'Siyasi Siyonizm' Teorisini Gelistiren Kabalacilar
Genelde anlatildiginin aksine,
yahudilerin bir devlete sahip olmak için Mesih'i beklemek yerine, bu süreci kendi elleriyle baslatmalari gerektigi düsüncesi,
yani Siyasi Siyonizm, ilk kez Herzl'le birlikte ortaya atilmadi. Bu teori, Herzl'den yarim yüzyil önce, iki Kabalaci tarafindan
dile getirilmisti. Ve 19. yüzyilin sonunda ortaya çikan Siyonizm, büyük ölçüde siyasi bir hareket olmakla birlikte, aslinda
Mesih inancinin yeni bir yorumuydu. Encyclopaedia Judaica söyle yaziyor:
Siyonizm büyük ölçüde eski Mesihi inanisa dayaniyordu. Siyonizmin çogu ideolojiktir ve duygusal motifi de Mesihi
inançtan gelir... Mesih inanci, bütün liberalizm ve rasyonalizasyon sürecine ragmen, yahudi halki arasinda etkisini yitirmemisti.
1840'larda Balkan ve Dogu Avrupa yahudileri arasinda, yahudi tarihinde dönüm noktasi olacak olan Mesih yilinin geldigi söylentisi
yayilmisti. Çogu yahudi Mesih'in ortaya çikisini son derece ajite olmus bir biçimde beklemeye baslamisti. Bunlarin arasinda
Haham Judah Alkalay (1798-1878) de vardi... Alkalay (solda), zamanla Mesihi dönemin, yalnizca mucize bekleyerek degil, önde
gelen yahudilerin bu konudaki çabalariyla baslayacagi düsüncesini kabul etti... Hayatinin geri kalan bölümünü de Mesih ile
ilgili bu yorumu diger yahudi önde gelenlerine anlatmakla geçirdi... Alkalay, geleneksel yahudi kaynaklariyla, özellikle de
Kabala ile derinden ilgilenmisti... Siyonizmin bir diger fikir babasi da Haham Zevi Hirsch Kalisher (1795-1874) idi. Kalisher
de Alkalay gibi, Mesihi dönemin yahudilerin kendi çabalariyla baslayacagini düsünüyordu. Bu dogrultuda, 1836 yilinda, Meyer
Amschel Rothschild'la görüserek, ondan Israil Topraklari'ni (Eretz Israel) ya da en azindan Kudüs ve Tapinak bölgesini Mehmed
Ali Pasa'dan satin almasini istedi. Böylece Mesihi dönem 'asagidan yukari' bir hareketle baslayacakti. Daha sonra ayni teklifi
Moses Montefiore'a da götürdü... Hem Alkalay, hem de Kalischer geleneksel yahudi kaynaklariyla yakindan ilgili, Eski Ahit
ve Kabala konusunda uzmandilar.3
Evet, "Siyasi Siyonizm", Mesih Plani'nin yeni bir yorumu, yeni bir asamasiydi. Hareketin öncüleri ise asirlardir
Mesih Plani'ni gerçeklestirme hevesindeki Kabalacilardi. Her ikisi de Kabalaci olan Alkalay ve Kalischer, Siyasi Siyonizm'in
teorisini kurdular. Judaica, Alkalay'in teorilerini Kabala'ya dayandirisini söyle anlatiyor: "Alkalay, tüm yazilarinda, Midrash
ve Kabala'dan alintilar yapmis ve bu alintilara kendi yorumlarini eklemistir. Bu yazdiklarina göre, Kurtulus (Mesihi dönem)
insan eliyle baslayacaktir ve ancak en son asamada mucizeler gerçeklesecektir." 4
Israilli tarihçi Moshe Sevilla-Sharon ise Alkalay ve Kalisher'den söyle söz ediyor:
Alkalay..., Kurtulus'un (Mesihi dönem) insan eylemiyle gerçeklesecegine ve Mesihi dönemin gelmis olduguna
kanaat getirdiginde, fikirlerini yaymak amaci hissetti... Yazdiklarindan (brosür ve kitaplar) zamanla belli bir siyasal program
ortaya çikti. Alkalay'a göre, Israil Ülkesi'ndeki yahudi yerlesme faaliyetlerinin finansmani için vergi toplanmali, ülkede
kurulacak yahudi yerlesme biriminin dünya devletleri tarafindan taninmasi için diplomatik çaba harcanmali, yaslilardan olusacak
bir yahudi parlamentosu kurulmali, Ibranice günlük konusma dili, tarim da yahudilere özgü bir faaliyet alani olarak dirilmeliydi.
Alkalay, programina destek aramak için Bati Avrupa ülkelerine geziler yapti ve her gittigi yerde bir 'Israil Ülkesine Yerlesme
Dernegi' kurdu. Bu arada uluslararasi bir yahudi örgütü kurulmasi için çagrida bulundu. Herzl, 30 yil sonra bu önerilerin
bazilarinin gerçeklestirecek, kisa vadede yapilmasi olanaksiz olanlari da 'Yahudi Devleti' adli kitabinda program olarak verecektir.
Alkalay'a paralel olarak öncü siyasal Siyonizm faaliyeti, Dogu Avrupa'da Polonyali Rabbi Kalischer Hirsch (1795-1874) tarafindan
baslatildi. Kalischer'in gençliginin en büyük olayi, Fransa ve Almanya yahudilerinin özgürlesmeleriydi (siyasi esitlik). Bu
egilim ve bazi yahudilerin duyulmamis servetler edinmeleri—Rothschild'ler gibi—, yüksek mevkilere erismeleri,
Kalischer'e Kurtulus'u (Mesihi dönem) müjdeleyen gelismeler olarak göründü. Öte yandan, Sürgün'ün sona erebilmesi için Yahudilerin
Israil'e dönmeleri gerektigini düsünen Kalischer, 1836'da devrin zenginlerine basvurdu ve Israil Ülkesi'nin tümünün ya da
bir bölümünün Misir hükümdari Kavalali Mehmet Ali Pasa'dan satin alinmasini istedi. Alkalay'in da düsündügü üzere, Kalischer
Kurtulus'un ilk evresi olan özgürlük ve bagimsizligin insan çabasiyla gerçeklesecegine inaniyordu... Alkalay ile Kalischer'in
milliyetçiliklerini dogru degerlendirmek için, ileri sürmüs olduklari fikirleri çagdas gelismelerin isiginda görmek gerekir.
Bu iki Siyonizm öncüsünün düsündükleri, Mesih inancinin o dönemde meydana gelen olaylarla iliskili olarak yeniden yorumlanmasindan
ibarettir.5
Osmanli'ya karsi gelisen Sirp isyanini kendine örnek alan Alkalay'in gelistirdigi programin en ilginç
özelligi, Siyonist hareketin tüm detaylarini içermesidir:6
Alkalay, Israil topraklarina yapilacak göçün finansmaninin saglanmasi için bir fon kurulmasini, göç için
uluslararasi destek kazanilmasini ve yahudilerin ihtiyarlar meclisinin yeniden toplanarak bir parlamento olusturulmasini savundu.
Ayrica ulusal dil olarak Ibranice'nin yeniden kullanilmasini, Israil topraklarinda tarimin ilerletilmesini ve bir yahudi ordusu
kurulmasini önerdi. Alkalay, tüm bu projeler için Ingiltere'nin destek verecegini umdugunu da yaziyordu... Ayrica uluslararasi
bir yahudi organizasyonunun kurulmasi gerektigini de duyurdu.7
Gerçekten de Herzl'le baslayan Siyonist hareket, ayni Kabalaci Alkalay'in dedigi gibi uluslararasi bir
yahudi organizasyonu kuracak, kendisine en büyük yardimci olarak Ingiltere'yi kabul edecektir. Israil'e yerlesimin artmasiyla,
özellikle de 1948'de devletin kurulmasiyla birlikte, Alkalay'in diger ögütleri yerine getirilecek; Ibranice ulusal dil yapilacak,
yahudi ordusu (Haganah) kurulacak ve kutsal bir is olarak görülen tarima agirlik verilecektir. Tarimin kehanetler açisindan
önemini Kabalaci Kalischer de vurgulamistir. Kalischer, Derishat Ziyyon adli kitabinda Kurtulus'un (Mesihi dönem) iki asamayla
gelecegini hatirlatirken söyle diyordu: "Ilk asamada Israil topraklarina dönülmeli ve tarim yoluyla toprak degerlendirilmelidir,
sonra dogaüstü (Mesihi) süreç baslayacaktir." 8
Görüldügü gibi Kutsal Topraklar'a dönüsün "insan eliyle" gerçeklesecegi düsüncesi, hiç de Mesih inancindan
vazgeçilip, seküler (din-disi) bir milliyetçilige dönülmesi anlamina gelmiyordu. Tam tersine, Herzl'in uygulamaya baslayacagi
bu program, Kabalacilar tarafindan ortaya konmustu ve Mesih Plani'nin yeni bir asamasini olusturuyordu.
Zaten Kabalacilar, simdiye kadar Mesih'in kehanetlerinin "kendiliginden" olusmasini hiç beklememislerdi ki...
Ispanya sürgünüyle birlikte, Mesih'in gelisinin "olmazsa olmaz" sarti olan, yahudilerin dünyanin uçlarina dagilmasi projesini
uygulamaya koymamislar miydi? Kabalaci Menasseh Ben Israel, bu projenin bir geregi olarak, "yahudiler Ingiltere'ye ille de
girmelidir, yoksa kehanet gerçeklesmez" deyip, soydaslarini "Keher ha-Aretz"e sokmak için elinden gelen herseyi yapmamis miydi?
Mesih'in gelisinin asamalari olarak yorumlanan tüm hareketler—Protestanlik, Aydinlanma, Fransiz Devrimi, ideolojiler—hep
yahudi önde gelenlerinin önemli katkilariyla gerçeklesmemis miydi?
Kabalacilar, kehanetlerin "kendiliginden" olusmasini bekleyecek kadar saf degildiler. Belki Plan'in nasil
islediginin farkinda olmayan Kabala geleneginden uzak ortodoks hahamlar, kehanetlerin kendi kendine olustugunu ve olusacagini
saniyorlardi ama, Kabalacilar çoktandir "tarihin akisina yön verme" ugrasi içindeydiler...
Laik Siyonistler ve Dindar Siyonistler
Siyasi Siyonizm teorisi Alkalay ve Kalischer
gibi iki Kabalaci tarafindan gelistirildi. Ancak, bu teoriyi hayata geçirerek Israil devletinin temellerini atanlar, Kabalaci
olmak bir yana, dindar bile degildiler. Siyonist liderler olarak bilinen bu kisiler, yeni bir yahudi kimligini, seküler (laik)
yahudileri temsil ediyorlardi.
Bu yahudi kimligi, Aydinlanma çaginin ve ardindan gelen yahudi politik esitliginin bir sonucuydu. Kitabin
2. ve 3. bölümlerinde Aydinlanma'nin, onun politik sonucu olan Fransiz Devrimi'nin ve devrimi izleyen yahudi politik esitligi
akiminin ardinda, yahudi önde gelenleri ve Tapinakçi gelenegi koruyan masonlar arasinda kurulmus olan Ittifak'in büyük rolü
oldugunu incelemistik. Ancak Ittifak'in yönlendirdigi bu süreç içinde Avrupa toplumlari dinden uzaklasirken, bunun kaçinilmaz
etkisi yahudi toplumlarinda da görüldü. Aydinlanma, hiristiyanlarla birlikte pek çok yahudiyi de dini inanç ve geleneklerinden
kopardi. Yahudi politik esitligi ile birlikte yahudilerin üzerindeki yasal kisitlamalar da kalkinca, eskiden beri hiristiyanlara
nefret duygusu ile beslenen dini inançlar da iyice zayifladi.
Acaba Kabalacilar bu dinden uzaklasma sürecini nasil degerlendiriyorlardi?
Ilk anda, bu sürecin, Mesih Plani gibi dini içerikli bir hedef pesinde kosan Kabalacilar için büyük bir tehlike
oldugu düsünülebilir. Ama konuyu biraz daha yakindan inceledigimizde, olayin hiç de böyle olmadigini görüyoruz.
Çünkü Kabalacilar için önemli olan, yahudi toplumunun dini inançlarini koruyup-korumamasi, ibadetlerini yerine
getirip-getirmemesi degildi. Kabalacilar, Mesih'in gelisini saglamakla ugrasiyor ve bunun için de belirli kehanetleri yerine
getirerek bazi politik sonuçlara ulasmak gerektigine inaniyorlardi. Yahudi toplumundan istedikleri de, sözkonusu politik hedeflere
uygun davranmalarindan baska bir sey degildi. Bu nedenle yahudi toplumunun üyeleri, "yahudi olmak" bilincini korumaliydilar;
ancak bunun dini ya da laik bir biçimde korunmasi farketmiyordu. Hatirlarsak 3. bölümde vurguladigimiz gibi, hahamlar, yahudi
toplumuna "inançlarinizdan vazgeçin ama kanunlari uygulayin" tavsiyesinde bulunmuslardi.
Bu, su anlama geliyordu: "Yahudi olmak" için Tanri'ya inanmak ve dolayisiyla bir "din bilinci"ne sahip olmak
gerekmiyordu. "Yahudi olmak", bir "irk bilinci" sayesinde de elde edilebilirdi. Zaten eskiden beri içiçe geçmis olan din-irk
birlikteliginde agir basan taraf irk tarafiydi.
