, diğer yoldaşlarıyla birlikte mezhep inanışlarını yaymaya çalıştı, bunda bir ölçüde başarılı da oldu. Ne var ki Roma İmparatorluğu ani bir strateji değişikliğiyle yeni dini alıp “resmi din” haline getirince ve onu istediği gibi yoğurup muhalifleri de ezince, Essene ve Nasorilerin sahip oldukları tek şey, inançları ve bilgileri de ellerinden alındı. Roma’nın kurduğu Kilise de yüzyıllar boyunca yapay bir hıristiyanlığı Batı dünyasına egemen kıldı, muhalifleri yok etti.
   İki yazar, “Hiram Key” kitabında İsa’nın döneminde yazılan ve bilinmeyen geçmişe ışık tutacak belgelerin İsa ve yoldaşlarınca Kudüs’te bir yerlere saklandığını; 1000 yıla yakın bir süre sonra, Haçlı Seferleri sırasında bölgeye gelen Templar Şövalyeleri’nin ısrarla bu belgeleri arayıp bulduklarını; ele geçen yazıtların şövalyelerce İskoçya’daki bir şatonun içine gizlendiğini de iddia ediyorlar. Buna göre, eğer İskoçya’daki Rosslyn Şatosu iyice aranırsa, bilmediğimiz daha pek çok şeyi içeren büyük bir gizem ortaya çıkacak. Bu, Essenelere de atalarından kalan, olasılıkla İ.Ö 3. binyıla, hatta daha gerilere giden bir gizem belki de.


 
   Kur'an Yahudilerin Hz. İsa'yı (as.) öldürmeyi başaramadıklarını, Allah'ın onu kendisine yükselttiğini açıkça söyler. Fakat meselenin nasıl olduğu ve ayrıntıları konusunda sessiz kalır. Ne Allah'ın onu bedeni ile birlikte yeryüzünden gökteki biryere yükselttiğini, ne de onun diğer insanlar gibi olup ruhunun göğe yükseldiğini belirtmez. Mesele o kadar kapalı bir dille anlatılmıştır ki olay hakkında olayın olağanüstü ve mucizevi olduğunu söylemekten başka bir yorum yapmak imkansızdır.


 

   Cenabı Hak Nisa suresi 157. ayette mealen Hz. İsa'nın çarmıha gerilme olayı ile alakalı kimselerin anlaşmazlığa düştüklerini haber verir. "... Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zannına uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler."

   Müfessirlere göre bu olay gerçekleştiği zaman onlar kendi aralarında çelişkiye düştüler. Dediler ki, öldürülen İsa ise arkadaşımız (İsa'ya ihanet edip yerini bildiren Yehuda İşkoyrat) nerede? Arkadaşımız öldürüldüyse İsa nerede?

   Bazıları da yüzü İsa'nın yüzüne, bedeni de arkadaşımızın bedenine benziyordu demişti. Allahu Teala o adamı İsa şekline sokunca sadece yüzünü ona benzetmiş, bedenini eski halinde bırakmıştı. Bu olayda ihtilafa düşenlerin Hıristiyanlar olduğu söylenir. Onlardan bir grup 'İsa Paygamber öldürülmedi ve asılmadı. Allah onu semaya yükseltti' derler. Monoteist kilise hareketlerinden Uniteryan Hıristiyanlar bu tür çarmıh olayını kabul etmezler. Hz. İsa'nın bir insan ve Allah'ın peygamberi olduğuna inanırlar. Ağırlıkla günümüzde Amerika ve İngiltere olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmış bir milyona yakın vardır. Yine kurucusu Jakob Lorber'e dayanan Lorberian'lar da bu tür ölüme ve İsa'nın tanrılığına inanmazlar.

   Bazı Hıristiyanlar Hz. İsa'yı Yahudilerin öldürdüğünü söylerler. İsa'nın çarmıha gerilmesi konusunda onların ortak bir inançları yoktur. Bu meselede birçok farklı inanca sahip olmaları onların bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını gösterir. Bir inanca göre çarmıha gerilen kişi Hz. İsa değil ona çok benzeyen bir adamdı. Yahudiler ve Romalı askerler bu adamı acımasızca çarmıha gererken Hz. İsa onlara bakıp aptallıklarına gülüyordu. Başka bir görüşe göre çarmıha gerilen kişi Hz. İsa idi fakat çarmıhta ölmemişti ve çarmıhtan indirildiğinde yaşıyordu. Bazıları da Hz. İsa'nın çarmıhta öldüğüne daha sonra tekrar dirilip havarileri ile bir çok kez buluşup konuştuğuna inanırlar. Bazıları 'ondan kutsal ruh çıkarılmıştır' derler. Bazıları da Hz. İsa'nın ölümünden sonra insan vücudu içinde dirildiğini ve bu vücut içinde yükseltildiğini söyler. Tüm bunlar Hıristiyanların bu konuda gerçek bilgiye sahip olmadıklarını farklı görüşlerini sadece tahminlere dayandırdıklarını gösterir.

   Hıristiyan bir yazar kitabında haçta Hz. İsa'nın ölüm olayı ile ilişkili görüşlerini aktarırken kendisine göre Hıristiyan sapkınlar arasında Hz. İsa'nın çarmıha gerilme olayının olmadığı konusunun çok yaygın olduğunu belirtir ve şöyle der. "Tarihsel kaynaklar bize benzeyiş efsanesinin Kur'an'da işaret edildiği gibi yeni çıkmış bir şey olmadığını bildirir. İlk altı yüzyıl boyunca ve İslam'ın başlangıcından önce bu yanlış öğreti Hıristiyan sapkınlar arasında yaygındı. Gnostik olan Basılides, Mesih yorulduğunda onun için haçı taşıyan Kırıneli Simon'un onun yerine haçlanmaya razı olduğunu böylece tanrının onu mesihe benzettiğini ve haçlandığını iddia etmiştir.

   Dosetikler İsa'nın hiç haçlanmadığını fakat Yahudilere öyle gibi geldiğini veya öyle göründüğünü söylemişlerdir. Gerçekten Dosetik kelimesi 'gibi gelmek' veya 'görünmek' anlamına gelen Yunanca bir kelimeden türemiştir. Onların haçlanma ile ilgili genel doktrinlerini özetler.

