HAKKIDIR HAKKA TAPAN MILLETIMIN ISTIKLAL

siyonizm donemi
ana sayfa
ARAPCA
Benim Siirlerim
güzel söz
INGILIZCE
kuran ogreniyorum
kuran-i kerim
40 hadis
elmalili tefsiri
islamacevap sitesini kuranlara benim sitilimle reddiye ve cevap
islamda hicret
3 aylar
incil
dinler arasi diyalog nedir?
who is paraclet?
osmanli tarihi
sozluk
program indir
kissadan hisse
esma ul husna
alimler
islami siteler
tefsir
arapca genel
misiri taniyalim
kiyamet alametleri
firavunlarin sonu
Danamarka ne istiyosun muslumanlardan
siyonizm donemi
indir
ezgiler
kitaplar
istiklal marsi
fetvalar
zuhru ahir nedir?
satista vade varmidir?
miras
israiliyyat nedir?
bush`a ithaftir
ilahiler
faydali linkler
firkalar
mehdi kimdir?
ehli sunne vel cemaat
nesefi akidesi
Selam
begenilen yazilar
siyer-i enbiya
usul nedir?
islam tarihi
gizli dunya siyonizmi
tevhid delilleri
teklif ve mukellef
tasavvuf
Namaz hocasi
Veda hutbesi
fikhul ekber
Uydurma hadis nedir?
kelam
iman nedir? islam nedir?
yeni fikirler
MISIRDA OSMANLI ESIR KAMPI VE ERMENILER
sozde ermeni soykirimi nedir?


D  Ö  R  D  Ü  N  C  Ü    B  Ö  L  Ü  M :

Siyasi Siyonizm Dönemi

    "Hiç kusku yoktur ki, bu büyük Siyonizm hareketi, 'Atchalta D'egeula' (Mesihi dönemin baslangici)dir. Mesih'in gelisi ve bizim günlerimizin dogusu, çok yakinlasmis bulunmaktadir." 

    — Haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook'un 1920'li yillarda Siyonizm hakkinda yaptigi bir yorum .

Kitabin ilk iki bölümünde, Mesih Plani'nin hangi asamalardan geçtigini ve bu asamalarin da Bati toplumlarinda ne gibi dönüsümler olusturdugunu inceledik. Buna göre, Mesih Plani, ilk büyük asamasini, yani Mesih'in gelisi için gerekli birinci sart olan "yahudileri dünyanin dört bir yanina dagitma" projesini, Ispanya sürgünü ile uygulamaya koymustu. Sürgün, hem bu tür bir kehaneti gerçeklestiriyor, hem de yahudilerin Kuzey Avrupa'ya dagilmasiyla Hollanda, Ingiltere gibi ülkelerde kapitalizmin ilk çarklarinin dönmesini sagliyordu. Kabalacilar'in kehanetlerinde müjdesini verdikleri Protestan akimi ise Katolik Kilisesi'ne büyük bir darbe vurarak Plan'a büyük bir destek veriyordu. Bu arada Ingiltere'de ortaya çikan Püritenler—ya da yerinde bir deyimle "yapay yahudiler"—hem Britanya Imparatorlugu'nu, hem de Kabalaci Kolomb'un kesfettigi Yeni Dünya'yi yahudilestirerek, Plan'in islemesine katkida bulundular.

Avrupa'da önce Protestanlik, ardindan da Aydinlanma ile olusan büyük toplumsal ve politik degisimin de, Kabalacilar ve Tapinakçi gelenegi koruyan masonlar arasinda kurulmus olan Ittifak tarafindan gerçeklestirildigini 2. bölümde inceledik. 

Böylece, Mesih Plani'nin önündeki engellerin çogu asilmis oluyordu. Yahudiler, kapitalist ekonomi sayesinde, tefecilikten gelen klasik sermaye birikimlerini çok daha fazla artirarak büyük bir ekonomik güce ulasmislardi. Bu ekonomik gücü, politik esitlik elde ettikleri Bati'da rahatlikla siyasi güce dönüstürebiliyorlardi. Benjamin Disraeli'nin Ingiltere'ye basbakan olmasi, ülkenin en zengin hanedani olan Rothschild'in, "Lord" ünvani alarak Parlamento'ya dahil olmasi, bunun iki çarpici göstergesidir. 