Kisacasi, Kabalacilar açisindan yahudi toplumunun dindar olup-olmamasi bir sorun olusturmuyordu; yeter ki
bu toplum yahudi oldugunu unutmasin ve günü geldiginde Kutsal Topraklar'a dönmeye çagrildiginda, bu "irk bilinci" sayesinde
Mesih Plani'nin bu önemli asamasina seve seve katilsin.
Kabalacilarin bu hesabinin dogru oldugu, 19. yüzyilin sonunda dogan Siyasi Siyonizm hareketi ile kanitlandi.
Çünkü hareketin liderlerinin hiçbiri dindar degildi; ama daha önemli bir özelligi, "irk bilinci"ni tasiyorlardi. Hareketin
en önemli lideri olan Theodor Herzl tamamen din-disi bir egitimden geçmisti ve dinin hiçbir kuralini da uygulamiyordu. Ikinci
isim olan Max Nordau ünlü bir ateistti. Siyonist örgütün çekirdek kadrosunu olusturanlarin çogu bu yapidaydilar. Dindar olmayan
bu adamlarin hepsi de atesli birer yahudi milliyetçisiydi ve ulusun gelecegini bir "ulusal devlet" kurulmasinda görüyorlardi.
Bu "ulusal devlet"in yeri olarak da Filistin'i belirliyorlardi. Tevrat'in emirlerine uyduklari için degil, Tevrat'i yahudi
irkinin en önemli kaynagi olarak kabul ettikleri için...
Siyasi Siyonizm hareketinin; Herzl, Nordau, Mandelstamm gibi liderleri dindar degildiler. Ancak bu, yine
de onlari M. Tevrat'in emirlerini uygulamaktan ve "seçilmis halk", "Kutsal Topraklar" gibi kavramlari benimsemekten alikoymamisti.
Çünkü Tevrat yahudiler için yalnizca bir "din kitabi" degil, ayni zamanda bir "irk kitabi"ydi. Ve Tevrat emirlerini
uygulamak için dindar olmak gerekmiyordu; "irk bilinci"ne sahip olmak yeterliydi. Bu "bilinç" Siyonist
liderlerde fazlasiyla vardi. Bu nedenle, Siyon'a dönüs projesini, Kabalaci Alkalay ve Kalischer'in açtigi yolda, dindar Siyonistlerle
elele yürüttüler. |
Kabalacilar içinse bu yeterliydi. Onlar zaten Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin organizasyonunu üstlenecek
liderler ariyorlardi. Kabalaci Alkalay ve Kalischer projeyi teorik olarak ortaya koymuslardi ve bunu pratige dökmek için de
bu yeni enerjik liderler birebirdi: Bu laik ama milliyetçi yahudiler, Alkalay ve Kalischer'in çizdigi rotayi izlemeye karar
vermislerdi. Bu isi dine inanarak mi, yoksa inanmadan mi yaptiklarinin ne önemi vardi? Ayrica Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin
bu tür kisiler tarafindan yürütülmesi stratejik açidan da son derece uygundu; böylece Mesih Plani'nin büyük bir asamasi olan
bu proje, siradan bir milliyetçilik akimiymis gibi uygulanabilirdi.
Siyonist hareket böyle bir ortamda dogdu. Kimileri bunu Tevrat'ta Mesih'in alametlerinden biri olarak sayilan
"Israil'in sürgünleri toplamasi" hareketi olarak, kimileri de—Herzl, Nordau ve benzerleri gibi—bir "yahudi ulus-devleti"nin
kurulusu olarak degerlendirdiler.
Israilli politikaci Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited adli kitabinda, Siyonist hareket içinde
hem dindar hem de seküler (laik) yahudilerin yer aldigini ve iki grubun çok verimli bir isbirligi yaptiklarina dikkat çekiyor.
Rubinstein, "Siyonist hareketin içinde yer alan farkli gruplari birlestiren ortak bir amaç vardi: Filistin'de yeni bir yahudi
toplumu olusturmak" diyor ve seküler ve dindar Siyonistlerin aralarindaki son derece ilginç ortak noktalara deginiyor.
Bu ortak noktalarin ilki, seküler Siyonistlerin—hatta Nordau gibi ateistlerin bile—ayni dindar
Siyonistler gibi Tevrat'a büyük önem vermeleri ve yahudi halkinin degerlerinin Tevrat'a dayali olduguna yürekten inanmalariydi.
Bu aslinda Tevrat'in yahudilerce bir "din kitabi"ndan çok, bir "irk kitabi" olarak anlasilmasinin dogal bir sonucuydu. Dönemin
ünlü yahudi ideologlarindan Ahad Ha'am, konu hakkinda sunlari yaziyordu:
Hiçbir yahudi, inkarci bile olsa, Kutsal Kitaplari (Tevrat ve diger yahudi kaynaklari) yalnizca edebi bir
açidan göremez; onlari ulusal bir bilinç içinde degerlendirir. Içinde onu Tevrat'a baglayan bir his, bir içgüdü vardir. Bu,
nesilden nesile, uzak geçmisten gelecege aktarilir.9
Rubinstein, Ahad Ha'am'in bu düsüncesinin dogrulugunun en iyi ispatinin Siyonist liderlerin tavri oldugunu
söylüyor. Çünkü Herzl, Nordau ve onlari izleyen Chaim Weizmann ve David Ben Gurion gibi laik Siyonistlerin hepsi, hiçbir sekilde
dindar olmadiklari halde, Tevrat'in tüm politik hükümlerini dikkate aliyorlardi. Rubinstein'a göre, "bu bakis açisi, Siyonistlere
Tevrat'i Israil Topraklari'ni ('Eretz Israel') tanimlamak için kullanma olanagini sagladi. Örnegin Ben Gurion, dini kurallari
uygulamadigi ve inanç sahibi olmadigi halde, sik sik Tevrat'tan alintilar yapiyordu." 10
Laik Siyonistlerin bu tavri, onlari kolayca dindar Siyonistlerle isbirligi yapmaya sürüklemis ve iki taraf
arasinda ilginç bir ittifak olusturmustur. Rubinstein söyle der:
Dindar Siyonistler açisindan, laik hatta dinsiz Siyonistlerle isbirligi yapmak son derece mantikliydi. Çünkü
laikler, her ne kadar inançsiz olsalar da, Tevrat'in emirlerinin iyi birer uygulayicisi olma yolundaydilar ve Yahudilik'in
en köklü inançlarindan birini gerçege dönüstürmeye çabaliyorlardi: Sürgünlerin Toplanmasi'ni. Bazi dindarlar daha da ileri
giderek, açikça, Siyon'a dönüsün Mesih'in gelisinin baslangici oldugunu ilan ettiler.11
Kisacasi Siyonist hareketin inançli ya da inançsiz, dini ya da laik, ulusal ya da ilahi kaynakli olmasinin
bir önemi yoktu. Önemli olan, Siyon'a dönüs projesinin gerçeklesiyor olmasiydi. Kabalacilar açisindan bu yeterliydi. Zaten
yahudi dininin baslangiç noktasi inanç degildi ki... Yahudi dini, "irk bilinci" üzerine kuruluydu ve dinin kurallari da bu
irk bilincinin korunmasini hedefliyordu. (Bkz. 3. bölüm) Laik Siyonistler bu irk bilincine dini kurallari uygulamadan da ulastiklarina
göre, ortada hiçbir sorun kalmiyordu.
Siyon'a dönüs projesini yalnizca bir "yahudi ulus-devleti"nin kurulusu olarak degil, ayni zamanda Mesih'in
gelisinin son kehanetlerinden biri olarak gören "dindar Siyonistler" laik irkdaslari ile elele verdiler. Üstte, Herzl'in kurdugu
Siyonist Organizasyon bünyesinde 1903 yilinda Polonya'nin Lida kentinde toplanan Mizrachi Konferasi'na katilan bir grup "dindar
Siyonist" yer aliyor. Çogu haham... |
Dindar ve seküler kanat arasinda Siyonist hareketin baslangicinda kurulan bu ittifak daha sonra da devam
etti. Büyük çogunlugu seküler olan Israil halki, dinci partilerin Mesih'i getirme ve Büyük Israil'i kurma hesaplarina "irk
bilinci" nedeniyle destek verdi. Rubinstein, baslica amaci Israil topraklarini genisletmek ve Mesih kehanetini yerine getirmek
olan (ve Araplarin Tevrat emirlerine göre 'soykirim'dan geçirilmesini savunan) dinci/irkçi Gush Emunim partisinin büyük gücünün
de bu ilginç destekten kaynaklandigini söylüyor. Israilli yazar, bu ilginç tabloyu da su cümleyle özetliyor: "Bugün pek çok
seküler Israilli Tanri'ya inanmaz; ancak Kutsal Topraklar'in kendi irkina Tanri tarafindan verildigini sürekli tekrarlar."
12
Israil'deki bu ilginç irk bilincini (daha dogrusu saplantisini) 8. bölümde daha ayrintili olarak inceleyecegiz.
Ancak simdilik Herzl dönemini incelemeye devam edelim.
Laik Siyonistler'in, içindeki inanci kabul etmeseler de, yahudi dini geleneklerini kabul etmeleri ve hareketlerine
kaynak olarak kabul etmeleri ilginç bir sonuç dogurdu: Siyonist hareket seküler liderlerce yönetiliyordu ama dini kurallara
ve özellikle de Kabalacilar'in belirledigi çizgiye (yani Mesih Plani'na) uygun olarak gelisiyordu. Herzl, düsüncelerini gelistirirken
Kabalaci Kalischer'in yazdiklarindan çok etkilenmisti. Herzl'in Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adli kitabindaki çogu düsünce,
Kalischer'in 1862'de yayinlanan Drishat Zion adli kitapçigindan alinmisti.
Herzl'in 29 Agustos 1897'de Basel'de topladigi I. Siyonist Kongre'de ilginç mesajlar verilmisti. Herzl, Kongre'de,
kuracaklari yahudi devletinin sinirlarini söyle açikliyordu: "Kuzey sinirlarimiz Kapadokya'daki (Orta Anadolu) daglara kadar
dayanir. Güneyde de Süveys Kanali'na; sloganimiz Davud ve Süleyman'in Filistin'i olacaktir." Kurmayi hedefledigi devletin
sinirlarini, tam da Tevrat'ta dendigi gibi, Orta Anadolu'dan Süveys'e uzatan Herzl'in, kurulacak devletin sloganinin "Davud
ve Süleyman'in Filistin'i" olacagini bildirmesi de oldukça anlamliydi. Çünkü, önceden de inceledigimiz gibi, "ikinci yükselis"i
gerçeklestirmesi beklenen Mesih'in Hz. Süleyman soyundan olacagina inaniliyordu. Belki de böylece Herzl, kurulmasi için and
içtigi devletin Mesih Plani'nin bir asamasi oldugu mesajini veriyordu.
Siyasi Siyonizm, gerçekte, Kabalaci yahudilerin çizdigi Mesih Plani'nin Kabalaci olmayan yahudiler tarafindan
uygulanmasindan baska bir sey degildi. Siyonist liderlerin basvurdugu hangi yöntem ve stratejiye göz atarsak atalim, bunlarin
Kabalacilar tarafindan Mesih'in gelisinin alametleri olarak gelistirilen kehanetler oldugunu görebiliyoruz.
Siyasi Siyonizm'in Bati'nin büyük devletlerinden aldigi büyük destek, bu kehanetlerin en önemlilerinden biriydi.
Hiristiyan Siyonistler ya da 'Mesih'in Gelisine Gönüllü Olarak Yardim Eden Milletler'...
Kabalaci Alkalay ve Kalischer tarafindan ortaya atilan Siyasi Siyonizm teorisinde, Mesih Plani'nda var oldugu anlasilan
ilginç bir ayrinti vardi: "Diger milletlerin gönüllü olarak bu ise yardim etmeleri." Siyasi Siyonizmle birlikte, Haham Hirsch
Kalischer tarafindan yorumlanan Mesih Plani, diger milletlerle ilgili olarak bu kehaneti gündeme getirmisti. The Universal
Jewish Encyclopedia söyle diyor:
Siyasi Siyonizm'in ortaya çikmasi ile birlikte Haham Hirsch Kalischer tarafindan gelistirilen teori diger
hahamlarca da kabul gördü. Buna göre, Mesih'in dönüs süreci, dogal olaylarla baslayacakti: Yahudilerin Filistin'e yerlesme
istegi ve diger milletlerin gönüllü olarak bu ise yardim etmesi ile.13
Ne ilginç, Israil Devleti'nin kurulusu ayni Kalischer'in bildirdigi kehanetteki gibi oldu... Diger milletler
"gönüllü olarak Mesih'in gelisine yardim" ettiler. Herzl ve "laik" arkadaslari da Kabalacilar'in verdigi dersi iyi çalismislar
olsa gerek, Siyonizm hareketini "gönüllü olarak destekleyecek" güçler aradilar.
Buldular da... Bu "gönüllü yardim"in ardinda da "Hiristiyan Siyonistler" olarak tanimlanan yeni tür Püritenler
geliyordu. Bunlar, yahudilerin bekledikleri Mesih'lerine kavusmalari için çirpiniyorlardi. Protestanlik'la baslayan, Püritenlik'le
gelisen "yahudilesme" sürecinin ürünleriydiler.