   Kilise tarihi boyunca benzeme sapkınlığı asla kaybolmamıştır. Zaman zaman doğuda dağınık gruplar tarafından ifade edilerek yeniden görülmüştür. Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Thebes rahiplerinin soyundan bir sapkın mezhep 185 yılında Tanrı Mesih'in haçlanmasını yasaklar. O rahatça göklere yükselmiştir, diye iddia etmiştir. 370 yılında da büyücü bir Gnostik mezhep haçlanmadığını ancak onu haçlayan seyircilere böyle göründüğünü düşünerek haçlanmayı reddetmişlerdir. Yeniden 520 yılında Suriye Episkoposu Severus kaçtığı İskenderiye'de İsa Mesih'in haçlanmadığını ancak onu çarmıha çivileyen insanlara böyle göründüğünü öğreten bir filozof grubuna rastlamıştır. 560 yılında Keşiş Theodor, mesih'in insan doğmasını ve böyle haçlanmasını reddetmiştir. Yaklaşık 610 yıllarında da Kıbrıs Valisinin oğlu Episkopos John, Mesih'in haçlanmadığını fakat yalnızca onu haçlayan seyircilere öyle göründüğünü ilan etmeye başlamıştır. (Mesih gerçekten haçlandı mı?, sh. 22 23)

   Kur'anı Kerim'de Allah meselenin gerçeğini anlatır. Kur'an Yahudilerin Hz. İsa'yı (as.) öldürmeyi başaramadıklarını, Allah'ın onu kendisine yükselttiğini açıkça söyler. Fakat meselenin nasıl olduğu ve ayrıntıları konusunda sessiz kalır. Ne Allah'ın onu bedeni ile birlikte yeryüzünden gökteki biryere yükselttiğini, ne de onun diğer insanlar gibi olup ruhunun göğe yükseldiğini belirtmez. Mesele o kadar kapalı bir dille anlatılmıştır ki olay hakkında olayın olağanüstü ve mucizevi olduğunu söylemekten başka bir yorum yapmak imkansızdır.

   Yeniden Tutku filmine dönecek olursak, filmdeki sahnelerin çoğu dört İncil’den alınmıştır. Halbuki hepsi Hıristiyanlarca Allah sözü olarak kabul edilen dört İncil’de olaylar birbirine göre eksik veya fazla anlatılmıştır. Şu örneklerle aralarındaki çelişkileri görebiliriz.

1- Matta, İsa'ya kırmızı bir kaftan giydirildiğini söylerken Markos erguvani elbise giydirildiğini söyler. Luka ise sadece parlak renkli bir esvap giydirildiğini söyler. Yuhanna'da bir açıklık yoktur. (Matta 27/ 28, Markos 15/17, Luka 23/11)

2- Yine Matta ve Luka Markos Simon adlı Kırıneli bir adamın haçı taşıttırmak için angaryacı yapıldığını ve İsa'nın ardından taşımak üzere haçı yükletildiğini yazar. Fakat Yuhanna İsa'nın kendi haçını kendi taşıdığını söyler. Luka, Markos, Matta haçı Kırıneli Simon'a taşıtırken Yuhanna İsa'ya taşıtmaktadır. Film ise hepsini birleştirmiş İsa ile beraber Simon'a taşıtmıştır! (Bk. Luka 23/26, Markos 15/21, Matta 27/32, Yuhanna 19/17)

3- Çarmıha gerilmeden önce askerler Hz. İsa'ya içmesi için Markos'a göre acı karışık şarap verdiler. Matta'ya göre ise ekşimiş sirke verdiler. İsa'ya verilen içecek şarap mı yoksa sirke mi, iki İncil farklı farklı bilgiler vermektedir. Diğer iki İncil ise bu konuda hiçbir bilgi vermiyor. (Matta 27/36, Markos 15/23)

4- Hz. İsa çarmıhta can çekişirken Yuhanna İnciline göre 'susadım' demiştir. Diğer incillerde bu ifade yoktur. (Yuhanna 15/28)

5- İncillere göre Hz. İsa iki yanında birer hırsız bulunduğu halde çarmıha gerilmişti. Markos'a göre onunla beraber çarmıha gerilen iki hırsız Hz. İsa'yı korkutuyorlardı. Luka'ya göre bu iki hırsızdan biri onu korkutuyordu diğeri ise İsa'ya acıyordu. (Markos 15/32 Luka 23/39)

6- İncillere göre İsa ile beraber iki haydut da çarmıha gerilmişti. Her iki haydutun da ona sitem ettiğini yazan Matta ikisini de cehennemlik yapmaktadır. Luka incili ise daha merhametli davranarak haydutlardan birini cennete göndermektedir. (Matta 27/4344, Luka 23/3943)

7- Markos'a göre Hz. İsa saat 3'te çarmıha gerilmiştir. Yuhanna'ya göre ise saat altıdan sonra çarmıha gerilmiştir. (Markos 15/25, Yuhanna 19/14)

8- Luka'ya göre Hz. İsa çarmıhta iken 'Ya Rab onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar' demiştir. Diğer İncil’lerde bu bilgi yoktur. (Luka 23/34)

9- Hz. İsa çarmıha gerildiği zaman Matta ve Markos'a göre "Allah'ım Allah'ım niye beni terkettin" demiştir. Bu ifade diğer İncil’lerde yoktur. (Matta 27/46, Markos 15/34)

10- Hz. İsa çarmıha gerildiğinde Yuhanna'ya göre onun yanında başta annesi Meryem olmak üzere, Mecdelli Meryem diye bir Meryem ve bir öğrencisi bulunuyordu. Diğer İncil’lerin anlattığına göre o çarmıha gerilirken ne kadınlar ne de talebeleri onun yakınında değildiler. Onlar uzaktan hadiseyi seyrediyorlardı. (Matta 27/55, Markos 15/40, Luka 23/49, Yuhanna 19/25)