Yahudileri "Isa'nin katilleri" sayan1 ve Vaadedilmis Topraklar'in onlara ait oldugu tezine karsi çikan Katolik Kilise'sinin dize getirilmesi ile birlikte, Mesih Plani'nin önündeki ideolojik engel de ortadan kalkmisti. Bati'nin büyük güçleri, Plan'i desteklemeye hazirdilar: Fransa Katolikti ama dinden koparilmis (sekülerlestirilmis) bir ülkeydi ve Katolik olmasinin herhangi bir sakincasi kalmamisti. Ingiltere ve Amerika ise Protestan, hem de Püriten gelenegine sahip birer Protestan ülkeydi. Bunun da ötesinde, Kabalacilarla kurdugu Ittifak'a her zaman ve her yerde sadik kalan masonluk, bu ülkelerin yönetiminde büyük söz sahibiydi. (Almanya'nin çok daha ilginç olan misyonuna daha ilerde deginecegiz.)

Kisacasi, artik Mesih Plani'nin en can alici asamasina, yani Vaadedilmis Topraklar'a dönüs projesine geçilebilirdi. Bu, yahudilerin dagilmis olduklari "dünyanin dört bir yani"ndan bu kez yeni bir göç dalgasiyla Vaadedilmis Topraklar'a dönmeleri anlamina geliyordu. Zaten bu nedenle de Vaadedilmis Topraklar'a dönüs, Kabalacilar'in dilinde "Israil'in sürgünlerini toplamasi" olarak ifade ediliyordu. Bu "sürgünlerin toplanmasi" ifadesi de Eski Ahit'in Isaya kitabinda geçen bir kehanetten çikarilmisti. Israilogullari'nin "dünya egemenligi"nden önceki gelismeleri bildiren ayet söyle diyordu:

    Ve o gün vaki olacak ki, Asur'dan ve Misir'dan ve Patros'tan ve Kus'tan ve Elam'dan ve Sinardan ve Hamattan ve denizin adalarindan artakalacak olan kavmin (yahudilerin) bakiyesini kurtarmak için Rab yine ikinci kere elini uzatacak. Ve milletler için bir bayrak kaldiracak ve Israil'in sürgünlerini toplayacak ve yerin dört kösesinden Yahudanin dagilmis adamlarini biraraya getirecek.2
Bu kehanete göre, "Yahuda'nin dagilmis adamlari", yani dünyanin dört bir yanina dagilmis olan yahudiler, biraraya gelip Vaadedilmis Topraklar'a geri döneceklerdi. Kabalacilar, Mesih Plani'nin önemli bir asamasi olan bu kehaneti gerçeklestirmek için çalismakta gecikmediler. Ama kuskusuz, sözkonusu "sürgünleri toplama" projesi de gerçeklestirilmesi oldukça zor bir projeydi. Kabalacilar'in bu konuda karsilasacaklari pek çok engel vardi. Herseyden önce, Vaadedilmis Topraklar Islam egemenligi altindaydi. Bu egemenlikten "kurtarilmali" ve yahudilerin ya da orayi yahudilere gönüllü olarak vermeye hazir bir gücün eline geçmeliydi. Bunun yaninda, yahudi halkinin Vaadedilmis Topraklar'a döndürülmesi gerekiyordu ki, bu da oldukça zorlu bir isti. Belki Ispanya sürgününden de zordu; çünkü Ispanya'da tek bir merkezden çikis olmustu. Simdi, çok farkli merkezlerden tek bir noktaya yönelen bir göçün organize edilmesi gerekiyordu. Ayrica bu hareketin uluslararasi destek görmesi, büyük güçler tarafindan savunulmasi da zorunluydu. 