Kitabin ilk bölümünde inceledigimiz ve "yahudilerin beklenen Mesih'lerine kavusmalari için dua eden" William
Eugene Blackstone, bu "Hiristiyan Siyonist"lerin yalnizca biriydi. Judaica, "Hiristiyan Siyonistler"le—ya da "Mesih'in
gelisine gönüllü olarak yardim edenler"le—ilgili olarak su bilgileri veriyor:
Yahudilerle Kutsal Topraklar arasindaki tarihsel iliski, yahudi geleneginde oldugu gibi, hiristiyan geleneginde
de önemli bir yer tutar. Bu nedenle, yahudilerin eski topraklarina geri dönüs projesi olan Siyonizm, özellikle Püriten devrimi
ile birlikte Eski Ahit'e ve yahudilere büyük ilgi duymus olan Ingiltere'de büyük destek gördü... 'Hiristiyan Siyonizmi' hiristiyanlarin
Siyonizm hareketine verdigi aktif destege konulan addir. Bu destek 19. yüzyilin ikinci yarisinda güçlü bir sekilde gelisti
ama Hiristiyan Siyonizmi, teolojik düsünce ve Mesihi beklentilere dayanan uzun bir tarihi kökene dayaniyordu. 1917'de Ingiliz
Hükümeti'nce yayinlanan ve Siyonizme tarihi bir destek veren Balfour Deklarasyonu, Hiristiyan Siyonizminin bir örnegidir.
Deklarasyonun ardinda, politik nedenlerin yaninda, Lloyd George ve Balfour gibi isimlerin dini motivasyonlari da büyük rol
oynamisti. Teolojik köken: Reformasyon döneminden bu yana, Kutsal Kitap'taki kehanetlere bagli olarak yahudilerin Kutsal Topraklar'a
dönmelere gerektigi düsüncesi, dindar Protestanlarda ve özellikle Ingiliz Püritenlerinde büyük kabul gördü. Dinde Restorasyon
hareketi, 16. yüzyil Ingilteresi'nden diger Avrupa ülkelerine yayildi ve özellikle 17. yüzyilin ardindan Amerika'da güçlendi.
Kimi zaman Restorasyon hareketin önde gelenleri, devlet baskanlarindan yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmeleri için politik
çaba göstermelerini istediler. Bu girisimleri 19. yüzyila kadar pratik bir sonuç dogurmadi. Ama bu yüzyilda hareketin yapisinda
bazi degisiklikler olustu ve bu hiristiyanlarin, yahudilerin Israil Topraklari'na dönüsleri yönündeki motivasyonlari daha
da güçlendi. 19. yüzyilda dogan bazi Protestan mezhepleri, yahudilerin Kutsal Kitap'taki kehanete uygun olarak Kutsal Topraklar'a
dönmeleri gerektigi düsüncesini, teolojilerinin temeli haline getirdiler. 1830'da Ingiltere'de John N. Darby tarafindan kurulan
'Plymouth Brethren' (Plymouth Kardesligi) mezhebi, tüm Kutsal Kitap kehanetlerinin, yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi
üzerine kuruldugu doktrinini kabul etti. Buna göre, Isa Mesih'in ikinci gelisinin ardindan, Isa ve ona baglanan yahudiler,
Kudüs'ten tüm milletleri yöneteceklerdi. Çogu Köktenci Protestan kilisesi, bu düsünceyi kabul etti ve bugüne dek korudu.14
Iste Protestanlari, "Siyonist" yapan düsünce buydu. Protestanlar, Eski Ahit'e baglanirken, Mesih inancini
ve yahudilerin dünyayi "yönetme" hakkina sahip olduklarini da kabul etmislerdi, yalniz bir farkla: Ilk bölümde de vurguladigimiz
gibi Protestanlar, yahudilerden farkli olarak, Beklenen Mesih'in Hz. Isa olduguna inaniyorlardi. 1. bölümde de inceledigimiz
Protestan düsüncesine göre, yahudiler kehanetteki sartlari yerine getirdikten—yani, Kutsal Topraklar'da devlet kurup,
Kudüs'ü ele geçirip, Tapinak'i insa ettikten—sonra, Beklenen Mesih Hz. Isa gelecek, yahudiler onu bu kez kabul edecekler
ve diger milletleri Beklenen Mesih Hz. Isa'nin önderliginde Kudüs'ten yöneteceklerdi. Protestanlar, dünyayi yahudilerin yönetmesiyle
birlikte, kendilerine de iyi davranacaklarina ve kendilerinin de çok büyük zenginlige kavusacaklarina inanmislardi.
Ama yahudilerin bekledigi Mesih, Hz. Isa degildi. Onlar Hz. Isa'ya inanmiyorlardi. Zaten onu öldürmeye çalismislardi,
bu hareketlerinin ardindan da inançlarinda hiçbir degisiklik olmamisti. Ama yahudi önde gelenleri, görünen o ki, Protestanlarin
bu "aykiri" düsüncesine pek ses çikarmadilar. Ve Protestanlarin, Mesih Plani'na destek olmalarini zevkle seyrettiler.
Judaica'dan "Hiristiyan Siyonistler"i ögrenmeye devam ediyoruz:
1844'de Ingiltere'de, 'Elpis Israel' kitabinin yazari olan John Thomas tarafindan 'Christadelphians' adiyla
yeni bir Protestan mezhebi kuruldu. Mezhep, açikça yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi gerektigini savunuyordu. Daha sonra
yahudilere fiili destek de sagladi, Siyonizm'in öncülerinden Hibbat Zion hareketine yardimda bulundu. Amerika'da Joseph Smith
tarafindan 1830'da kurulan Mormonlar da, yahudilerin Israil topraklarina dönmesini, Mesih'in gelisinin bir sarti olarak savunacakti.
1841'de Mormon misyoneri Orson Hyde, Kudüs'e yollandi. Hyde, burada 'Siyonist' bir dua etti ve tüm Kutsal Topraklar'in yahudilere
ait oldugunu Zeytin Dagi'ndan asagiya bagirarak ilan etti. 1830'da Amerika'da dogan 'Adventist' mezhebi, zamanla çesitli
kollara ayrildi. Bu fraksiyonlarin çogu da, yahudilerin Israil topraklarina dönmelerini savundu, bazilari merkezlerini Israil'e
tasidilar.15
Hiristiyan Siyonizmi, Protestanlar'in, Katolikler'den farkli olarak, M. Tevrat hükümlerini harfi harfine
kabul etmelerinin sonucunda dogdu. Bu akimi baslatan Protestanlar, Kutsal Topraklar'in yahudilerin mülkü olduguna yürekten
inandilar ve onlari döndürmek için çaba gösterdiler. Hiristiyan Siyonistlerin en ünlülerinden biri ise Ingiliz Disisleri Bakani
Arthur Balfour (üstte, ayakta) idi. |
Protestanlik'taki bu "Siyonist" etkinin, yalnizca bazi radikal gruplari kapsadigi sanilabilir. Böyle degildir,
"Hiristiyan Siyonizmi", çok sayida Protestan devlet adamini etkilemistir:
19. yüzyil boyunca, farkli ülkelerden çok sayida hiristiyan politikaci, yalnizca politik kararlarinin bir
sonucu degil, ayni zamanda dini inançlarinin bir geregi olarak, yahudilerin Israil topraklarina dönmesi için aktif girisimde
bulundu. Akla gelen örneklerden biri, Shaftesbury Kontu Lord Anthony Ashley Cooper (1801-1885), yahudilerin Ingilizlerin korumasi
altinda Filistin'e yerlestirilmeleri için detayli bir proje hazirlamis ve bunu Avrupa ve Amerika'nin tüm Protestan devlet
adamlarina sunmustu. Ingiliz mistigi Laurence Oliphant, Rusya'dan Filistin'e giden ilk yahudi göçmenlere yardim etmis
ve 'Hibbat Zion' hareketine yardim için Londra'da etkili bir hiristiyan grup kurmustu.16
Judaica, daha pek çok "Hiristiyan Siyonist" sayiyor. Kitabin ilk bölümünde inceledigimiz Amerikali William
Eugene Blackstone, Ingiliz Subayi Colonel George Gawler, Italyan politikaci Benedetto Musolino, Kizil Haç'in kurucusu Jean
Henri Dunant, Ingiliz sanayici Edward Cazales ve daha pek çok ünlü isim.17
Hiristiyan Siyonizmi'nin Püriten Gelenegi
"Hiristiyan Siyonistler", yani yahudilerin
Kutsal Topraklar'a dönüs projesine gönülden destek veren Protestanlar, tarihte baska hiçbir örnegi olmayan bir sey yapiyorlardi:
Bir dinin baglilari, büyük bir arzu ve heyecanla bir baska dinin baglilarinin isteklerini yerine getiriyordu... Bu bir çilginlikti
kuskusuz ve kaynagini da 17. yüzyilda dogmus ola bir baska çilginliktan, Püriten geleneginden aliyordu.
Püritenleri kitabin 1. bölümünde incelemis ve Mesih Plani'nin "yahudileri dünyanin dört bir yanina dagitma"
projesine büyük destek verdiklerini görmüstük. Ingiltere'nin Püriten diktatörü Cromwell, Kabalaci Menasseh Ben Israel'in istekleri
üzerine, kehaneti tamamlamis ve "yahudisiz" tek ülke olan Ingiltere'ye (Keher ha-Aretz) yahudileri kabul etmisti. Püritenlerin
daha sonra Amerika'da da büyük bir misyon yüklendiklerini ve "judaizer" (yahudici/yahudi sempatizani) çizgisini ABD'nin temeline
yerlestirdiklerini incelemistik.
Püritenlerin Ingiltere'deki misyonlari ise Cromwell iktidarinin bitmesiyle son bulmadi. Ünlü Ingiliz yazar
Karen Armstrong, Holy War (Kutsal Savas) adli kitabinda, Püritenlerin yahudileri Kutsal Topraklar'a götürme hevesini 1600'lü
yillardan sonra da ayni canlilikta koruduklarini anlatir. Hatta, Püritenler, yahudilerin Kutsal Topraklar'a gitmelerine henüz
daha 1649'da, yani Ingiltere'ye kabul edildikleri yil aracilik etmek istemislerdir. Anlasilan "dünyanin dört bir tarafina
yayilma" kehanetinin gerçeklestigini görür görmez, Mesihi dönemi baslatmak için sabirsizlanan Püritenler, yahudilerin Kutsal
Topraklar'a dönme zamaninin geldigini sanmislardi. Ancak Kabalacilar bu kadar sabirsiz ve saf degillerdi kuskusuz; zamanin
daha gelmedigini ve yapilacak daha çok is oldugunu biliyorlardi. Armstrong'un ifadesiyle, "yahudiler eger o zaman Kutsal Topraklar'a
hemen dönmeye kalksalardi, kuskusuz gerisin geriye oradan kovulurlardi." 18
Iste o tarihten sonra Püritenler, sürekli olarak yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönecegi günü beklemeye basladilar
ve bu ise de ellerinden geldigince katkida bulunmaya çalistilar. Öyle ki, 1666 yilinda patlak veren Sabetay Sevi olayi bile
Püritenler arasinda büyük heyecan uyandirdi. Sevi fiyaskosunun ardindan yahudi toplumu Kutsal Topraklar'a dönüs konusunda
daha "temkinli" davranmaya basladi, oysa Püritenlerin yahudileri Kutsal Topraklar'a döndürme heyecanlari hiç sönmedi. Armstrong
söyle diyor:19
Bu (Sevi olayi) bile, yahudilerin Siyon'a dönmesi gerektigini savunan Ingiliz Protestanlarini bu düsüncelerinden
alikoymadi. Çünkü onlar yogun bir Eski Ahit egitiminden geçmislerdi ve Filistin'i yahudilere ait bir toprak olarak görme isteklerinden
vazgeçmiyorlardi... Böylece 18. yüzyilda bir tür 'yahudi-olmayan Siyonizm' (non-Jewish Zionism) Ingilizler arasinda yerlesik
hale geldi... Bu bakis açisi, bugün Ortadogu'da yasanan trajedide de büyük rol oynamaktadir.20
Ingiltere'de 18. yüzyilda gelisen "yahudi-olmayan Siyonizm"in en çarpici örneklerinden biri, 1704 yilinda
Nathaniel Crouch tarafindan kaleme alinan Two Journeys to Jerusalem (Kudüs'e Iki Yolculuk) adli kitap oldu. Crouch, Robert
Burton takma adini kullanarak yazdigi kitapta, Kutsal Topraklar'a yaptigi iki yolculugundan edindigi izlenimleri aktariyordu.