11- Luka'ya göre; İsa yüksek bir sesle nida ederek: "Baba ruhumu ellerine bırakıyorum." dedi ve bunu dedikten sonra ruhunu verdi, diye geçerken (Luka 23/46) Yuhanna'da İsa sirkeyi alınca "Tamam oldu" dedi ve başını eğip ruhunu verdi, der. (19/30). Matta ve Markos ise yüksek ses çıkarıp ruhunu verdi, der. (Markos 15/37, Matta 27/50)

12- Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra Matta'ya göre büyük mucizeler olmuştur. Markos'a göre ise bu mucizelerden sadece bir mucize cereyan etmiştir. Bu da heykelin (mabed) perdesinin yırtılması hadisesidir. Luka'ya göre daha İsa ölmeden önce güneş kararmış ve heykelin perdesi yırtılmıştır. (Matta 27/5154, Markos 15/38, Luka 23/45)

   Enteresan olan bir yön de şudur: Matta'ya göre (27/45) yer sarsıldı, kayalar yarıldı, mezarlar açıldı, ölmüş olan bir çok kutsal kişinin cesetleri dirildi. Bunlar mezarlarından çıkıp İsa'nın dirilişinden sonra kutsal kente girdiler ve birçok kişiye göründüler. Fakat bu kadar önemli olayları niye diğer 3 İncil anlatmıyor. Filmde de gösteriliyor zaten, insanın kafasına bu sorular geliyor. Vali Pilatus ve İsa'yı haça yollayan yahudiler ve diğerleri insanlık tarihindeki bu eşsiz olayı duymamışlar mı? Kesinlikle eminiz ki sadece onlar değil bütün halk bu mezarlığa giderek hatta koşarak ayakta dikilip duran bu et ve kemikten hortlakları seyrederlerdi ve tüm şehir halkı alt üst olurdu. Düşünsenize size yakın bir mezarlıkta evliyaların mezarlarından dirilerek çıkmış oldukları ve tarla korkuluğu gibi ayakta dikilip durdukları söylenseydi ne yapardınız?

   Böyle bir olay gerçekleşmiş olsaydı çok kimse valiye ve yahudi kahinlere haber verirlerdi. Fakat nedense herhangi bir tepki yok, yazılı değil. Sanki böyle bir olay gerçekleşmemiş gibi. 3 İncil bu tür bir olay hakkında suskundur. Eğer böylesine olağan üstü bir olay gerçekleşmiş olsaydı unutulur, ihmal edilir miydi? Sonraki nesillere aktarılmaz mıydı? Tarihçiler de böyle bir vak'a hakkında suskundur.

   Acaba mezardan çıkan kutsal hortlaklar dirildikten sonra nereye gitmişlerdir. Ailelerinin yanına mı yoksa mezarlarına mı gitmişler? Akibetleri ne olmuş bu mezardan dirilen hortlakların. Kutsal hortlakların akibeti hakkında hiçbir iz, izlenim yok. Sanki böyle bir olay hiç olmamış gibi. Hıristiyan bir ilim adamı olayı şöyle yorumlar: 'Aşikardır ki tüm bunlar tarihsel değildir. Fakat esrarengiz şekilde anlaşılmaz ve hissiz anlatmaya yardım eden teolojik beyanatlardır. (Alman Katolik otoritesi H. King)

13- Matta'ya göre bu mucizeleri gören yüzbaşı ve onunla beraber bekleyenler 'gerçek bu Allah'ın oğlu' diyerek çok korkmuşlardır. (Matta 27/54) Markos'a göre ise yalnız yüzbaşı normal şekilde korkmadan iman ettiği ve gerçek bu adam Allah'ın oğlu idi dediği yazılı. (Markos 15/39) Matta iman edenler arasına beraberindeki askerleri de katıyor. Luka ise yüzbaşının 'gerçek bu salih bir adamdı (Allah'ın oğlu değil) diye Allah'a hamd ettiğini yazar. (Luka 23/47) Yuhanna ise yüzbaşı olayını anlatmaz fakat 3 İncil’den farklı olarak askerlerden birinin onun böğrünü mızrakla deldiğini, hemen kan ve su çıktığını yazar. (Yuhanna 19/34)

14- Matta ve Markos'a göre İsa'nın tutuklanmasından sonra talebeleri oradan kaçmışlardır. Luka'da açıklık yoktur. Markos İsa tutuklandıktan sonra bir gencin onun arkasından gittiğini ve onu yakalamak istediklerinde üzerindeki elbiseyi bırakarak Hz. İsa'nın peşinden koştuğunu söyler. Diğer İncil’lerde bu gençten bahsedilmez. (Matta 26/56, Markos14/5052)

15- Hz. İsa tutuklandıktan sonra yapılan mahkeme Matta, Markos ve Yuhanna'ya göre aynı gece Yahudi meclisinin önünde cereyan etmiştir. Luka'ya göre Hz. İsa aynı gece değil ertesi gün mahkeme edilmiştir. (Matta 26/57, Markos 14/53, Luka 22/66, Yuhanna 18/19)

16- Yuhanna'ya göre Hz. İsa kahinlerin reislerinin sorularına cevap vermediği için reisin hizmetçisi tarafından dövülür. Ancak diğer İnciller bu konuda bilgi vermez. (Yuhanna 18/22)

17- Matta'ya göre Hz. İsa'yı muhakeme eden Romalı hakim Pilatus'un karısı rüyasında Hz. İsa'nın beraat ettiğini görmüş bu yüzden beraat ettirmesini kocasından istemiştir. Diğer İnciller bu olaydan bahsetmezler. (Matta 27/19)

18- Luka'ya göre hakim Pilatus Hz. İsa'yı mahkeme edilmek üzere Celile Hakimi Herodos'a gönderir. Diğer İncillerde herhangi bir bilgi yoktur. (Luka 23/711)

19- Matta'ya göre Pilatus Hz. İsa'nın beraat etmesi kanaatine varmış sonra ellerini su ile yıkamış, ben bu iyi insanın kanından berîyim demiştir. Diğer İncillerde bilgi yoktur. (Matta 27/34)

20- Matta'ya göre Pilatus Hz. İsa'yı serbest bırakmaya karar verip bunu Yahudilere açıkladığı zaman Yahudiler onun kanı bize ve çocuklarımıza borç olsun demişlerdir. Diğer İncillerde bu şekilde yer almaz. (Matta 27/25)