Ama Mesih Plani "sifir"dan bu noktaya kadar gelmisti ve Kabalacilar isi sonuna kadar sürdürmeye kararliydilar. Vaadedilmis Topraklar'a dönüs projesini, bazi yeni yorum ve yöntemlerle uygulamaya koydular. "Siyasi Siyonizm" böyle dogdu...

'Siyasi Siyonizm'in Dogusu

19. yüzyil biterken, yahudi dünyasi son derece ilginç bazi gelismelere sahne oldu. 19 yüzyildir beklenen "Vaadedilmis Topraklar'a geri dönüs" hareketi, bu gelismelerle birlikte yeni bir boyut kazandi. Yahudi dünyasinda dogan bu gelismeler, kisa sürede büyük etkiler doguracak ve bu etkiler yahudi dünyasinin çok daha disina çikan, özellikle de Islam dünyasini derinden ilgilendiren sonuçlar doguracaktir.

Ortaya çikan bu yeni gelisme, klasik literatürde "Siyasi Siyonizm" olarak tanimlanan ve Vaadedilmis Topraklar'a dönüs rüyasina yeni bir yaklasim getirdigi söylenen akimdi. Liderligini Avusturyali yahudi Theodor Herzl'in yaptigi akimin, asirlardir süren "Siyon'a dönüs" idealini rasyonelize ederek bir politik harekete dönüstürdügü ve eski dini yapisindan uzaklastirdigi öne sürülür.

Yahudi tarihçilerce öne sürülen bu tez, Theodor Herzl'in baslattigi hareketin, eski Mesih inancinin bir devami veya bir asamasi degil, 19. yüzyil sartlarinda olusmus bir milliyetçilik örnegi oldugunu söyler. Buna göre, Herzl'in "babalik" yaptigi "Siyasi Siyonizm" hareketi, asirlardir süren Mesih beklentisini—ya da Mesih Plani'ni—gerçeklestirmek degil, yalnizca bir yahudi ulus-devleti kurmak amacini gütmüstür. "Siyasi Siyonizm"in ortaya çikis nedenleri arasinda, dini ögretilerin degil, artan antisemitizme karsi çözüm aramak, asirlardir azinlik halinde yasayan yahudileri bir ulus-devlet çatisi içinde kurtarmak oldugu da söylenerek, sözkonusu tez desteklenir.

"Siyasi Siyonizm"in, Mesih inancinin bir devami olmadigini öne sürenlerin bu konudaki en önemli dayanaklari, Herzl ve ondan sonraki Siyonist liderlerin, tutucu (ortodoks) hahamlarla büyük bir fikir ayriligina düsmeleridir. Gerçekten de bazi hahamlar, Siyonist liderlerle anlasmazliga düsmüslerdir. Anlasmazligin kaynagi, hahamlarin, tümüyle kutsal bir sekilde gerçeklesecegine inandiklari Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin insan eliyle yerine getirilemeyecegini düsünmeleridir. Oysa Siyonistler, "Kutsal Topraklar'a dönüs için mucizevi çözümler beklemeye gerek yok, bu isi biz kendimiz yapabiliriz" mantigiyla harekete geçmislerdir. Bunun üzerine, kimi tutucu hahamlar, kutsal olduguna inanmadiklari ve seküler (din disi) saydiklari bu hareketi desteklememislerdir.

Iste, "Siyasi Siyonizm, Mesih inancinin yerine getirilmesi degil, tümüyle 19. yüzyil milliyetçiligine dayanan laik ve modernist bir harekettir" diyenler, tezlerine kanit olarak Siyonistlerle tutucu hahamlar arasindaki bu ayriligi gösterirler. Ve eger konu yeterince incelenmezse, öne sürülen bu tez, kolayca mantikli bulunup, kabul edilebilir.

Ama bu tezin gerçegi yansitmadigini gösteren önemli isaretler vardir...

Bunlari incelemeden önce, bir noktayi vurgulamakta yarar var. Kitabin basindan bu yana, Mesih Plani'nin önderlerinin Kabalacilar oldugu üzerinde duruyoruz. Kendilerini bazi metafizik güçlere ve "tarihin akisini degistirme" gücüne sahip olduklarina inanan Kabalacilarin, Mesih Plani'nin gerektirdigi kehanetleri asama asama yerine getirmeye çalistiklarini inceliyoruz.