En çok üzerinde durdugu ve de en çok yanki uyandiran bölüm ise Filistin'in kuru bir çöl haline geldiginden söz ettigi bölüm
oldu. Çünkü yazar, Kutsal Topraklar'in Eski Ahit'te "süt ve bal diyari" olarak anlatildigini hatirlatiyor, ancak o gün içinde
bulundugu durumun, M. Tevrat'in bu tarifiyle büyük bir zitlik tasidigini söylüyordu. Bu çarpik durumun tek nedeni ise bu topraklarin,
gerçek sahiplerinden, yani yahudilerden alinmis olmasiydi. Crouch, Kutsal Topraklar'in yeniden bir "bal ve süt" diyari olabilmesini,
bölgenin yeniden yahudilerin eline geçmesi sartina bagliyordu. Crouch'un bu kitabi o dönemde Ingiltere'de (defalarca yeniden
basilarak) çok popüler oldu ve Ingiliz toplumunun Kutsal Topraklar'a bakis açisini da büyük ölçüde etkiledi.21
Iste Püriten gelenekten gelen bu yahudi sempatizani etki, 20. yüzyila gelinirken Hiristiyan Siyonizmi'ni
dogurdu. Hiristiyan Siyonistler'in en ünlülerinden biri olan Ingiliz milletvekili Josiah Wedgwood'un görüsleri bu ilginç akimin
düsünce yapisini anlamak için iyi bir örnek sayilabilir. Püriten bir aileden gelen Wedgwood, Filistin'de bir Yahudi Devleti
kurulmasi için elinden geleni yapmis, bu konuda ünlü irkçi Siyonist Jabotinsky'le ayni noktalara varan bir radikalizm sergilemis
ve yahudilerin silahli mücadelesini savunmus bir parlamento üyesiydi. Yahudi Devleti'nin kurulusuna destek bulabilmek için
Amerika'ya giderek Baskan Wilson'la görüsmüs ve Amerika'yi Ortadogu denklemine daha o zamanlarda güçlü bir biçimde sokmaya
çalismisti. Hiristiyan Siyonizmi'nin mantigini anlamak için kusursuz bir örnek olan Wedgwood, 19. yüzyilda "yahudilesme" çerçevesinde
gelisen Anglo-Sakson irkçiligini da tamamen benimsiyordu. Wedgwood'un "Tanri'nin kendi Seçilmis Halki ile yaptigi ahitin bir
yaninda yahudiler, öteki yaninda Anglo-Saksonlar yer alir" 22 ya da "yahudilerin
Filistin'i almasiyla Siyon'dan yeni bir isik dogacak" 23 gibi sözleri,
Püriten kaynakli Anglo-Sakson düsüncesinin duygusal ifadeleridir.
Ingiliz ve Amerikan gelenegindeki bu yahudi sempatizanligi, Siyonizm'in bu iki güç tarafindan neden bu denli
desteklendiginin cevaplarindan biridir.
Bir baska ünlü "Hiristiyan Siyonist" ise Winston Churchill'di. "Ben de bir Siyonistim" diyen Churchill, yeni
kurulan Israil Devleti'ni Britanya'nin koruyucu kanatlari altina almak istemisti. Salom söyle anlatiyor:
Ingiltere'de yeni yayinlanan bir kitaba göre, ünlü Ingiliz devlet adami Winston Churchill, Israil'i 'Britanya
Devletler Toplulugu' (British Commonwealth) üyesi yapmak istiyordu. Martin Gilbert imzali ve Churchill'in yasamini anlatan
kitaba göre, 1955'de Churchill basbakanlik görevinden istifa etmeden önce yeni basbakan Anthony Eden'e yazdigi bir yazida
Israil'in dünya çapinda bir güç oldugunu ayrica ABD ile köprü görevi yaptigini söylemis... Daha sonra ise ABD Baskani Eisenhower'a
yazdigi bir mektupta Churchill, Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana kendisinin de bir Siyonist oldugunu, Israil'in dünyanin
her yerinde saldirilara ugrayan yahudiler için vazgeçilmez bir siginak ülke oldugunu söylemis. Israil'in Britanya Devletler
Toplulugu'na girme fikri, Israil Basbakani David Ben-Gurion tarafindan da destek görmesine ragmen Ingilizler, Churchill'in
önerisini, Araplarin tepkisinden çekindikleri için bir daha gündeme getirmediler.24
Bu arada Churchill'in bu "Siyonist"liginin ardinda masonlugunun da rol oynamis olabilecegini hemen hatirlatalim...25
Böylesine yahudi sempatizani bir kültürden çikacak olan sonuç, Siyonizm'in desteklenmesinden baska bir sey
degildi. Kabalacilar'in kehaneti dogru çikmis ve Mesih'in gelisinin ilk asamasi olan Kutsal Topraklar'a dönüs projesi, "bu
ise gönüllü olarak yardim eden milletler" araciligiyla baslatilmisti. Ancak Kutsal Topraklar "kurtarilmadikça", Hiristiyan
Siyonistlerin destegi fazla bir sey ifade etmezdi.
Ilk Engel: Osmanli Sorunu
Herzl ve arkadaslari, Filistin'de bir Yahudi Devleti
kurmak için kollari sivadiklarinda, karsilarinda çözülmesi gereken en önemli problem, Filistin'in Osmanli Imparatorlugu sinirlari
içinde bulunuyor olmasiydi. Kutsal Topraklar, Osmanli'dan "kurtarilmadikça" bir Yahudi Devleti kurulamazdi.
Bunun için Herzl, bilindigi gibi Osmanli Sultani Abdülhamid'le defalarca görüstü ve Kutsal Topraklar'in yahudilere
birakilmasini istedi. Bunun karsiliginda, basta Rothschild olmak üzere kendisini destekleyen Avrupali yahudi finansörlerin
yardimiyla, Osmanli'nin ekonomik açmazini düzeltmeyi vaad etti. Herzl'in anilarinda da belirttigine göre, Abdülhamid tüm bunlari
reddetti ve Herzl'i son derece sert bir cevapla tersledi. Islam Halifesi, "Ben bir karis bile olsa toprak satamam. Bu vatan
bana ait degil milletime aittir. Benim milletim bu imparatorlugu savasta kanlarini dökerek kazanmislar, onu kanlari ile verimli
kilmislardir" dedi.
Abdülhamid'in verdigi bu tutarli cevap, bir anda verilmis bir karara dayanmiyordu. Osmanli Sultani, uzun
bir süredir Siyonist hareketi izliyordu ve hareketin Devlet-i Ali için tasidigi tehlikenin farkindaydi:
Washington, Berlin, Viyana, Londra, Paris büyükelçilerimiz tayin edildikleri ülkelerde, Padisahin özel emriyle,
Siyonizm hakkinda bilgi toplarlar ve bu bilgileri raporlar halinde Bab-i Ali'den önce Mabeyn'e sunarlardi. Sefirler kah bulunduklari
ülkelerdeki Musevi ileri gelenleriyle görüsme yaparak, kah Siyonist Kongrelerine hafiye yollayarak, Siyonizm gelismesini izlerlerdi.
Bu hususta, bir kopyasi saraya digeri de Babiali'ye olmak üzere Avrupa gazete ve dergilerinde Siyonizm hakkinda çikan yazilarin
küpürlerini Türkiye'ye yollamaktan kaçinmazlardi. Bu bilgiler Istanbul'da degerlendirilir, ülkenin dis politikasina yön vermek
üzere kataloglanirdi. Tahsin Pasa, bu hususta sarayin ne denli düzenli ve hizli çalistigini belirtmisti. Belgeler düzenlenip
incelendikten sonra Ikinci Abdülhamid, Siyonizm'e karsi tespit edilecek politikanin ana hatlarini bizzat kendisi çizmisti.26
Basel'de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresine ise gözlemci olarak Ahmet Tevfik Pasa yollanmisti:
Ahmet Tevfik Pasa Bab-i Ali'ye yolladigi raporunda Yahudilerin Filistin'de büyük bir devlet kurmayi tasarladiklarini
yazmisti. Filistin'e yerlesen Siyonistlerin yayilma ve genisleme siyaseti güdecegine, Hariciye Nezaretinin dikkatini çeken
Ahmet Tevfik Pasa Kongre'deki Yahudi konusmacilarin sözlerinde temkinli olduklarini, Yahudi milletinin hayati meselelerinden
bahsederek ana amaçlarini gizlediklerini kaydediyordu. 27
Ama Abdülhamid'in
izledigi bu temkinli politikaya ragmen, Herzl'in basini çektigi Siyonist hareket kendisine Istanbul'da ilginç destekler buldu.
Osmanli baskenti "judaizer" insanlarla doluydu. Cavit Bey, Nuri Bey gibi saray görevlileri Herzl için lobi yaptilar. Herzl'e
destek olan Abdülhamid'in sekreteri Izzet Bey ise masondu, ayni zamanda Herzl'den rüsvet de almisti.
Bütün bu lobi çalismalarina ragmen, Herzl'in Abdülhamid'le ilk dogrudan görüsme çabasi basarisizlikla sonuçlandi.
Istanbul'u terketmeye karar verdigi gün kendisine daha önce yardimci olan Hariciye Nezaretinden Nuri Bey'in bas tercümani
yahudi dönmesi Davud Bey'le tanisti. Davud Bey de amiri Nuri Bey gibi Herzl'e Osmanli'yi kendilerine muhtaç bir hale getirmelerini,
ancak imparatorluk yikilinca Yahudi devletinin tam bagimsizligini kazanacagini söyledi.28 Herzl bu fikirleri Avrupa'ya döndügünde düzenledigi toplantilarda Dünya Siyonist Örgütü üyelerine de aktardi. Daha
sonraki gelisinde Abdülhamid'le görüsüp terslenen Herzl, günlügünde saraydan ayrilisini söyle tarif edecekti: "Son selamlasmalar
ve Ali Baba ve Kirk haramiler magarasindan çiktim..."
Osmanli Sorununun Çözümü ve Jön Türkler
Herzl, Filistin'e dönüs projesinin kesin
sarti olan Kutsal Topraklar'i Osmanli'dan kurtarma planinin, "ikna" yoluyla gerçeklesmeyecegini anlamisti. Bu durumda Kutsal
Topraklar'i Osmanli'dan daha baska yöntemlerle almak gerekiyordu. Imparatorlugun parçalanmasi, ya da en azindan Ortadogu'dan
çekilmesi bu noktada kaçinilmaz bir sart olarak belirdi.
Herzl ve diger yandaslari bu durumda ne yapabilirlerdi? Öncelikle, kuskusuz Abdülhamid'in tasviyesi gerekiyordu.
Çünkü, Kutsal Topraklar'i Siyonistlere vermeyen oydu. Abdülhamid, Kutsal Topraklar'in Islam topragi olduguna kusku duymuyordu.
Osmanli'yi bir Islam Devleti olarak sürdürmeye de kararliydi. Osmanli Sultani, herseyden önce "ilkesel" nedenlerle Kutsal
Topraklar'in Siyonistlere birakilmasina karsiydi.
Ama eger bu tür ilkelere sahip olmayan ve devleti bir "Islam birligi" temeli üzerine dayandirmaya çalismayan
bir kadro iktidara geçerse, durum elbette degisirdi. Filistin'i Islam topragi olarak degerlendirmeyen bu tür bir kadro, bazi
pragmatik nedenlerle, bu topragi Siyonistlere vermeye razi edilebilirdi. Hatta bu tür bir kadro, pan-Islamizm düsüncesinden
uzak oldugu için, tüm Ortadogu'yu kaybetmeye Abdülhamid'den çok daha kolay sürüklenebilirdi.
Herzl, isbirligi yapabilecegi böyle bir kadro buldu. Abdülhamid tarafindan terslenmesinin ardindan günlügüne
söyle yaziyordu: "Halen bir tek plan aklima geliyor. Sultan'a karsi bir kampanya açmali, bu is için de sürgün edilmis prensler
ve Jön Türkler'le temas kurmali." 29
Hezl'in aklina gelen kisa sürede uygulamaya kondu. Yahudi önde gelenleri, Jön Türkler'le çok ama çok yakin
iliskiler kurdular.
Jön Türkler'in yahudilerle olan iliskileri üzerine hem Türk, hem de yabanci, özellikle de Ingiliz kaynaklarinda
çok yazilip-çizilmistir. Son derece açik olan baglanti, esas olarak rengini, Jön Türkler"in merkez olarak Selanik'i seçmelerinde
belli eder. Burada çok sayida yahudi önde geleni Jön Türkler'e katilmis ya da destek vermistir. Kendisi de bir Jön Türk olan
yahudi tarihçi Avram Galante'nin yazdigina göre, çok sayida Selanikli yahudi—ki sehir nüfusunun yarisindan çogunu onlar
olusturmaktadirlar—Jön Türkler'e büyük destek vermislerdir:
Rafael Benuziyar, Selanik'te eczaciydi. Eczanesi Jön Türklerin bulusma yeri idi. Bundan baska Idare-i Hamidiyece
süphe altinda bulunan Jön Türklerin haberlesmesi Benuziyar vasitasiyla gelir, giderdi. 22 Temmuz 1908 senesi aksami, yani
Mesrutiyetin ilan edilecegi günün öncesi, Selanik duvarlarina bildiri yapistiranlardan ve bunlari evlere dagitanlardan biri
olmustur. Aser ve Avram Salem Kardesler, Fransa'ya kaçarak Jön Türk hareketine destek vermeye devam etmislerdir. Leon Gatezno
da Fransa'da Jön Türkler lehine büyük faaliyetler yapmistir. Selanik manifatura tüccarlarindan olan Tiamo, Selanik'teki Jön
Türk grubuna büyük hizmetlerde bulunmus ve servetini Jön Türklerin emrine vermistir. 30
Yahudiler'in Jön Türkler'e verdigi destek, bir baska yahudi tarihçi Isaiah Friedman tarafindan da vurgulanir.