21- Hz. İsa'yı ele veren Yehuda İşkoyrat'ın akibeti hakkında da Markos bilgi vermez. Luka'ya göre Yehuda belirsiz bir ücret karşılığında İsa'yı (as) gammazlamış Matta'ya göre bu ücret 30 gümüş olmuştur. Luka'ya göre Yehuda pişman olmadı. Matta'ya göre ise pişman oldu. Luka'ya göre parayı iade edip atmadı, Matta'ya göre parayı iade etti ve fırlatarak attı. Luka'ya göre bu parayla belirsiz bir tarla satın aldı, Matta'ya göre başkahinler çömlekçinin tarlasını satın aldı. Luka'ya göre Yehuda baş aşağı düştü, kazayla bütün bedeni yarıldı ve bağırsakları dışarı döküldü. Matta'ya göre Yehuda kendini attı (iradi olarak) Luka'ya göre mezmurlar kitabında şu söz yerine geldi. Matta'ya göre Loylere Yeremya Peygamberin söylediği şu söz yerine geldi. (Luka 22/1, Matta 26/15, 27/1)

Devam edecek ....

Romanya Zaman

20.04.2004

Araştırma: M.YILMAZ   
Friday, 06 January 2006
Isra (36) Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların her biri ondan sorumludur.
Maide (104) Bunlara: "Gelin Allah'ın indirdiği hükümlere ve peygambere." denildiği zaman: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!" derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve doğru yolda bulunmayan kimseler idiyseler de mi? 
Nisa(157)
ve:
"Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük."
Demeleri yüzünden.
Oysa onu ne öldürdüler,
ne de astılar.
Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.
Onda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler,
o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiç bir bilgileri yoktur.
Kesin olarak O'nu öldürmediler.

   Kuran-ı Kerim'in bu ayeti bize açıkca, Hz.İsa'nın öldürülmediğini, O'nun yerine '' kendilerine bir benzetme yapıldı '' ğını, başka birinin çarmıha gerildiğini belirtmekte ve '' Kesin olarak O'nu öldürmediler '' demektedir . Bu görüşe Hıristiyanlar şiddetle karşı çıksada, Kitabı Mukaddes'de, bizlere bahsedilmeyen bir çok delilin Kuran-ı doğrular nitelikte olduğunu görmekteyiz. Hatta İsa'nın çarmıha gerilmeden önce öğrencilerinin önünde şekil değiştiğini Kitabı Mukaddes'te görmek mümkündür. Ayrıca, dirildi dendikten sonra, İsa'yı görenlerin, O'nun sesini ve kendisini tanıyamaması cevap verilmesi gereken deliller olarak Kitabı Mukaddes'te bizleri beklemektedir. Bu makale ile Kitabı Mukaddeste saklanan bu gerçeklere ulaşacaksınız.

Konuyu tamamiyle anlamamız için katogoriler halinde araştıracağımızın faydalı olacağı inancındayım.

  • Yunus'un belirtisi
  • Dirildikten sonraki insanların şekli ve dirilenleri görenlerin tepkisi
  • Çarmıh olayından önce İsa görünüm değiştiyor
  • Dirildi denilen İsa'nın Mecdelli Meryem ile karşılaşması:
  • Öğrencilere gözüktü.
  • Çarmıhta ölen kimdi?

Öncelikle Kitabı Mukaddes hakkında bilmemiz gereken:
 
Yuhanna (John) 20:30
İsa,
öğrencilerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok mucizeler yaptı.

Yuhanna (John) 21:25
İsa'nın yaptığı daha başka çok şey vardır. Bunlar tek tek yazılsaydı, sanırım yazılan kitaplar dünyaya sığmazdı.


ortada olan yukarda okuduğunuz bu gerçektir. Kısaca Kitabı Mukaddes, bir çok şeyi hatta İsa'nın yapmış olduğu bir çok mucizenin bu kitapta bulunamayacağını kabul eder. Bize kalan delillerle bağlantılar arasındaki kopukluğu Kitabı Mukaddesle doldurmaya çalışmaktır.
Fakat, Kitabı Mukaddes'in bize sunduğu gerçek, İsa ölmeden önce, şekil değişmiştir, dirildi dendikten sonra göründüğü talebeleri İsa'yı gördüğünde tanıyamamıştır.

   Bu konu hakkında ana hatlarıyla üzerinde araştırma yapacağımız bölümler şunlar olacaktır.
Markos (Mark) 16 - Luka(Luke) 24 - Yuhanna (John) 20 - Yuhanna (John) 21- Matta(Matthew)17
Yunus'un belirtisi:

   Yunus'un belirtisi Matta (Matthew) 12:39 İsa onlara şu karşılığı verdi: «Kötü ve vefasız kuşak bir belirti istiyor! Ama ona Yunus peygamberin belirtisinden başka bir belirti gösterilmeyecek.
Matta (Matthew)

   Diğer hararetle tartışılan bir konu ise İsa'nın öldükten sonra dirileceğine ait olan kehanettir. Bu kehanette önemli olan ve üzerinde durulan ise üç gün üç gece olan zaman dilimidir. Savunulduğuna göre bu kehanette yine İsa tarafından söylenmiştir.
 
    Matta;12-40 Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın
 karnında kaldıysa,
İnsanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında kalacak.
 
    Dünyada kabul gördüğü gibi İsa cuma günü öğleden sonra çarmıha gerilmiş ve pazar gününün ilk ışıklarıyla mezara gelenler tarafından mezarda olmadığı görülmüştür. Bütün tartışmada ortada pazar gününün ilk ışıklarıyla, pazar gününe girildiği sayılsada bir gece eksik çıkmaktadır. 
    Ayrıca bu kehanetin İsa'ya uygulanması için Yunus peygamberin başına gelen balinanın karnında üç gün üç gece nasıl kaldığıda önemlidir.
 Hıristiyan kardeşlerim öncelikle üç gün üç geçe değiminin her kültürde kullanılmadığından özellikle ibraniler arasında nasıl kullanıldığı ile ilgili bir savunma yapmaktalar. Kısaca yapılan savunmaya göre pazar sabahının ışıklarının görünmesiyle pazar gününüde tam gün olarak saymamız gerekmektedir. Örneklerini eski antlaşmadan Tevrat'tan vermekteler, bahsedilen kehanetse yeni antlaşmada Kitabı Mukaddes'de Greekçe yazılmış değişik bir kültürün lisanı olduğuna pek değinmemekteler. Yinede kendi seçeneklerin olan Tevrat'a bakıp gün kelimesinin anlamını anlamaya çalışalım.
    İbranilerde gece kelimesi '' layil {lah'-yil}'' gün kelimesi ise '' yowm {yome}'' olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kelimelere örnek olarak şunları verebiliriz.
 