Burada siradan hahamlarla, Kabalacilar'in arasindaki büyük farki göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kabalaci hahamlar, tutucu (ortodoks) hahamlardan ayridirlar. Tutucu hahamlar ancak Talmud (yahudi dininin gelenek ve kurallarini içeren kitaplar bütünü) ile ilgilenirken, Kabalacilar, metafizik güçlerle ve hatta büyüyle istigal ederler.

Dolayisiyla, Siyonist liderlerin bazi tutucu hahamlarla ayriliga düsmeleri, Kabalacilar'la—ve dolayisiyla Mesih Plani'yla—da ayriliga düsmeleri gibi bir anlam tasimiyor.

Ama bundan, hemen Siyonistlerin Kabalacilarla ayni yolu izledikleri anlamini çikaramayiz elbette. Bu konuda bir yargiya varmak için, Siyonistlerin yaptiklariyla Kabalacilar'in planlari arasinda gerçekten dogrudan bir baglanti olup olmadigini incelemek gerekiyor.

    'Siyasi Siyonizm' Teorisini Gelistiren Kabalacilar

    Genelde anlatildiginin aksine, yahudilerin bir devlete sahip olmak için Mesih'i beklemek yerine, bu süreci kendi elleriyle baslatmalari gerektigi düsüncesi, yani Siyasi Siyonizm, ilk kez Herzl'le birlikte ortaya atilmadi. Bu teori, Herzl'den yarim yüzyil önce, iki Kabalaci tarafindan dile getirilmisti. Ve 19. yüzyilin sonunda ortaya çikan Siyonizm, büyük ölçüde siyasi bir hareket olmakla birlikte, aslinda Mesih inancinin yeni bir yorumuydu. Encyclopaedia Judaica söyle yaziyor:

    Siyonizm büyük ölçüde eski Mesihi inanisa dayaniyordu. Siyonizmin çogu ideolojiktir ve duygusal motifi de Mesihi inançtan gelir... Mesih inanci, bütün liberalizm ve rasyonalizasyon sürecine ragmen, yahudi halki arasinda etkisini yitirmemisti. 1840'larda Balkan ve Dogu Avrupa yahudileri arasinda, yahudi tarihinde dönüm noktasi olacak olan Mesih yilinin geldigi söylentisi yayilmisti. Çogu yahudi Mesih'in ortaya çikisini son derece ajite olmus bir biçimde beklemeye baslamisti. Bunlarin arasinda Haham Judah Alkalay (1798-1878) de vardi... Alkalay (solda), zamanla Mesihi dönemin, yalnizca mucize bekleyerek degil, önde gelen yahudilerin bu konudaki çabalariyla baslayacagi düsüncesini kabul etti... Hayatinin geri kalan bölümünü de Mesih ile ilgili bu yorumu diger yahudi önde gelenlerine anlatmakla geçirdi... Alkalay, geleneksel yahudi kaynaklariyla, özellikle de Kabala ile derinden ilgilenmisti... Siyonizmin bir diger fikir babasi da Haham Zevi Hirsch Kalisher (1795-1874) idi. Kalisher de Alkalay gibi, Mesihi dönemin yahudilerin kendi çabalariyla baslayacagini düsünüyordu. Bu dogrultuda, 1836 yilinda, Meyer Amschel Rothschild'la görüserek, ondan Israil Topraklari'ni (Eretz Israel) ya da en azindan Kudüs ve Tapinak bölgesini Mehmed Ali Pasa'dan satin almasini istedi. Böylece Mesihi dönem 'asagidan yukari' bir hareketle baslayacakti. Daha sonra ayni teklifi Moses Montefiore'a da götürdü... Hem Alkalay, hem de Kalischer geleneksel yahudi kaynaklariyla yakindan ilgili, Eski Ahit ve Kabala konusunda uzmandilar.3