Friedman, Joseph Naor, Haham Jacob Meir, Nissim Russo, Nissim Mazliyah gibi isimlerin önemine dikkat çeker. Özellikle de ünlü
bir ismi, Emmanuel Karasso'yu vurgular. Friedman, sözkonusu kisilerin islevini söyle açiklar: "Karasso, Mazliyah ve Russo'nun
görevi Türk politikacilari Siyonizmden çekinmenin gereksiz olduguna inandirmak, bunlari davalarina kazandirmaktir... Bunlar
kisa sürede amaçlarina ulastilar. Ahmet Riza, Enver ve Talat'i kazandilar." 31
Jön Türkler'in yahudilerle olan iliskisi, daha pek çok kaynakta ayrintili olarak incelenmistir.
Jön Türk hareketinin Siyonistlerle bu denli içli-disli olmasinin yaninda bir özelligi daha vardir. Hareket,
mason localariyla da içiçedir. Hareketin Selanik'te kurulu olan Macedonia Risorta ve Veritas localariyla yakin iliski içinde,
hatta neredeyse "özdes" oldugu bilinen bir gerçektir. Türk masonlarinin "Büyük Üstad"larindan Kemalettin Apak, "Selanik'teki
Macedonia Risorta ve Veritas locasinin Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin gelismesinde ve Mesrutiyet'in ilaninin temin edilmesinde
de mühim rolleri olmustur. Ittihat ve Terakki Cemiyeti, bu localardan büyük bir kuvvet almistir" diye not ediyor.32
Ayni konuya tarihçi Prof. Tarik Zafer Tunaya da isaret eder:
Masonluk, Osmanli toplum kosullari içinde kendiliginden olusmadigi için, tamamen ithal malidir. Kuruculari
yabanci tebaadan (levanten) kisilerdir. Localarin büyük kisminda tek Türk ve Müslüman üye yoktur, tümüne yakin çogunlugu yabanci
dilde çalismislardir. Bu durum 1900 yilindan itibaren degismeye baslayacaktir. Masonluk tarihine göz gezdirilince, büyük ihtilal
ve devrim hareketleri önderlerinden çogunun Mason olduklari saptanabilir. Osmanli Imparatorlugu'nda ilk 'hürriyetçi ve mesrutiyetçi'
akimlarin kalkis noktasinda Mason örgütünün bulundugunu söylemek tarihsel gerçeklere aykiri düsmez. Tanzimat Ricalinin (devlet
adamlarinin) çogu Masondur. (Fuat Ali Pasalar, Mustafa Resit Pasa) Yeni Osmanlilar ve Birinci Mesrutiyet seçkinleri de siyasal
egilimlerini Loca'larda gelistirmislerdir. (Mithat Pasa, Ziya Pasa, Namik Kemal, Ali Suavi, Sinasi, Ibrahim Hakki Pasa, Sadullah
Pasa, 5. Murat, kardesleri Sehzade Nurettin ve Kemalettin Efendiler, (mabeyinci) Bestekar Ali Haydar Bey, Ali Sefkati Bey
ile ayni locaya üyedir.) 33
Ilginç olan önce Jön Türkler'le, daha sonra da Ittihat ve Terakki ile içli-disli olan localarin, asil
olarak yahudilerin egemenliginde olmasidir. Türk masonlarinin "büyük üstad"larindan Rifat Insel, konuyu söyle açiklar:
Veritas Locasi'nin resmi kurulusu 17 Eylül 1904'te kutlandi. Kurucu üyelerden, Üstad-i Muhterem Yitzhak
Vita Modyano, 1. Nazir Yitzhak Rabeno de Botton, 2. Nazir Yakob M.Mosseri, hatip David Josef Kohen, katip Pol Yitzhak Modyano
ve geri kalanlarinin tümü, Selanik'in Musevi cemaatine mensuptu. Bunda sasilacak bir sey yoktur. 20. yüzyilin baslarinda Selanik
nüfusunun yarisindan fazlasinin Musevi oldugu bilinen bir gerçektir. Museviler sadece çogunluk olmaktan baska, maddi durumlarinin
parlakligi, ögrenim düzeylerinin yüksekligi ve Bati'dan gelen pozitivist düsüncelere ileri derecede açik oluslari ile temayüz
ediyorlardi. Böyle bir ortamin mason atölyelerinin yerlesmesi için çok elverisli olacagi kuskusuzdur.34
Abdülhamid'in Tahttan Indirilisi
Tüm bunlar, Osmanli içindeki önde gelen ve Siyonist
harekete destek veren yahudilerin, aynen Herzl'in planladigi gibi Abdülhamid'i tahttan indirme yolunda Jön Türkler'le isbirligi
içine girdiklerini açikça gösteriyor. Dönemin sartlarinin, Siyonistlerle Jön Türkler arasinda bir tür dogal ittifak olusturdugunu
söyleyebiliriz.
Bu dogal ittifakin çesitli dayanaklari vardi. Herseyden önce, her iki taraf da Abdülhamid'in tahttan indirilmesini
olmazsa olmaz sart olarak görüyordu. Büyük maddi imkanlara sahip Siyonistlerle güçlü bir organizasyona sahip olan Jön Türklerin
birlesmesi, etkili bir güç olusturmustu. Jön Türkler'in, Selanikli yahudilerin araciligiyla, Viyana, Budapeste ve Berlin,
Paris ve Londra'daki sermayedarlarla baglanti kurduklari ve finansman sagladiklari da bilinmektedir.35
Siyonistler, Jön Türkler'i ideolojik yönden de olumlu buluyorlardi. Çünkü Rifat Insel'in vurguladigi gibi,
Bati'nin "pozitivist" ögretileri üzerine kurulu olan localarda yetisen Jön Türkler, hiçbir Islami kimlik tasimiyorlardi. Dolayisiyla,
iktidara geldiklerinde bir Islam Birligi degil, "ulus-devlet" kurmaya yönelik davranacaklari belliydi. Böylesi bir iktidardan
Kutsal Topraklar için taviz istemek ise zor olmayacakti. Ayrica Jön Türkler'in bu seküler (din-disi) yapisi, yalnizca Kutsal
Topraklar'in alinmasi açisindan degil, yahudi önde gelenlerinin tercih ettikleri devlet ve toplum modeline uygun olmasi yönünden
de onay almisti.
Bu ortam içinde Abdülhamid'e karsi gelisen muhalefet, asil büyük icraatini 31 Mart Ayaklanmasi ile gerçeklestirdi.
Sözde ayaklanmayi bastirmak için Makedonya'dan Istanbul'a gelen Hareket Ordusu, isyani bahane ederek Abdülhamid'i tahtindan
indirdi. Böylece dogal ittifakin önündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. Abdülhamid'i tahtinda indiren Hareket
Ordusu komutani Mahmut Sevket'in kisiligi ise "dogal ittifak"in rolünü yansitmasi açisindan ilgi çekiciydi. Çetin Yetkin,
Türkiye'nin Devlet Yasaminda Yahudiler adli kitabinda, Mahmut Sevket'in geçmisindeki ilginç bir baglantiyi not ediyor:
... Bagdat Valisi oldugu siralarda Mithat Pasa'nin, öksüz kalinca sahip çikip ilk egitimini bir Yahudi okulunda
(Alliance Universal Israelit=Evrensel Yahudi Birligi) yaptirttigi Mahmut Sevket, yillar sonra Mahmut Sevket Pasa olarak Hareket
Ordusunun basinda Istanbul'a girecek ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinde en önemli rollerden birini oynayacaktir ki,
Galante bunu, Mithat Pasa'nin öcünün alinmasi olarak degerlendiriyor.36
Abdülhamid'in tahttan indirilisindeki "yahudi faktörünü" gösteren daha da ilginç isaretler vardir. Padisaha
tahttan indirildigini haber vermeye giden dört kisilik heyetin içinde, Selanik localarinda Jön Türkler'e destek veren yahudilerin
basinda gelen Emmanuel Karasso da vardir:
Sultan'a durumu bildirmeye gelen heyet dört kisiden olusuyordu. Esat Toptani, Arif Hikmet Pasa, Ermeni Aram
Efendi ve Emmanuel Karasso'ydu. Abdülhamid en çok bu heyet içersinde Emmanuel Karasso'nun yer almasina üzülmüstü. Sürgüne
gönderildigi Selanik'te muhafizligiyla görevli yüzbasiya bu durumla ilgili olarak sunlari söylemisti. 'Bana en çok dokunan,
bu Mason taslagi Yahudi'nin hal kararini teblig edisi olmustur. Yildiza gelen mebuslar heyetinde Emmanuel Karasso'yu hiç unutamiyorum.
Bu suretle makam-i hilafet'e hakaret edilmistir. Yahudilerin, Hazreti Peygamber zamanindan beri Sadr-i Islam'a ve Makam-i
Hilafet'e karsi duyduklari kin ve nefret cümlenin malumudur. Ben Osmanli tahtinda iken Siyonistlik davasi için bir gün huzuruma
Beynelmilel Yahudi Teskilatinin kurucusu Theodor Herzl ile hahambasi gelmislerdi. Bunlari Yildiz Sarayi'nda kabul etmis ve
maksatlarini dinlemistim. Her ikisi Yahudiler için bir yurt dileginde idiler. Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardi. Hatta
o Theodor Herzl, Zat-i Hasmetpenahileri'ne arz ederim ki Kudüs için her kaç milyon altin tensip buyursaniz, derhal takdime
amadeyiz, demisti... Makam-i Saltanatimiz'a bu iki Yahudi rüsvet teklifi cesaretinde bulunmuslardi. Terkedin burayi, vatan
parayla satilmaz! diye bagirmistim. Iste bundan sonra Yahudiler, bana düsman oldular. Simdi burada Selanik'te çektiklerim,
Yahudilere yurt göstermeyisimin cezasidir'.37
Halife'nin tahttan indirilisinin ardindan iktidari ele alan Ittihatçilar, kisa süre içinde kendilerinden
beklenen ilk icraati yerine getirdiler ve Abdülhamid'in koydugu Filistin'e yahudi göçü yasagini kaldirdilar:
Abdülhamid'in tahttan indirilmesiyle Ittihatçilar faaliyetlerini sürdürmede büyük bir rahatliga kavustular.
Ilk is olarak Abdülhamid döneminde Siyonist faaliyetlere getirilen kisitlamalar kaldirildi. Meclis'ten geçirilen kanun veya
kararnamelerle Siyonistlerin Filistin'deki faaliyetlerine büyük kolayliklar getirildi. Hükümet yetkilileri Yahudilerin Filistin'deki
yerlesimlerinden memnunluk duyduklarini belirtiyorlardi... Beyrut valisi Mayis ortalarinda Istanbul'a geldiginde Dr. Jacobson'un
(Yahudi liderlerden ve Le Jeun Turc gazetesinin finansörü) bir aksam yemegi davetini kabul etmis ve yemekte Filistin'e Musevi
iskaninin tamamiyle lehinde oldugunu kaydetmisti.38
Bir süre sonra Araplar'dan gelen yogun tepki sonucunda Ittihatçilar bu kararlarindan dönmek zorunda kaldilar.
Ama zaten çoktan is isten geçmis ve Halife'nin indirilisi ile birlikte Imparatorluk hizla dagilma sürecine girmisti. Çünkü
Osmanli'yi bir Islam Birligi halinde ayakta tutabilmenin son firsati da yok edilmis oluyordu. Localarda Bati'nin pozitivizmi
ve ulusçuluk ögretisi ile "aydinlanmis" olan ve artik Ittihat ve Terakki çatisi altinda toplanan Jön Türk kadrolari iktidari
ele geçirmislerdi. Böyle bir ideolojinin savunuculugunu yapanlarin, devleti olusturan müslüman halklari—ki müslüman
olmayanlar zaten bagimsizliklarini kazanmislardi—bir arada tutmasi ise elbette mümkün degildi. Çöküs kaçinilmazdi. Ittihatçilar'in
yahudi göçüne izin verip vermemesinin de anlami kalmamisti; çünkü artik Imparatorlugun ancak üç bes yillik ömrü kalmisti.
Ittihatçilar'in ilk basta Siyonistler lehine aldiklari, sonra da Arap tepkisi nedeniyle iptal ettikleri karar, asil olarak,
iki taraf arasindaki baglantiyi göstermesi bakimindan önemlidir.
Osmanli'nin Çöküsünün Ideolojik Temelleri
Osmanli'nin çöküsünde ulusçulugun oynadigi
rolü inceleyenlerin bazilari, imparatorlugun çökeceginin kesin olarak anlasilmasindan sonra, ulusçulugun tek yol olarak görüldügünü,
ilk ayrilanlarin Araplar oldugunu ve imparatorlugun ardindan "ulus-devlet" kurulmasindan baska çare bulunmadigi tezini islerler.
Ayrica, ulusçulugun zaten modern çagin vazgeçilmez ideolojisi oldugunu hatirlatir ve bu ideolojiye sarilmanin devlet olmanin
biricik sarti haline geldigini söylerler.
Oysa, tüm bunlar, ulusçuluk ideolojisinin Islam dünyasina Bati tarafindan sokuldugu ve Imparatorlugun büyük
ölçüde bu yüzden yikildigi gerçegini degistirmemektedir. Önce Türklerin mi yoksa Araplarin mi bu ideolojiye kapildigi ayrica
tartisilabilir. Ama hangi taraf önce davranip, digerini yüz üstü birakmis olursa olsun, bu durum, önemli ölçüde Bati etkisinde
gerçeklesmistir. Inkar edenlerin, iman edenler arasinda "cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculugunu kilip-kiskirttiklari"ni (Fetih,
26) bildiren Kuran'in hükmü, Osmanli'nin çöküsü için de geçerlidir.