 
 Gen 1:5 Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
 Gen 1:14 Tanrı şöyle buyurdu: "Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu.
 Gen 1:18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
 
 
 Gen 1:5'de geçtiği gibi Tanrı gece ile gündüzü yaratmış ve her birine bir isim vermiş ve bunlarında gece '' layil {lah'-yil}'' gün kelimesi ise '' yowm {yome}'' kelimeleri olduğunu görmekteyiz.Yine aynı cümlenin devamına baktığımızda ise '' Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. '' denilerek bir günün nasıl oluştuğu anlatılmış, kısaca günün oluşması için akşamın ve sabah olması gerekmekte fakat burada kullanılan kelimeler değişik kelimelerdir.
 
 Gen 1:13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
 Gen 1:8 ..Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
 Gen 1:19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
 Gen 1:23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
 Gen 1:31 ...Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
 
 
    Gen 1:13 Akşam oldu, (''  ereb {eh'-reb}'' ) sabah oldu ('' boqer {bo'-ker}'') ve üçüncü gün oluştu ('' yowm {yome}'' ).
    Okuduğumuz bu Gen 1:13, Gen 1:8, Gen 1:19, Gen 1:23, Gen 1:31 'de geçen alıntılarda kullanılan kelime ortaktır. Akşam oldu derken ''ereb {eh'-reb}''  sabah oldu derkende boqer {bo'-ker} kelimesi kullanılmıştır. Dikkat edeceğimiz nokta burada geceye verilen '' layil {lah'-yil}'' kelimesi ile gündüze verilen '' yowm {yome}'' kelimeleri kullanılmamıştır. Örneklerden anladığımız bir zaman dilimine gün dememiz için o zaman diliminde akşam vakti ve sabah vakti olması gerekmektedir. Fakat bir önceki akşam vaktini ve o akşamın sabahını bir günle karıştırmayalım, bir önceki akşam vakti bir gün önceki güne aittir.
    Hıristiyan kardeşlerimin,Tevrat'tan savunmalarında kullandıkları alıntıları görelim.
 
 
 Exd 34:28 Musa orada kırk gün kırk gece RAB'le birlikte kaldı....
 Jonah 1:17 ...Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.
 Job 2:13 Yedi gün yedi gece onunla birlikte yere oturdular....
 Est 4:16 "...benim için oruç tutun; üç gün, üç gece hiçbir şey yemeyin, içmeyin...."
 
 
    Savunmalarında kullandıkları alıntılardan bizim bildiklerimiz bunlardır. Bu alıntılarda bizim gördüğümüz tartışma kabul etmeyecek vaziyette olan kırk gün kırk gece derken gecenin '' layil {lah'-yil}'' gündüzünde '' yowm {yome}'' olarak ayrıca belirtildiğidir.
    Hıristiyan kardeşlerim İbranilerin konuşma şekillerinde '' bir Yahudi üç gün ve sadece iki günü içeren bir zaman diliminden söz etmek istiyorsa üç gün üç gece diyecekti '' diye savunmaları var. Bunu pek kabul edilebilir bir savunma bulamıyoruz. Eskiden ve günümüzde olan İbranicede böyle bir eksiklik olduğunu biz göremedik. Bu savunmalarınada kendilerince güzel bir örnek oluşturacak olan alıntının ise Est 4:16'de olduğunu söylemekteler. Fakat yapılan Türkçe tercümeye baktığımızda ise tercümenin tam yapılmadığını görmekteyiz.
 
 
 KJV Est 4:16 ...and neither eat nor drink three days, night or day:...
 Est 4:16 "... üç gün, üç gece hiçbir şey yemeyin, içmeyin..."
 
 
    Bu alıntının İbranicesinde '' yowm {yome}'' kelimesi iki kere kullanılmıştır. İngilizceye çeviride de iki kere kullanılmışsada ortaya karmaşık bir cümle çıkarmışlardır. Türkçe çeviride ise '' yowm {yome}'' kelimesinin bir kere tercümeye katıldığını görmekteyiz. Yinede bu alıntıda karşımıza çıkan gece ve gündüzün ayrıca belirtildiğidir. Ester üçüncü gün oruçunu bozabilir, onun oruçunu bozması oruç zamanının bittiği anlamına gelmez.
 
 '' Konuşma dilinde her zaman eşit sayıda gün ve gece söylenirdi '' diye savunmalarına devam etmekte Hıristiyan kardeşlerim. Bunu kabul edilebilecek bir savunma olarak görememekteyiz, Tevrat'da baktığımız örneklerde bahsettikleri gibi olmadığını görmekteyiz.
 
 
 Gen 8:6 Kırk gün sonra Nuh yapmış olduğu geminin penceresini açtı.
 Gen 8:10 Yedi gün daha bekledi, sonra güvercini yine dışarı saldı.
 Gen 8:12 Yedi gün daha bekledikten sonra güvercini yine gönderdi. Bu kez güvercin geri dönmedi.
 Gen 8:14 İkinci ayın yirmi yedinci günü toprak tamamen kurumuştu.
 
 
    Burada gördüğümüz gün olarak geçen kelime yukardaki alıntılarda gündüz olarak tanımlanarak söylenen Exd 34:28, Jon 1:17, Job 2:13, Est 4:16 gündüz '' yowm {yome}'' kelimesi ile aynı kelimedir. Karıştırmamak için hatırlatma yapalım. Burada bahsedilen gün kelimesi anladığımız anlamda 24 saat değildir. 
 
    Gen 1:5 Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. 
 