    Evet, "Siyasi Siyonizm", Mesih Plani'nin yeni bir yorumu, yeni bir asamasiydi. Hareketin öncüleri ise asirlardir Mesih Plani'ni gerçeklestirme hevesindeki Kabalacilardi. Her ikisi de Kabalaci olan Alkalay ve Kalischer, Siyasi Siyonizm'in teorisini kurdular. Judaica, Alkalay'in teorilerini Kabala'ya dayandirisini söyle anlatiyor: "Alkalay, tüm yazilarinda, Midrash ve Kabala'dan alintilar yapmis ve bu alintilara kendi yorumlarini eklemistir. Bu yazdiklarina göre, Kurtulus (Mesihi dönem) insan eliyle baslayacaktir ve ancak en son asamada mucizeler gerçeklesecektir." 4

    Israilli tarihçi Moshe Sevilla-Sharon ise Alkalay ve Kalisher'den söyle söz ediyor:


      Alkalay..., Kurtulus'un (Mesihi dönem) insan eylemiyle gerçeklesecegine ve Mesihi dönemin gelmis olduguna kanaat getirdiginde, fikirlerini yaymak amaci hissetti... Yazdiklarindan (brosür ve kitaplar) zamanla belli bir siyasal program ortaya çikti. Alkalay'a göre, Israil Ülkesi'ndeki yahudi yerlesme faaliyetlerinin finansmani için vergi toplanmali, ülkede kurulacak yahudi yerlesme biriminin dünya devletleri tarafindan taninmasi için diplomatik çaba harcanmali, yaslilardan olusacak bir yahudi parlamentosu kurulmali, Ibranice günlük konusma dili, tarim da yahudilere özgü bir faaliyet alani olarak dirilmeliydi. Alkalay, programina destek aramak için Bati Avrupa ülkelerine geziler yapti ve her gittigi yerde bir 'Israil Ülkesine Yerlesme Dernegi' kurdu. Bu arada uluslararasi bir yahudi örgütü kurulmasi için çagrida bulundu. Herzl, 30 yil sonra bu önerilerin bazilarinin gerçeklestirecek, kisa vadede yapilmasi olanaksiz olanlari da 'Yahudi Devleti' adli kitabinda program olarak verecektir. Alkalay'a paralel olarak öncü siyasal Siyonizm faaliyeti, Dogu Avrupa'da Polonyali Rabbi Kalischer Hirsch (1795-1874) tarafindan baslatildi. Kalischer'in gençliginin en büyük olayi, Fransa ve Almanya yahudilerinin özgürlesmeleriydi (siyasi esitlik). Bu egilim ve bazi yahudilerin duyulmamis servetler edinmeleri—Rothschild'ler gibi—, yüksek mevkilere erismeleri, Kalischer'e Kurtulus'u (Mesihi dönem) müjdeleyen gelismeler olarak göründü. Öte yandan, Sürgün'ün sona erebilmesi için Yahudilerin Israil'e dönmeleri gerektigini düsünen Kalischer, 1836'da devrin zenginlerine basvurdu ve Israil Ülkesi'nin tümünün ya da bir bölümünün Misir hükümdari Kavalali Mehmet Ali Pasa'dan satin alinmasini istedi. Alkalay'in da düsündügü üzere, Kalischer Kurtulus'un ilk evresi olan özgürlük ve bagimsizligin insan çabasiyla gerçeklesecegine inaniyordu... Alkalay ile Kalischer'in milliyetçiliklerini dogru degerlendirmek için, ileri sürmüs olduklari fikirleri çagdas gelismelerin isiginda görmek gerekir. Bu iki Siyonizm öncüsünün düsündükleri, Mesih inancinin o dönemde meydana gelen olaylarla iliskili olarak yeniden yorumlanmasindan ibarettir.5


    Osmanli'ya karsi gelisen Sirp isyanini kendine örnek alan Alkalay'in gelistirdigi programin en ilginç özelligi, Siyonist hareketin tüm detaylarini içermesidir:6
     