Napolyon'un 19. yüzyilin hemen basindaki Misir seferine dek, Osmanli'nin müslüman halklari tam bir bütünlük
ve huzur içinde yasiyordu. Bu tarihten sonra Fransiz Devrimi'nin etkisiyle esmeye baslayan ulusçuluk rüzgarlari, önce Balkanlar'daki
hiristiyan azinliklari etkiledi. Ilginç olan, azinlik isyanlarinin, özellikle de Sirp isyaninin localar tarafindan desteklenmesi,
hatta organize edilmesiydi. Bu, bizlere, ulusçulugu kullanarak Osmanli'yi parçalamak isteyen Batili güç odaklarinin basinda
mason örgütlenmesinin geldigini gösterir. Osmanli toplumuna ilk ulusçu fikirleri asilayan Napolyon'un Misir seferinin gerçek
amaçlarindan birinin "Filistin'de bir yahudi devleti kurmak" olmasi da anlamlidir. (Bkz 3. bölüm)
Mason örgütlenmesi, Araplarin Osmanli'ya karsi isyan etmesinde de Balkanlar'da oynadigi misyonu aynen yerine
getirmistir. Emekli Büyükelçi Ismail Berduk Olgaçay, 20. yüzyil basinda bazi Arap seyhlerinin mason localarina alindiklarini,
hatta "üstad"lik derecelerine ulastiklarini ve Arap ayaklanmalarinda da önemli rol oynadiklarina dikkat çeker. Olgaçay, H.
U. F. Winstone'un yazdiklarini kaynak göstererek söyle der:
... Bu konulara (masonluk ve Osmanli'nin yikilisi) yaklasim genellikle yüzeysel kaliyor, fazla derine gidilmiyor.
Oysa Winstone, biraz da olsa yüzeyin altina iniyor. Bazi Türk, Ingiliz, Arap masonlarin adlarini, bazilarinin o zamana kadar
bilinmeyen eylemlerini anlatiyor. Bu açiklamalardan, Ingiliz Mason Örgütü açisindan, Türkiye'nin, Mezopotamya ve Hindistan'i
da kapsayan Dogu Bölgesi içinde yer aldigi anlasiliyor—Disisleri Bakanliklarinin ya da Haberalma Örgütlerinin bölge
ve is taksimati gibi bir sey. Dogu Bölgesinin basinda 1873'ten 1898'e kadar Stephan Soucouladi adinda bir zat var... Masonlarin
bölgede yeni birimler kurarak gittikçe genisledikleri anlasiliyor... Zaman geçtikçe Mezopotamya localari gittikçe büyük önem
kazaniyor. Bu bölgede eylemleri ile dikkat çeken iki kisi var. Bunlardan biri Muhammere Seyhi Hazal. Muhammere, Basra'nin
karsisinda, Sattülarabs'in Iran kiyisinda, simdi yerinde yeller esen bir seyhlik. Seyh Hazal, bütün Mezopotamya'nin büyük
üstadi, Güney Iran ve Irak'taki petrol tesislerinin de koruyucusu—gücü bunu yapmaya nasil yetiyor, meraka deger. Ayrica
Kuveyt Seyhi Mübarek, Riyad'da oturan Ibni Saud, Osmanli ordusunda hizmet gören ve kisa süre sonra ayaklanacak Arap subaylari
ile siki iliskiler içinde. Türkiye ve Iran'da patlak verecek ayaklanmalarda etkili oldugu kitapta açiklaniyor. Ikinci kisi
Seyh Mübarek. Kuveyt devletinin bugünkü seklini alisinda büyük rolü olan ve Kuveytlilerin Büyük Mübarek diye adlandirdiklari
bu kisi de Büyük Üstad. Kuveyt tarihini sekillendirmis olan bu kisinin önemi hakkinda simdilik su kadarini söyleyeyim: Kuveyt
devletinin basina geçmek için Sabah ailesinden olmak gerektigi malum, fakat bu yeterli degil. Bir de Mübarek'in hattindan
geçmek lazim...39
Osmanli'nin çöküsü, yahudi önde gelenleri için büyük bir önem tasiyordu. Çünkü böylece Vaadedilmis Topraklar
Islam egemenliginden çikip, "Hiristiyan Siyonist" bir güç olan Ingiltere'nin eline geçiyordu. Bu nedenle, yahudi önde gelenleri
ve masonluk arasindaki Ittifak, Osmanli'nin çöküsü için büyük bir çaba harcadi.
Yanda, tarihi bir gün, 9 Aralik 1917; Kudüs'ün Ingiliz ordulari tarafindan isgali. |
Yalnizca bunlar bile, Arap ayaklanmalarinda localarin büyük rolü oldugunun önemli isaretleriydi. Masonlarin
devrede oldugu bir organizasyonda yahudi önde gelenlerinin yer almasi ise elbette yadirganacak bir gelisme degildi. Önceki
sayfalarda da belirttigimiz gibi, Siyonist liderler Osmanli'nin Ortadogu'dan çekilmesini ve bölgenin kendi davalarini destekleyen
Ingilizler'in denetimi altina girmesini istiyorlardi. O dönemlerde, Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasini baslica misyon
edinmis Ingiltere, bilindigi gibi Araplari Osmanli'ya karsi ayaklanmaya tesvik etmisti. Bu ajitasyonun bir numarali ismi olan
Arabistanli Lawrence'in (Lawrence of Arabia), o siralarda Siyonizmin en büyük destekçilerinden olan Lord Rothschild ile son
derece yakin iliskiler içinde olmasi dikkat çekicidir.40
Osmanli'ya isyan eden Araplarin Ingilizler'in kiskirtmasina alet oldugu kuskusuzdur. Burada atlanmamasi gereken
nokta ise Ingilizler'in bu isi yaparken, resmi tarihte sikça tekrarlanan petrol, stratejik çikarlar gibi nedenlerin de ötesinde,
Siyonizme destek verme hedefinde olduklaridir. Dönemin Ingiliz politikacilarinin genelde birer "Hiristiyan Siyonist" olduklarini
önceki sayfalarda görmüstük.
Ingilizler, Siyonizmin—ya da diger bir deyisle Mesih Plani'nin—hedefleri dogrultusunda böyle
bir ulusçuluk propagandasi yaparken, Islami kimligi güçlü liderlerin Osmanli'ya bagli kalmis olmasi da unutulmamalidir. Bu
kimlikten kopmus Arap liderler isyan etmislerse de, örnegin o dönemde Kürtlerin lideri olan Seyh Mahmut El-Berzenci, Ingilizlere
alet olmamistir. Öyle ki, Seyh Mahmut, Kürtlerin Osmanliyla savasmasi için kendisiyle görüsmeye gelen Ingiliz valisinin elini
bile sikmamis, "Müslümanlarin halifesine savas açan bir ülkenin valisinin eli necis (pis)dir" cevabini vermisti. Yine bir
baska Kürt lideri olan Adiyamanli Bedir Aga, kendisini isyana tesvik etmek için altin yüklü katirlarla gelen Ingiliz temsilcisine
"Ben Halife'ye isyan etmem" demis ve Ingiliz temsilcisini altinlariyla birlikte kovmustu.
Ama Islami kimligi güçlü liderler "müslümanlarin Halifesi"ne böyle bir baglilik gösterdigi siralarda, müslümanlik
bilinci, hilafetin merkezi olan Istanbul'da gittikçe erimekteydi. Bati'nin pozitivist düsünceleriyle localarda "aydinlanmis"
olan Jön Türk-Ittihatçi geleneginin liderleri, Islam Birligi'ni çoktan gözardi etmis ve yine localardan aldiklari ulusçuluk
ideolojisine kapilmislardi...
Ve, dogal olarak, Osmanli Imparatorlugu tarihin derinliklerine gömüldü.
Ikinci Sorun: "Sürgünlerin Toplanmasi"...
Osmanli'nin Birinci Dünya Savasi ile
yikilmasi ve Kutsal Topraklar'in Ingiltere'nin eline geçmesi, Siyonist liderler açisindan önemli bir problemin, "Osmanli sorunu"nun
ve ona bagli olan "Kutsal Topraklar sorunu"nun asildigi anlamina geliyordu. Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin birinci sarti
yerine getirilmis, asirlardir beklenen sey olmus, "yahudi diyari" kurtarilmisti. Bu "diyar", orayi yahudilere vermeye hazir
olan ve bunu, birer "Hiristiyan Siyonist" olan yöneticilerinin yayinladigi Balfour Deklarasyonu ile dünyaya duyuran Ingiltere'nin
eline geçmisti. Amerika da yahudilerin arkasindaydi.
Öyleyse Kutsal Topraklar'a dönüs baslayabilirdi. Israil, "sürgünlerini toplamaya" hazirdi...
Ancak, Kutsal Topraklar sorununun çözülmüs olmasina ragmen, laik ve dindar Siyonistlerin kurdugu ittifak,
bu asamada ikinci bir sorunla karsilasti. Bu kez sorunun kaynagi yahudi halkiydi. Çünkü dünyanin dört bir yanina dagilmis
olan yahudilerin büyük bölümü, evlerini birakip Kutsal Topraklar'a göçederek sonu belli olmayan bir maceraya atilmak istemiyorlardi.
Gitmek isteyenler, yalnizca bir grup idealist yahudiydi. Bunlarin bir bölümü, Kabalacilar'in savundugu gibi, Kutsal Topraklar'a
dönüsü Mesih'in ayak sesleri olarak görüyor ve bu büyük Plan'da yer alabilmek için varlarini-yoklarini satip Filistin yolunu
tutuyorlardi. En önemlileri, Rusya ve Dogu Avrupa'da etkili olan Hibbat Zion (Siyon Asiklari) adli örgüttü. Idealist kanadin
içindeki ikinci grup ise laik Siyonistlerin yolunu izleyen, yani dinden uzak ama "irk bilinci"ne yeterince sahip olan ve bir
yahudi ulus-devleti kurmak isteyen yahudilerdi.
Buna karsin, yahudi cemaatleri içinde çok sayida insan Filistin'e dönüse soguk bakiyor, hatta bazilari buna
açik açik karsi çikiyorlardi. Karsi çikanlarin arasinda dindarlar da vardi. Bu dindarlar, konunun basinda da vurguladigimiz
gibi, Kabalaci gelenekten habersizdiler ve dolayisiyla Mesih'in gelisinin tamamen kutsal bir biçimde ve insan iradesi disinda
gerçeklesecegine inaniyorlardi. (Ancak bu "saf" dindarlarin tamamina yakini, Israil Devleti kurulduktan sonra Kabalacilar
tarafindan ikna edildiler ve bu teolojik baskaldiridan vazgeçtiler.)
Ancak, asil büyük sorunu, hem dini yapisini hem de irk bilincini yitirmis olan büyük yahudi kitleler olusturdu.
Bu "siradan" yahudiler Siyonizm için en büyük engellerden biri durumundaydilar. Çogu, yasadiklari ülkelerde belli bir zenginlige
ulasmisti ve statükodan memnun hale gelmisti. Daha da önemlisi, 19. yüzyilda Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde yahudilere
saglanan politik esitligin getirdigi özgür ortam nedeniyle, "yahudi" olduklarini gittikçe daha az önemser hale gelmislerdi.
2. bölümde de degindigimiz gibi politik esitlik, yahudi önde gelenlerince aslinda Mesih Plani'na dogru giden
yolda olumlu bir asama olarak degerlendirilmisti. Kabalacilar, yahudilerin hiristiyanlarla esit haklar kazanmalarini "Mesihi
dönemin ilk isiklari" olarak yorumlamis ve bu sayede Avrupa politikasini birinci elden kontrol etme imkanina sahip olacaklarini
hesaplamislardi. Ancak politik esitligin hesaba katilmayan bir büyük sakincasi dogmustu: Yahudiler üzerindeki kisitlamalarin
kalkmasi, yahudi toplumunda önemli bir dini inanç ve "irk bilinci" kaybi yaratmisti. Alman tarihçi Werner Sombart, Ortaçag
boyunca yahudiler üzerine konmus olan hukuki kisitlamalarin gerçekte hahamlarin (bu elbette Kabalacilar'i da yogun olarak
kapsar) otoritesine yaradigini söyle vurguluyor:
Ulusal Tapinaklari yerle bir edilip, devletleri sona erdirildigi zaman, yahudiler, Ferisilerin ve Heine'nin
'portatif anavatan' diye adlandirdigi Tevrat'in çevresinde kümelendiler. Hahamlar böylece otoritelerini kurdular ve yahudilerin
Ortaçag'daki kaderi yalnizca bu otoritenin güçlenmesine yaradi... Aralarinda yasadiklari milletler tarafindan dislandikça—veya
kendi kendilerini disladikça—hahamlarin etkisi de o kadar artiyordu.41
Ancak Sombart'in da tespit ettigi bu sistem Aydinlanma ile degisti. Yahudiler üzerine konan bu kisitlamalar hiristiyan
kökenliydi ve Kabalacilar ve Tapinakçi gelenegi koruyan masonlar arasindaki Ittifak, 2. bölümde inceledigimiz gibi, Avrupa'yi
önce Protestanlik sonra da Aydinlanma ile Hiristiyanlik'tan koparmisti. Avrupa'nin Hiristiyanlik'tan kopmasi, yahudiler üzerindeki
kisitlamalarin kalkmasi anlamina geliyordu ve bu da yahudi kimliginin erimesi ve basta Kabalacilar olmak üzere hahamlarin
yahudi toplumu üzerindeki gücünün zayiflamasi sonucunu yaratmisti. Siyasi Siyonizm'in yahudi toplumlarindan beklenen oranin
çok altinda kabul görmesi, bu sürecin tehlikeli bir boyuta ulastigini gösterdi.