     Gen 1:5'de de geçen '' Gündüz '' yowm {yome}'' '' kelimesidir. Kısaca bir günün içindeki ışığı gördüğümüz zaman dilimini ifade etmektedir.
    Bu bilgiler ışığında Gen 8:12'de geçen '' Yedi gün daha bekledikten sonra '' kelimelerindeki anlamı anlamaya çalışalım. Örnek olarak bir pazar günü öğle vaktini alalım ve ben size diyorum ki yedi gündüz '' yowm {yome}'' daha bekleyeceksiniz, yani yedi gündüz daha beklemeniz gerekmektedir. Yedinci güne kadar beklemeniz gereken gecenin ise altı gece olduğu ortaya çıkacaktır. gündüz '' yowm {yome}'' kelimesi yanlızca gündüzü ifade ettiği için ortaya çıkan anlam budur. Kısaca yedi '' yowm {yome}'' gündüz bekleyin dediğimde bunun içinde yedi gece var anlamı yükleyemezsiniz buna matamatikte müsade etmez. Kalemi alın elinize bir kağıda yedi çarpı koyun ve saymaya başlayın yedinci çarpıya yani '' yowm {yome}'' gündüze geldiğinizde geriye bakın ve kaç gece geçmiş olduğunu sayın bu kadar basit. Fakat ben size yedi gün yedi gece bekleyeceksiniz diyeceksem kullandığım tabir ile beraber cümlede değişmekte çünkü orada '' layil {lah'-yil}'' kelimesinide kullanmış olacağım.
 
    Şayet ben size yedi gün yedi gece oruç tutacaksınız dersem ve siz o çarpılardaki yedinci günde orucunuzu bozarsanız bir gece eksik tutmuş olacak cümlede belirttiğim yedi geceyi dikkate almamış olacaksınız demektir. Fakat yedi gündüz '' yowm {yome}'' oruc tutacaksınız dersem değişik manaya gelmektedir, burada gece oruç tutulmayacağıda ortaya çıkmaktadır. Çünkü sizden istenen gündüz oruç tutulmasıdır. Fakat bu yedi günün gecesi ve gündüzünüde oruç tutarak geçirmeniz isteniyorsa İbrani lisanı onu söylemeyede müsaittir. Kısaca İbranilerin eskiden konuştuğu bu lisana baktığımızda günümüzden bayağı ilerde olduğunu görmekteyiz yinede bir çokları anlamakta zorluk çeksede, ben kişisel olarak İbraniceyi bayağı mantıklı bulduğumu söyleyebilirim.
    Fakat Hıristiyan kardeşlerimin bu konudaki savunmalarına İbraniceden örnek aramalarına biz şaştık çünkü yapılan kehanet Greekçe yazılmıştır ve anlaşılan yazanda Greeklerdir. Bize getirecekleri örneklerin Greekçeden olması gerekirdi. Onların eksik bıraktığı bu boşluğu biz doldurmaya çalışalım.
 
 
 Matta;12-40 Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın karnında kaldıysa, İnsanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında kalacak.
 

 
 bu kehanette geçen kelimelerin Greekçe kökenine nasıl kullanıldığına bakalım. Bu cümlede geçen Greekçe kelime '' üç, treis ''   '' gün, hemera '' ve '' gece kelimeside nux '' dur. Şayet bu kehanet aşağıdaki cümle gibi kalmış olsaydı ortaya bir münakaşa çıkmış olmayacaktı.
 
 
 Mat 17:22>23 Celile'de bir araya geldiklerinde İsa onlara, «İnsanoğlu, insanların eline teslim edilecek ve öldürülecek, ama üçüncü gün dirilecek» dedi. Öğrenciler buna çok kederlendiler. 
 
 
    Mat 17:22>23 'de geçen kehanete baktığımızda burada '' üç gün üç gece '' tabirini görememekteyiz. Burada bahsedilen '' üçüncü gün dirilecek '' denmesi olmuştur. Fakat Matta;12-40 'de ise meseleye '' üç gün üç gece '' denilerek belirti konmuştur. Aralarında anlam olarakda farklılıklar vardır. Matta;12-40 'de geçen kehanete göre ise bu sadece üç gün değil ayrıca üç de gece olması gerekmektedir. Şimdi ortada bu deliller dururken Hıristiyan kardeşlerimin o zamanki terminolojiye göre böyle söylenmekteydi diye olan tartışmalarını anlamış değiliz. Kendi kitaplarında baktığımız örneklerde gördüğümüz gibi insanlar konuşmalarına gün derken geceyide katma gibi bir konuşma sitillerinin olmadığı ortaya çıkmaktadır.
 
    Ortada olan münakaşa Matta;12-40 'de geçen üçüncü gün, dirilecek tanımlaması üzerine değildir. Şayet bahsettiğimiz tartışma Matta;12-40 'a göre oluşmuş olsa Hıristiyan kardeşlerim savunmalarında haklı olabilirler. Cuma'dan pazar'a üçüncü gün diyebiliriz. Fakat anlamak istemedikleri nokta '' üç gün üç gece '' meselesidir. Bu tanımlamaya görede üç günün haricinde üç de gece kalması gerekmektedir. Cuma öğleden sonra ile pazar sabahının içine biz üç gün ve üç geceyi sığdıramadık kusura bakmasınlar.
 
    Hıristiyan kardeşlerim ayrıca '' peygamberliğinin yerine gelmesini engelleme isteğindeki Yahudiler, mezarı sadece üçüncü güne kadar, yani Pazar gününe kadar, güvenlik altına almakla ilgileniyorlardı. Çünkü "üç gün sonra" ve "üç gün, üç gece" deyimlerinin anlamının harfi harfine gerçekten öyle olmadığını sadece kendi günlerindeki konuşma biçimi olduğunu biliyorlardı. '' diye bir savunma daha yapmaktalar. Şayet Yahudiler Mat 17:22>23 'de geçen '' üçüncü gün dirilecek '' kehanetine göre pazar gününe kadar mezarı güvenlik altına almak istiyorlardı demekte ise savunmasında haklılar çünkü Mat 17:22>23 'de geçen kehanete göre üçüncü gün dirilmesi gerekmektedir. Fakat Matta;12-40 'de geçen kehanete göre '' üç gün üç gece '' beklemeleri gerekiyorsa pazar sabahınında erken olduğunu bilmeleri lazımdır.
 