      Alkalay, Israil topraklarina yapilacak göçün finansmaninin saglanmasi için bir fon kurulmasini, göç için uluslararasi destek kazanilmasini ve yahudilerin ihtiyarlar meclisinin yeniden toplanarak bir parlamento olusturulmasini savundu. Ayrica ulusal dil olarak Ibranice'nin yeniden kullanilmasini, Israil topraklarinda tarimin ilerletilmesini ve bir yahudi ordusu kurulmasini önerdi. Alkalay, tüm bu projeler için Ingiltere'nin destek verecegini umdugunu da yaziyordu... Ayrica uluslararasi bir yahudi organizasyonunun kurulmasi gerektigini de duyurdu.7


    Gerçekten de Herzl'le baslayan Siyonist hareket, ayni Kabalaci Alkalay'in dedigi gibi uluslararasi bir yahudi organizasyonu kuracak, kendisine en büyük yardimci olarak Ingiltere'yi kabul edecektir. Israil'e yerlesimin artmasiyla, özellikle de 1948'de devletin kurulmasiyla birlikte, Alkalay'in diger ögütleri yerine getirilecek; Ibranice ulusal dil yapilacak, yahudi ordusu (Haganah) kurulacak ve kutsal bir is olarak görülen tarima agirlik verilecektir. Tarimin kehanetler açisindan önemini Kabalaci Kalischer de vurgulamistir. Kalischer, Derishat Ziyyon adli kitabinda Kurtulus'un (Mesihi dönem) iki asamayla gelecegini hatirlatirken söyle diyordu: "Ilk asamada Israil topraklarina dönülmeli ve tarim yoluyla toprak degerlendirilmelidir, sonra dogaüstü (Mesihi) süreç baslayacaktir." 8

    Görüldügü gibi Kutsal Topraklar'a dönüsün "insan eliyle" gerçeklesecegi düsüncesi, hiç de Mesih inancindan vazgeçilip, seküler (din-disi) bir milliyetçilige dönülmesi anlamina gelmiyordu. Tam tersine, Herzl'in uygulamaya baslayacagi bu program, Kabalacilar tarafindan ortaya konmustu ve Mesih Plani'nin yeni bir asamasini olusturuyordu.

    Zaten Kabalacilar, simdiye kadar Mesih'in kehanetlerinin "kendiliginden" olusmasini hiç beklememislerdi ki... Ispanya sürgünüyle birlikte, Mesih'in gelisinin "olmazsa olmaz" sarti olan, yahudilerin dünyanin uçlarina dagilmasi projesini uygulamaya koymamislar miydi? Kabalaci Menasseh Ben Israel, bu projenin bir geregi olarak, "yahudiler Ingiltere'ye ille de girmelidir, yoksa kehanet gerçeklesmez" deyip, soydaslarini "Keher ha-Aretz"e sokmak için elinden gelen herseyi yapmamis miydi? Mesih'in gelisinin asamalari olarak yorumlanan tüm hareketler—Protestanlik, Aydinlanma, Fransiz Devrimi, ideolojiler—hep yahudi önde gelenlerinin önemli katkilariyla gerçeklesmemis miydi?

    Kabalacilar, kehanetlerin "kendiliginden" olusmasini bekleyecek kadar saf degildiler. Belki Plan'in nasil islediginin farkinda olmayan Kabala geleneginden uzak ortodoks hahamlar, kehanetlerin kendi kendine olustugunu ve olusacagini saniyorlardi ama, Kabalacilar çoktandir "tarihin akisina yön verme" ugrasi içindeydiler...

    Laik Siyonistler ve Dindar Siyonistler

    Siyasi Siyonizm teorisi Alkalay ve Kalischer gibi iki Kabalaci tarafindan gelistirildi. Ancak, bu teoriyi hayata geçirerek Israil devletinin temellerini atanlar, Kabalaci olmak bir yana, dindar bile degildiler. Siyonist liderler olarak bilinen bu kisiler, yeni bir yahudi kimligini, seküler (laik) yahudileri temsil ediyorlardi.