Kuskusuz bu durum, Kabalacilar ve onlarin laik partnerleri haline gelmis olan Siyonist liderler için kabul
edilemez bir durumdu. Asirlar boyu süren bir ugrastan sonra Kutsal Topraklar'a dönüsü baslatma imkanina sahip olmuslardi.
Mesihi dönemin çok yaklastigini düsünüyorlardi. Mesih'le ilgili son kehanetlerden biri olan "sürgünleri toplama" projesine
girismek üzerelerdi. Iste böylesine kritik bir asamada, yahudi toplumunun önemli bir bölümü, Mesih Plani'na yüz çeviriyor,
adeta Kabalacilar'a ihanet ediyorlardi.
Ihanet, Kabalacilar ve Siyonist liderler için affedilir sey degildi. Bu nedenle, "ikinci sorun"a, yani yahudi
toplumunun bilinçsizligine yönelik olarak aranan çözüm, ayni zamanda bir "cezalandirma" boyutu da içermeliydi.
Iste tam bu siralarda, Avrupa'da yeni bir akim gittikçe güçlenmeye baslamisti...
19. Yüzyil Irkçiligi ve Modern Antisemitizm
Kitabin 2. bölümünde inceledigimiz
gibi, Kabalacilar ve Tapinakçi gelenegin koruyucusu olan masonlar arasinda kurulu olan Ittifak, Avrupa'yi Hiristiyanlik'tan
kopardiktan sonra, yerine ideolojileri yerlestirdi. Liberalizm, sosyalizm gibi ideolojilerin, birbirlerine karsit taraflari
olmasina ragmen, Ittifak'in dünya görüsünün temeli olan, sekülerizm, "yeryüzü cenneti" ve "ilerleme" gibi kavramlari paylastigini
inceledik.
Ittifak'in dünya görüsünden dogan bu ideolojilerin biri de irkçilik saplantisiydi. Irkçilik da, kitabin 1.
bölümünde inceledigimiz gibi, Katolik Avrupa'nin tanimadigi bir düsünceydi ve "disardan" getirilmisti. Kaynak ise yine ayniydi:
Ittifak'in dünya görüsü, ya da daha açik bir ifadeyle Ibrani ögretisi. Çünkü, bir irkin ötekilere üstün oldugu gibi bir safsatayi
savunan, yani irkçi olan tek geleneksel kaynak yahudi diniydi. Katolik Avrupa düzeninin sarsilmasinin ardindan baslayan "Tevrat'a
dönüs" hareketi, Tevrat'a eklenmis olan irkçi düsünceyi Avrupa'ya da tasimisti. Irkçi ideolojinin mimarlari, kendilerine Tevrat'i
kaynak edinmislerdi.
Örnegin, yine 1. bölümde inceledigimiz gibi, Insan Irklarinin Esitsizligi Üzerine adli kitabiyla ünlenen
Arthur de Gobineau, bunlardan biriydi. Insan irklarini bir "merdiven" teorisi ile siniflara ayiran ve merdivenin en alt basamagina
siyahlari, ortasina sari irki, en üstüne de beyazlari yerlestiren Gobineau, bu "tasnif"i yaparken, temel kaynak olarak, Tevrat'a
eklenmis olan "Nuh'un ogullari" efsanesini kullanmisti. Ingiliz ve Amerikan (Anglo-Sakson) irkçiliginin da Ibrani ögretisiyle
çok içli-disli oldugunu, hatta Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini yahudilerle özdeslestirerek "üstün"lüklerini (!) kanitlamaya
çalistiklarini yine 1. bölümde konu edindik.
Ancak, Anglo-Sakson irkçilarinin aksine, basta Alman irkçilari olmak üzere pek çok irkçi düsünür, bir yandan
da antisemit düsünceler gelistirdiler. "Aryan" ve "Sami" irklari arasindaki farktan söz eden bu irkçi düsünürler, yahudilerin,
kendi irklari arasinda yasayarak, irklarinin "safligini" bozduklarini söylüyorlardi. Onlara göre, yahudiler tecrit edilmeli
ve kendi irklariyla karismalari önlenmeliydi. Bu düsünürlerin yahudileri tecrit etmeye yönelik düsüncelerinden güç bulan fanatik
yahudi aleyhtarligina ise "modern antisemitizm" dendi. Bu antisemitizm "modern"di; çünkü Ortaçag'in aksine, yahudilere dinleri
nedeniyle degil, irklari nedeniyle antipati duyuyordu. Özellikle yahudilerin elde ettikleri servete paralel olarak yükselen
antisemitizm, 19. yüzyilin sonunda Fransa'daki ünlü Dreyfus olayi ile doruga tirmandi.
Modern çag dini yok edince, irkçilik dogdu. Irkçiligin dogal bir sonucu ise modern antisemitzm oldu. Avrupali
irkçilarin hemen hepsi, kendi irklarini "saf" hale getirmeyi hedefliyorlardi; bunun için yapilmasi gereken en önemli sey ise,
basta yahudiler olmak üzere azinliklari toplumdan dislamakti. Bu amaçla, sistemli bir yahudi düsmanligi körüklemeye basladilar.
Viyana'da yayinlanan ve yahudileri vampir olarak tasvir eden yandaki Kikeriki dergisi, Avrupa'daki sayisiz antisemit yayindan
biriydi. |
Ancak antisemitizme dayanak olan irkçi düsünürlerin ilginç bir özelligi vardi: Bunlar, yahudilerin irklarina
karismasini bir tehlike olarak görüyorlardi belki ama, bir yandan da yahudilere karsi büyük bir hayranlik besliyorlardi. Çünkü
gerçeklestirmeyi hedefledikleri irk izolasyonunu en iyi basaranlar yahudilerdi. Yahudilerin bu basarisina hayran olanlarin
basinda da Alman irkçiliginin en önemli kuramcisi ve Hitler'in de ilham kaynagi olan Houston S. Chamberlain geliyordu. Chamberlain,
"üstünlüklerini yeniden üretmek için Kan Yasasi'ni uygulamakta gösterdikleri beceriden dolayi" yahudilere hayrandi. "Onlar,
ana kaynagi el degmemis durumda korumuslardir, ona bir damla bile yabanci kan karistirmamistir" diyordu.
Iste 19. yüzyil irkçiliginin—tamamen yahudilerle özdeslesmeye çalisan Anglo-Saksonlar'i hariç tutarsak—böyle
garip bir özelligi vardi. Hareket, felsefi temelini Ibrani ögretisindeki "üstün irk" kavramindan aliyor ve yahudilerin asirlardir
sahip oldugu irk bilincine ulasmaya çalisiyordu. Yahudilerin bu yöndeki yeteneklerinden dolayi da, onlara hayranlik besliyordu.
Öte yandan, kendi irklarini saf tutabilmek için, Avrupa ülkelerindeki en büyük azinlik olan yahudileri tecrit etmeye çalisiyorlardi.
Çünkü, az önce de vurguladigimiz gibi yahudiler politik esitlik kazanmalarinin ardindan kendi irk bilinçlerini yitirmeye ve
Avrupa toplumlari içinde asimile olmaya baslamislardi.
Bu noktada çok ilgi çekici bir gerçekle karsilasiyoruz: Yahudilerin asimilasyonundan rahatsiz olanlar, yalnizca
Avrupali irkçilar degildi. Yahudilerin asimilasyonundan rahatsiz olan, Avrupali irkçilardan baska, ikinci bir grup daha vardi.
Ikinci grup kimdi dersiniz?
Kuskusuz ikinci grup, yahudilerin Avrupali halklar içinde asimile olmaya baslamasindan,"yahudi irki" adina
rahatsiz olanlardi. Yani Tevrat'in, "baskalarina kiz vermeyeceksiniz ve onlardan kiz almayacaksiniz" hükmüne siki sikiya bagli
olan Kabalacilar ve onlarin laik partnerleri olan Siyonist liderler...
Ortaya ilginç bir tablo çikmisti. Bir taraf, yahudilerin kendi irklarina karismamasini istiyordu. Öteki taraf
ise kendi irklari olan yahudi irkini, diger irklardan ayri tutabilmenin ve "yahudi bilinci"ni koruyabilmenin derdindeydi.
Görüldügü gibi yapmak istedikleri aslinda ayni seydi. Aralarinda bir felsefi paralellik de vardi. Peki neden bu isi hep birlikte
yapmasinlardi?
Bu soruya ilk açik cevap, Theodor Herzl'den geldi.
Herzl'in Antisemitizm Politikasi
"Bütün antisemitler bizim en yakin dostlarimizdir."
-Theodor Herzl
Yahudi toplumlarinin eskiden beri sahip olduklari,
ancak 19. yüzyilda erimeye baslayan irk bilincini yeniden uyandirmanin kuskusuz en iyi yöntemi, yahudi aleyhtarligini körüklemekti.
Kabalacilarin olayi böyle gördügüne kusku yoktu. Zaten bu yöntem, onlar için artik geleneksellesmis bir yöntemdi. Hatirlayalim:
Mesih Plani'nin ilk büyük asamasi olan Ispanya sürgününü de Kabalacilar kiskirtmisti ve kendi halklarini "antisemitizm" kullanarak
kehanete göre "dünyanin dört bir yanina" dagitmislardi. Simdi onlari Kutsal Topraklar'a döndürmek, "sürgünleri toplamak" için,
en iyi yol yine ayniydi: Yahudileri bu is için zorlamak. Bu yahudileri hem göçe ikna edecek, hem de onlara kaybetmekte olduklari
irk bilincini yeniden kazandiracakti.
Iste bu nedenlerden ötürü, Alkalay ve Kalischer gibi Kabalacilar'in çizdigi stratejiyi izleyen Siyasi Siyonizm
hareketi, antisemitlerle isbirligi yapmaya karar verdi. Karari uygulamaya koyan kisi, hareketin ilk lideri olan Theodor Herzl'di.
Theodor Herzl, çok iyi farketmisti ki, yahudileri bulunduklari ülkelerden ayrilarak Israil'e göç etmeye zorlamak için Siyonizmin
yahudi düsmanligina ihtiyaci vardi. Bu nedenle, ikna plani bu temel üzerine kurulmaliydi.
Bu arada, 19. yüzyildaki irkçiliga paralel olarak dogan antisemitizm, zaten, çogu yahudinin, bundan böyle
Avrupa'da hiçbir kisitlama altinda kalmadan yasayacaklari yönündeki umutlarini yok etmeye baslamisti. Theodor Herzl, bu konuyu
israrla isleyerek, antisemitizmin bir tür hastalik oldugunu, bu hastaligin tedavisinin bulunmadigini, yahudiler için tek kesin
kurtulusun Filistin'de bir devlet kurmakta yattigini ilan edecekti. Herzl'in "Yahudiler ve yahudi olmayanlar kalitimsal olarak
uyum içinde bir arada yasayamazlar" seklindeki tezi, aslinda yahudi-aleyhtari irkçilarin teziyle büyük bir paralellik gösteriyordu.
Herzl iste bu nedenle Siyonist tez ile Avrupali antisemit irkçilar arasindaki büyük paralellige deginerek
söyle demisti: "Antisemitizm, bizim isteklerimize sahane bir yardimci olacaktir."
Herzl, 'Bütün antisemitler bizim en yakin dostlarimizdir' diyordu. Böylelikle göç kolaylasacakti. Herzl
9 Haziran 1895'te günlügüne ise söyle not düsüyordu: 'Ülkesindeki yahudilerin orayi terketmesi için, önce Çar'la görüsecegim,
sonra Alman Kayzeri'yle, sonra Avusturyalilarla sonra da Fas'taki yahudiler için Fransizlarla'. 42
Herzl, yahudileri göç ettirmek için yalnizca diplomatik temaslarla yetinmedi. Ünlü Fransiz düsünür Roger
Garaudy, Türkçe'ye Siyonizm Dosyasi adiyla çevrilen kitabinda, Herzl'in bu politikasi ile ilgili olarak sunlari söylüyor:
Herzl'e göre yahudiler ayri bir din ve ayri bir kültür yerine ayri bir devlet meydana getirmek amaciyla,
içinde bulunduklari diger uluslardan ayrilmalidirlar. Bu amaca ulasmak için Herzl konustugu herkese karsi, yahudilerin teskil
ettikleri tehlikeyi anlatmak ve bir an önce çikip gitmeleri gerektigini izah etmek için en asiri kelimeleri kullanmaktan çekinmemistir.