    Ayrıca Hıristiyan kardeşlerimin savunduğu gibi yahudilerin bu kehanetin üç gün ayrıca üç gece olacağından haberleri yoktur. En azından Matta'ya göre onların haberi olduğu Mat 17:22>23 'de geçen '' üçüncü gün dirilecek '' olmasıdır. Kısaca birileri '' üç gün üç gece '' dediğinden bu pazar çıkmamış '' üçüncü gün dirilecek '' tanımlamasından pazar gününü çıkarmış olmaları gerekmektedir.
 
 Mat.27:62>63 Ertesi gün, yani Hazırlık gününden sonraki gün, başkâhinlerle Ferisiler Pilatus'un önünde toplanarak, «Efendimiz»dediler, «O aldatıcının, daha yaşarken, `Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim' dediğini hatırlıyoruz. Mat.27:64 Onun için buyruk ver de üçüncü güne dek mezarı güvenlik altına alsınlar. Yoksa öğrencileri gelir, cesedini çalar ve halka, `Ölümden dirildi' derler. Bu sonuncu aldatmaca ilkinden beter olur.»
 
    Ayrıca Mat 17:22>23 'de geçen kehanete göre İsa'nın öldürüleceğini ama üçüncü gün dirileceğini duyan öğrenciler '' buna çok kederlendiler.  ''
 diye belirtilmektedir. Madem Hıristiyan kardeşlerimizin bahsettiği gibi İsa böyle birşey demişse yani öleceğim fakat üçüncü gün dirileceğim gibi bir kehanetde bulunmuş ise ortada olan tüm resim değişmektedir, fakat İsa'nın kendi söylediği kehanete baktığımızda Matta;12-40 Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın karnında kaldıysa, İnsanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında kalacak. olduğu ile ilgili bir kehanet görmekteyiz. Kısaca İsa'ya göre '' üç gün üç gece yerin bağrında '' kalması gerekmektedir.
    Ayrıca yine pazar günü bu üçüncü günün dolmasının zamanı ise kaç tane talebesi İsa'yı beklemiştir onu araştıralım. Gerçi bize göre bu kadar kederlenen talebelerin o üç günü mezarın dışında beklemeleri gerekmektedir.
 
 
 Mat.28:1 Sept gününü izleyen haftanın ilk günü, tan yeri ağarırken, Mecdelli Meryem ile öbür Meryem mezarı görmeye gittiler.
 Mark 16:1 Sept günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup'un annesi Meryem ve Şalome gidip İsa'nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar.
 Mark 16:2 Haftanın ilk günü sabah çok erkenden, güneşin doğuşuyla birlikte mezara gittiler.  
 John 20:1 Haftanın ilk günü erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü.
 
 
    Elimizde bulunan Kitabı Mukaddes'e baktığımızda pazar gününün belli olmayan bir saatinde, çünkü Mat.28:1 ...tan yeri ağarırken... Mark 16:2...güneşin doğuşuyla... John 20:1...ortalık daha karanlıkken demekte ve ayrıca gidenler kimler olduğu konusunda da aralarında çelişkili olan yazılardan sonra Mecdelli Meryem'in mezara gittiğini okumaktayız. İşin garibi Mecdelli Meryem'in gidişteki amacı Mark 16:1'e göre '' İsa'nın cesedine sürmek üzere baharat '', sürmek olduğunu görmekteyiz. 
 
    Üçüncü gün dirilmesi gereken İsa'nın dirilmesini görmeye gittiğine dair bir yazıda göremiyoruz. John 20:1'e göre ortalık daha karanlıkken gelişen bu olaya göre pazar gününün ışıkları daha ortaya bile çıkmış değil, kısaca üçüncü gün bile olmamış. Mezara vardıktan sonra İsa'nın mezarda olmadığı keşfedilmekte, bizim önemli gördüğümüz diğer bir nokta pazar gününün sabahı olmuş olsada dahi İsa'nın dirildiğini hangi gün dirildiği ile ait bir bulguya rastlamamaktayız. Ortada olan gerçek pazar gününün sabahı İsa'nın mezarda bulunamamış olmasıdır.
 
    Ayrıca çıkan soru İsa'nın daha önce dirilmediğine ait Kitabı Mukaddes'de olan delilleri nelerdir Hıristiyan kardeşlerimin. Mecdelli Meryem'in pazar günü gördüğü boş mezardır, İsa'nın dirilişi değil, Kitabı Mukaddes'in neresinde İsa'nın pazar günü dirildiğine ve buna şahidi kim olduğunun yine Kitabı Mukaddes'e göre delilini görmek istemek sanırım hakkımızdır.
    Mat 17:22>23 'de geçen İsa'nın öleceğine ve '' üçüncü gün dirilecek '' olduğu kehanetine çok üzülen talebeleri mezarın çevresinde pek göremiyoruz. Buna verilen mazeret ise John 20:9 İsa'nın ölümden dirilmesi gerektiğini belirten Kutsal Yazı'yı henüz anlamamışlardı. Dirilmesi gerektiğini anlamamaları olmuştur. Yine ayrı bir çelişkide, İsa'nın dirildiği ile ilgili haberi Mecdelli Meryem kimine göre talebelerine ulaştırmış diğerine göre ise korkudan kimseye bir şey söylememeyi seçmiştir.
 
 
 Mark 16:8 Kadınlar mezardan çıkıp kaçtılar. Onları bir titreme, bir şaşkınlık almıştı. Korkularından kimseye bir şey söylemediler.
 John 20:18 Mecdelli Meryem öğrencilerin yanına gitti. Onlara, «Rab'bi gördüm!» dedi. Sonra Rab'bin kendisine söylediklerini onlara anlattı.
 
 
     Yaptığımız araştırmalarda İbranice ve Greekçede herhangi bir teminoloji problemi göremedik. Her iki lisanda da üçüncü günden bahsetmeniz için gecelerden de bahsetmenize gerek yoktur. Fakat bahsettiğiniz konuda geceleride belirtmek istiyorsanız, bunuda belirtme şansına sahip olduğunuzdur. Kehanetde ayrıca ortaya çıkan problem,
 
 
 
 '' Yunus balığın karnında nasıl kalmıştır? ''
    Matta;12-40 Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın
 karnında kaldıysa, ...
 