    Bu yahudi kimligi, Aydinlanma çaginin ve ardindan gelen yahudi politik esitliginin bir sonucuydu. Kitabin 2. ve 3. bölümlerinde Aydinlanma'nin, onun politik sonucu olan Fransiz Devrimi'nin ve devrimi izleyen yahudi politik esitligi akiminin ardinda, yahudi önde gelenleri ve Tapinakçi gelenegi koruyan masonlar arasinda kurulmus olan Ittifak'in büyük rolü oldugunu incelemistik. Ancak Ittifak'in yönlendirdigi bu süreç içinde Avrupa toplumlari dinden uzaklasirken, bunun kaçinilmaz etkisi yahudi toplumlarinda da görüldü. Aydinlanma, hiristiyanlarla birlikte pek çok yahudiyi de dini inanç ve geleneklerinden kopardi. Yahudi politik esitligi ile birlikte yahudilerin üzerindeki yasal kisitlamalar da kalkinca, eskiden beri hiristiyanlara nefret duygusu ile beslenen dini inançlar da iyice zayifladi.

    Acaba Kabalacilar bu dinden uzaklasma sürecini nasil degerlendiriyorlardi?

    Ilk anda, bu sürecin, Mesih Plani gibi dini içerikli bir hedef pesinde kosan Kabalacilar için büyük bir tehlike oldugu düsünülebilir. Ama konuyu biraz daha yakindan inceledigimizde, olayin hiç de böyle olmadigini görüyoruz.

    Çünkü Kabalacilar için önemli olan, yahudi toplumunun dini inançlarini koruyup-korumamasi, ibadetlerini yerine getirip-getirmemesi degildi. Kabalacilar, Mesih'in gelisini saglamakla ugrasiyor ve bunun için de belirli kehanetleri yerine getirerek bazi politik sonuçlara ulasmak gerektigine inaniyorlardi. Yahudi toplumundan istedikleri de, sözkonusu politik hedeflere uygun davranmalarindan baska bir sey degildi. Bu nedenle yahudi toplumunun üyeleri, "yahudi olmak" bilincini korumaliydilar; ancak bunun dini ya da laik bir biçimde korunmasi farketmiyordu. Hatirlarsak 3. bölümde vurguladigimiz gibi, hahamlar, yahudi toplumuna "inançlarinizdan vazgeçin ama kanunlari uygulayin" tavsiyesinde bulunmuslardi.

    Bu, su anlama geliyordu: "Yahudi olmak" için Tanri'ya inanmak ve dolayisiyla bir "din bilinci"ne sahip olmak gerekmiyordu. "Yahudi olmak", bir "irk bilinci" sayesinde de elde edilebilirdi. Zaten eskiden beri içiçe geçmis olan din-irk birlikteliginde agir basan taraf irk tarafiydi.

    Kisacasi, Kabalacilar açisindan yahudi toplumunun dindar olup-olmamasi bir sorun olusturmuyordu; yeter ki bu toplum yahudi oldugunu unutmasin ve günü geldiginde Kutsal Topraklar'a dönmeye çagrildiginda, bu "irk bilinci" sayesinde Mesih Plani'nin bu önemli asamasina seve seve katilsin.

    Kabalacilarin bu hesabinin dogru oldugu, 19. yüzyilin sonunda dogan Siyasi Siyonizm hareketi ile kanitlandi. Çünkü hareketin liderlerinin hiçbiri dindar degildi; ama daha önemli bir özelligi, "irk bilinci"ni tasiyorlardi. Hareketin en önemli lideri olan Theodor Herzl tamamen din-disi bir egitimden geçmisti ve dinin hiçbir kuralini da uygulamiyordu. Ikinci isim olan Max Nordau ünlü bir ateistti. Siyonist örgütün çekirdek kadrosunu olusturanlarin çogu bu yapidaydilar. Dindar olmayan bu adamlarin hepsi de atesli birer yahudi milliyetçisiydi ve ulusun gelecegini bir "ulusal devlet" kurulmasinda görüyorlardi. Bu "ulusal devlet"in yeri olarak da Filistin'i belirliyorlardi. Tevrat'in emirlerine uyduklari için degil, Tevrat'i yahudi irkinin en önemli kaynagi olarak kabul ettikleri için...
     