Herzl Almanya Disisleri Bakani Von Blow ve II. Guillaume, Rus Içisleri Bakani Plehve ve Çar II. Nicola ve en ileri yahudi
düsmanlarina karsi hep ayni dili kullanmistir. 1903 Nisani'nda yahudilere karsi en korkunç katliamlardan biri olan Kichinev
Kesimi'nin sorumlusu Plehve bunlarin arasinda en zalim olanidir. Mayis ayinda Plehve'ye mektup yazan Herzl, Siyonizmin ihtilali
önleyici bir antidot oldugunu ileri sürüyordu. Plehve bu mektuba Agustos ayinda cevap vererek Herzl'den Siyonist hareketin
kendisini destekledigine dair bir mektup istedi. Plehve bu mektubu aldi. Mektupta Yahudilerin göç etmesini saglayacak bir
Siyonizm akiminin desteklenecegi vaat ediliyordu.43
Herzl, Rus Içisleri Bakani Plehve'ye, eger yahudilerin Filistin'e gönderilmesine yardim ederse, o dönemde
Çar'a karsi düzenlenen Bolsevik ayaklanmasinda büyük rol oynayan yahudileri ikna edecegini ve Bolsevik ayaklanmasini bastirabilecegini
de vaad etmisti.44
Herzl'in uygulamaya koydugu antisemitlerle isbirligi yönündeki plan, bu tarihten itibaren yahudi liderlerin
en sik kullandigi yöntem haline gelecekti. Böylece Herzl antisemitik hareketlerin en hararetli savunucusu olmustu.
Herzl, 1895'te kitabini yayinlamadan önce onu elestirenlerden biri yüzüne karsi sunlari söylüyordu: 'Yahudileri
korkunç bir zarara soktunuz. 'Herzl, buna söyle cevap vermekten çekinmiyordu: 'Bütün yahudi düsmanlari içinde en büyük olmaya
kazaniyorum... Yahudi düsmanlari bizim en ileri dostlarimiz olacaklar... Yahudi düsmani ülkeler en yakin müttefiklerimiz arasina
girecekler'... Theodor Herzl çok iyi bilmektedir ki, Yahudileri bulunduklari ülkelerden kaçarak Israil'e göç etmeye ikna etmek
için, Siyasi Siyonizmin 'yahudi düsmanligi' kavramina ihtiyaci vardir. Herzl'in bu fikrinin, Siyasi Siyonizm tarafindan, bu
günlere, kadar nasil degismez bir temel olarak korundugunu ilerde görecegiz... Bu davranis Yahudileri içlerinde yasadiklari
halkin yabancisi olarak göstermek, böylece 'Yahudi düsmanliginin' en çok ihtiyaci oldugu gidayi ona sunmak ve göçü hizlandirmak
için iskence iddialarina kuvvet kazandirmaktir. Herzl'in Yahudi düsmanliginin kabarmasindan korkmak bir yana, onu hareketlendirmek
için giristigi çabalarin sirri buradadir. Bununla birlikte Herzl'e yönelen uyarilarin da ardi arkasi kesilmemistir. Avusturya
Parlamentosu Baskani, Baron Johann Von Cholemski Herzl'e sunlari yaziyordu: 'Eger egiliminizin ve propagandanizin emeli yahudi
düsmanligini körüklemekse bunda basarili olacaksiniz. Tamamiyla inandim ki böyle bir propagandanin sonucunda Yahudi düsmanligi
çig gibi büyüyecek ve siz irkinizi bir katliama dogru sürükleyeceksiniz'.45
Herzl, günlügünde bu önemli noktayi su cümlelerle ifade ediyordu: "Antisemitizm büyümüstür ve büyümeye
devam etmektedir ve ben de büyümeye devam ediyorum." 46
Herzl ve diger Siyonistler, antisemit irkçilarla, az önce sözünü ettigimiz ortak payda altinda anlasiyorlardi.
Çünkü Siyonistler yahudilerin hepsini toplayip Filistin'e götürmek niyetindeydiler ve bu, irklarini yahudilerle karismaktan
kurtarip "saf" olarak korumak isteyen irkçilar için de mükemmel bir çözümdü. Öyle ki, sonradan Deutsch-Soziale Blatter adini
alacak olan ve bir yahudi aleyhtari yayin olarak kabul edilen Antisemitische Correspondenz dergisinin yayimcisi, ünlü antisemit
Theodor Fritsch, I. Siyonist Kongre'nin toplanmasini alkisliyor ve Kongre'ye "yahudilerin bir an önce Almanya'dan ayrilarak
Filistin'e yerlesmeleri tasarisinin uygulanmasi için en iyi dileklerini" gönderiyordu.
Yahudilerin yasadiklari ülkelerde kendilerini huzurlu hissetmelerinin siyonizme zarar verecegini düsünen
Theodor Herzl, bu görüsünü de söyle ifade ediyordu: "Yahudiler, uzun bir dönem süresince kendilerinin güvenlik içinde yasadiklarina
inanirlarsa, herhangi bir toplumun içinde eriyebilirler. Bu gerçek hiçbir zaman bize yarar saglamayacaktir." 47
Bu yüzden, Siyonist liderlerin görüsüne göre alinmasi gereken ilk önlem, bu ülkelerde yapay bir yahudi düsmanligi
ajitasyonu yaratmak idi. Daha sonra da, yahudileri bu psikolojik gerilim içinde tutarak, onlari provokatif, antisemit saldirilarla
sürekli huzursuz etmek gerekiyordu. Tüm bu uygulamalarin neticesinde ise Siyonist liderlerin beklentisi, yahudi halki güvenli
yerlerde yasamadiklarina ve sadece Vaadedilmis Topraklara göç ederek kurtulabileceklerine ikna etmek idi.
Herzl, antisemitizmi körüklemek için çok ilginç bir yöntem daha denemis ve günlügüne, antisemitleri bir "yahudi
komplosu"nun varligina inandiracak ve onlari yahudi toplumlarina karsi kiskirtacak ifadeler eklemisti. 1922 ve 1923 yillarinda,
Almanya'da, ölümünden sonra Herzl'in günlügünün üç cildi yayinlandigi sirada, Avusturyali yazar ve Oesterreichische Wachenschrift
gazetesinin yayincisi Joseph Samuel Bloch, Herzl'i yakindan tanimis bir kisi olarak sunlari yaziyordu:
Rothschild ve Baron Hirsch'e yazilan ve Yahudilerin bulunduklari ülkelerde kurulu iktidarlara karsi bas
kaldirdiklarini ve ihtilallere katildiklarini öne süren iddia, Yahudi halki yok etmek için yeterli bir sebeptir. Herzl, Yahudilerin
düsmanlarina, 'Yahudi problemini' halletmek için en saglam temeli göstermistir. Onlara gelecekteki çalismalarinda izleyecekleri
yolu tarif etmistir. Bu yüzden bu 'günlük' korkunç bir belgedir.48
Ancak Herzl'in bu çabalari fazla önemli bir sonuç dogurmadi. Avrupali yahudilerin çogu, Kutsal Topraklar'a
göç etmemekte direndiler.
Siyonizme Karsi Yahudi Direnisi!...
Amerikali psikolog Edward Hoffman, Amerika'daki
tutucu yahudi gruplarindan Lubaviçler'i konu edindigi Despite All Odds: The Story of Lubavitch adli kitabinda, 20. yüzyilin
baslarinda yahudiler arasinda yaygin olan bir anekdot anlatir. Günlerden bir gün Avrupali bir tüccar yahudi, etraftan duydugu
heyecanli haberleri karisina yetistirmek için eve gelir. Haberlere göre Mesih yeryüzüne inmistir ve tüm yahudiler kisa bir
süre sonra mucizevi bir biçimde Vaadedilmis Topraklar'a aktarilacaklardir. Ancak karisi sasirir ve sorar: "Peki Mendel'in
bize olan borçlari ne olacak? Mose'nin ve öteki müsterilerin bize olan borçlari havaya mi gidecek? Hem sonra yeni aldigimiz
koltuklar ne olacak? Ayrica yeni ismarlayip parasini ödedigimiz esyalar daha iki hafta sonra gelecekti; bu isten çok zarar
ederiz!"
Bunun üzerine kari koca birbirlerine umutsuz bir sekilde bakarlar. Sonra birden erkek gülümser, karisina
döner ve söyle der: "Merak etme, Tanri tarih boyunca bizleri pek çok felaketten kurtardi. Öyleyse simdi de bizi Mesih'ten
kurtaracaktir!"
Anekdot ilginçtir ve gerçek bir tarihi gelisimi yansitmaktadir. Mesih Plani, 20. yüzyilin baslarinda, pek
dindar olmayan ve irk bilinçleri de körelmis olan bazi yahudilerin, özellikle de refah düzeyi yüksek Avrupali yahudilerin
direnisiyle karsilasmisti. Mesih Plani'nin bir uygulamasi olan Siyasi Siyonizm'in Filistin'e göç çagrisi, Avrupa toplumlari
içinde asimile olmaya baslamis olan bu yahudilerden çok az kabul gördü.
Herzl'in kurdugu ve onun 1904'deki ani ölümünden sonra giderek daha da büyüyen Dünya Siyonist Örgütü (World
Zionist Organization—WZO), kendine bir numarali hedef olarak yahudileri Filistin'e götürmeyi belirlemisti. Ancak örgütün
birçok ülkede yahudilere yönelik yaptigi tüm tesviklere ragmen, göçler beklenen düzeyde gerçeklesmedi. Hatta, 1925 yilindan
sonra göçlerde ani bir düsüs bile gözlemlenmisti. Bu da yetmiyormus gibi göç edenlerden geri dönenlere bile rastlandi. 1926-1931
yillari arasinda, yilda ortalama 3.200 Yahudi Filistin'i terkediyordu. 1932 yilinda Filistin'de 770.000 Arap nüfusa karsilik,
181.000 Yahudi nüfusu vardi. Araplar hala bu bölgede ezici çogunluktaydi. Siyonist liderler, bu kadar az bir Yahudi nüfusu
ile devlet kuramayacaklarini çok iyi biliyorlardi.
Özellikle Almanya, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde yasayan Yahudiler zenginlesmis ve elde ettikleri
yüksek yasam düzeyini ve kurulu düzenlerini birakip, Filistin topraklarina göç etmeyi göze alamamislardi.
Yahudi halkinin Siyonizme karsi açtigi bu direnise, dönemin taninmis pek çok yahudisi de katiliyordu; Fizikçi
Albert Einstein, filozof Martin Buber, Kudüs Ibrani Üniversitesi birinci baskani Profesör Judah Magnes gibi... Entellektüel
yahudilerin yanisira, genis yahudi halk kitleleri de, Siyonist liderler tarafindan dayatilan göçe karsi çikiyorlardi. Rusya'da
küçük bir kesim disinda neredeyse bütün yahudiler Siyonizmi reddettiler. Gidenlerin bir bölümü de, Filistin'deki yasam kosullarinin
umduklari gibi çikmamasi karsisinda, Rusya'ya geri döndü.
1920'lerde, Siyonist liderlerin hepsi, 1917'de yayinlanan ve Filistin'de bir yahudi devletine yesil isik
yakan Balfour Deklarasyonu'nun Filistin'e göçü hizlandiracagini sanmislardi. Oysa, ilerleyen yillarda, evdeki hesabin çarsiya
uymadigina büyük bir hayal kirikligi yasayarak sahit olacaklardi.1920'lerde Filistin'deki Yahudi nüfusu iki katina çikarak
160.000'e ulasti. Fakat göç edenlerin sayisi sadece 100.000 kadardi ve bunlarin %75'i de Filistin'de kalmadi. Yani, göçlerin
toplami yilda 8.000 civarindaydi. Hatta 1927 yilinda sadece 2.710 kisi geldi ve 5.000 kisi de ayrildi. 1929'da ise Israil'e
gelenler ile gidenlerin sayisi ayni orandaydi.
En kisa sürede en fazla yahudiyi ne yapip edip, bir sekilde Filistin'e getirmeyi hedefleyen Siyonizm açisindan,
yasanan bu olumsuz gelisme, gerçekten de dev bir fiyaskoydu. WZO'nun yogun propagandasina ragmen, Kutsal Topraklar'a göç faaliyeti
çok zayif kalmisti. 19. yüzyilin sonunda Filistin'de 50.000'den az yahudi yasamaktaydi. Bu rakam, Filistin halkinin %7'sini
olusturmaktaydi. Bununla birlikte, 1917 Balfour Deklarasyonu'ndan iki sene sonra, nüfus hala 65.000'in üzerine çikamamisti.
1920 ile 1932 arasinda geçen 12 yil içinde, sadece 118.378 yahudi bir sekilde Filistin'e getirtilmisti ki, bu da dünya yahudi
toplumunun yüzde biri bile degildi.
Belli ki bu is böyle olmayacakti. Göçe direnen yahudi toplumunu ikna etmek için, bir-iki antisemit hareket
yetmiyordu. Bu nedenle, Siyonist liderler, Herzl'in açilisini yaptigi ilginç yöntemi daha etkin bir biçimde kullanma yoluna
gittiler. Yahudileri, özellikle de kurulmasi hedeflenen Israil Devleti için gerekli olduklari düsünülen "kalifiye" Avrupa
yahudilerini daha fazla "rahatsiz" etmek gerekiyordu. Yani, antisemitizm daha da güçlenmeliydi. Asirlardir özenle hazirlanan
Mesih Plani'na baskaldiran yahudi topluluklari, hem Plan'in o anki en önemli sarti olan Kutsal Topraklar'a göçe ikna edilmeli,
hem de isledikleri suçun cezasini çekmeliydiler.
Nazi Almanyasi, ya da öteki adiyla III. Reich, tam da bu yillarda dogdu.