   
Yunus'un balığın karnında ölümü dirimi kalmıştırın cevabıdır. Şayet Yunus balığın karnında diri olarak kalmışsa, ortaya çıkan soru şayet İsa ölü olarak üç gün yerin bağrında ölü olarak kalmışsa, Yunus'un nasıl kaldığı ile ilgili '' canlı olarak kaldığı '' bu kehanet yerine gelmemiştir. Ayrıca bu kehanette ortaya çıkabilen ayrı bir olasılık olan İsa'nın öldürülmeden bir mezarda Yunus gibi üç gün canlı kalması Hıristiyan kardeşlerim tarafından kabul edilemez, Onlara göre İsa'nın bizim günahlarımızın affı için öldürülmesi lazımdır, inandıkları başka kurtuluş yolu yoktur. Kısaca ortaya çıkan bu inançtan dolayı ellerindeki yazmalardan dahaca eski bir yazıya rastlar iseler bu yazmada da İsa'nın başına böylesi bir olay gelmemiş olduğu belirtilmiş olsa, bu bulunabilecek yazı bu insanlara göre oraya şeytan tarafından konulmuş kabul edilecektir.
 
    Bu önemli noktalar Hıristiyan kardeşlerimiz tarafından göz ardı edilmiş ayrıca kehanette belirtilen ve yerine gelmemiş olan '' üç gün üç gece '' tabirinin ise konuşulan lisanın terminoloji hatası olduğu olarak sunulmaya çalışılmıştır. Fakat bu konu ile ortaya çıkan problemler bunlar ile sınırlı kalmamaktadır. İsa ölmeden önce dirilişe erişmeye layık görülenlerin, meleklere benzeyeceğini belirttiğini okumaktayız.
 
 
 Luka;20-35 Ama gelecek çağa ve ölülerin dirilişine erişmeye layık görülenler ne evlenir, ne evlendirilir.
 Luka;20-36 Bir daha ölmeleri de söz konusu değildir. Çünkü meleklere benzerler ve dirilişin çocukları olarak Tanrı'nın çocuklarıdırlar.
 
 
    İsa'nın dirildikten sonra burada bahsettiği gibi meleklere benzerliğe dönüştüğünü beklemekteyiz, fakat mezarın dışında Mecdelli Meryem ile karşılaştığında ona dokunmak isteyen Mecdelli Meryem'in kendisine dokunmasını şu mazeret ile kabul etmemiştir.
 
    John 20:17 İsa, «Bana dokunma!» dedi. «Çünkü daha Baba'nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum.»
 
    Ayrıca talebeleri ile karşılaştığında şaşıran talebelerine, John 20:20 Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve böğrünü gösterdi... ellerini ve böğrünü gösterdiğini, hatta O'nun gerçekten O olduğuna inanmak isteyen talebelerininde,      
 
 John 20:25 Öbür öğrenciler ona, «Biz Rab'bi gördük!» dediler.
 

    Tomas ise, «O'nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.
 dirilmeden önceki vucudunda bulunan bu işkence izlerini görmek istemeleri, ayrıca İsa'nın dirildikten sonrada herhangi bir değişikliği uğramadığını isbat etmeye çalışan sözleri ortaya değişik sorular çıkarmıştır.
 
 
 Luka;24-38 İsa onlara, «Neden telaşlanıyorsunuz? İçinizde neden böyle kuşkular doğuyor?» dedi.
 Luka;24-39 «Ellerime, ayaklarıma bakın; işte ben'im! Bana dokunun da görün. Bir hayalette et ve kemik olmaz, ama görüyorsunuz, bende var.»
 
Luka;24-40 Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. 
 
 
    İsa öğrencilerine değişmediğini isabata o kadar önem vermektedirki, hala bir insan gibi yemek yemeye ihtiyacı olduğunu göstermeye, gördüklerinin bildikleri İsa olduğunu isbat etmeye çalışmaktadır.
 
 Luka;24-41 Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içinde olan öğrencilerine İsa, «Sizde yiyecek bir şey var mı?» diye sordu.
 Luka;24-42 Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler.
 Luka;24-43 İsa onu aldı ve onların gözleri önünde yedi.
 
   
İsa'nın dirildikten sonra hala bir et kemik olduğunu isbatlamaya ve yemek yemeye ihtiyacı olduğunu göstermeye çalışması, bizim acımızdan dirildikten sonra İsa'nında bahsettiği gibi '' meleklere benzerler '' in nasıl olacağı sorusunu getirmiştir.
    Ayrıca İsa'nın çarmıha gerilmiş bulunduğu cuma gününde yanındaki diğer çarmıha gerilenlerden birine,
 
 Luka;23-43 İsa ona, «Sana doğrusunu söyleyeyim,
 sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın» dedi.
 
 onun, onunla beraber o gün cennette olacağından bahsettiğini görmekteyiz. Fakat cuma günü söylediği kabul edilen bu sözün, pazar günü Mecdelli Meryem ile karşılaşmasında John 20:17 İsa, «Bana dokunma!» dedi. «Çünkü daha Baba'nın yanına çıkmadım.... demesi ile mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Pazar gününe gelindiğinde daha Baba'nın yanına çıkmamış olan İsa cuma günü Luka;23-43 İsa ona,...sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın»... demesi ne kadar gerçeği yansıtmaktadır.
 
    Fakat cuma günü yanında çarmıha gerilen bu kişiye verdiği söz uyarınca, o gün cennete gitmiş olduğunu John 20:17'de geçen '' daha Baba'nın yanına çıkmadım. '' sözü ile çelişkili bir vaziyette kabul etsek, bu onun mezarda hiç kalmadığını göstermezmidir.
 
    Malesef her konuda olduğu gibi elimizdeki bu yazmalar bu gibi konularda bizi aydınlatması gerekirken, ortaya çıkan gerçek, araştırma yapıldıkca ortaya daha değişik sorular çıkarması olmuştur.

Enter supporting content here