    Siyasi Siyonizm hareketinin; Herzl, Nordau, Mandelstamm gibi liderleri dindar degildiler. Ancak bu, yine de onlari M. Tevrat'in emirlerini uygulamaktan ve "seçilmis halk", "Kutsal Topraklar" gibi kavramlari benimsemekten alikoymamisti. Çünkü Tevrat yahudiler için yalnizca bir "din kitabi" degil, ayni zamanda bir "irk kitabi"ydi. Ve Tevrat emirlerini uygulamak  için dindar olmak gerekmiyordu; "irk bilinci"ne sahip olmak yeterliydi. Bu "bilinç" Siyonist liderlerde fazlasiyla vardi. Bu nedenle, Siyon'a dönüs projesini, Kabalaci Alkalay ve Kalischer'in açtigi yolda, dindar Siyonistlerle elele yürüttüler.

    Kabalacilar içinse bu yeterliydi. Onlar zaten Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin organizasyonunu üstlenecek liderler ariyorlardi. Kabalaci Alkalay ve Kalischer projeyi teorik olarak ortaya koymuslardi ve bunu pratige dökmek için de bu yeni enerjik liderler birebirdi: Bu laik ama milliyetçi yahudiler, Alkalay ve Kalischer'in çizdigi rotayi izlemeye karar vermislerdi. Bu isi dine inanarak mi, yoksa inanmadan mi yaptiklarinin ne önemi vardi? Ayrica Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin bu tür kisiler tarafindan yürütülmesi stratejik açidan da son derece uygundu; böylece Mesih Plani'nin büyük bir asamasi olan bu proje, siradan bir milliyetçilik akimiymis gibi uygulanabilirdi.

    Siyonist hareket böyle bir ortamda dogdu. Kimileri bunu Tevrat'ta Mesih'in alametlerinden biri olarak sayilan "Israil'in sürgünleri toplamasi" hareketi olarak, kimileri de—Herzl, Nordau ve benzerleri gibi—bir "yahudi ulus-devleti"nin kurulusu olarak degerlendirdiler.

    Israilli politikaci Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited adli kitabinda, Siyonist hareket içinde hem dindar hem de seküler (laik) yahudilerin yer aldigini ve iki grubun çok verimli bir isbirligi yaptiklarina dikkat çekiyor. Rubinstein, "Siyonist hareketin içinde yer alan farkli gruplari birlestiren ortak bir amaç vardi: Filistin'de yeni bir yahudi toplumu olusturmak" diyor ve seküler ve dindar Siyonistlerin aralarindaki son derece ilginç ortak noktalara deginiyor.

    Bu ortak noktalarin ilki, seküler Siyonistlerin—hatta Nordau gibi ateistlerin bile—ayni dindar Siyonistler gibi Tevrat'a büyük önem vermeleri ve yahudi halkinin degerlerinin Tevrat'a dayali olduguna yürekten inanmalariydi. Bu aslinda Tevrat'in yahudilerce bir "din kitabi"ndan çok, bir "irk kitabi" olarak anlasilmasinin dogal bir sonucuydu. Dönemin ünlü yahudi ideologlarindan Ahad Ha'am, konu hakkinda sunlari yaziyordu:
     

      Hiçbir yahudi, inkarci bile olsa, Kutsal Kitaplari (Tevrat ve diger yahudi kaynaklari) yalnizca edebi bir açidan göremez; onlari ulusal bir bilinç içinde degerlendirir. Içinde onu Tevrat'a baglayan bir his, bir içgüdü vardir. Bu, nesilden nesile, uzak geçmisten gelecege aktarilir.9


    Rubinstein, Ahad Ha'am'in bu düsüncesinin dogrulugunun en iyi ispatinin Siyonist liderlerin tavri oldugunu söylüyor. Çünkü Herzl, Nordau ve onlari izleyen Chaim Weizmann ve David Ben Gurion gibi laik Siyonistlerin hepsi, hiçbir sekilde dindar olmadiklari halde, Tevrat'in tüm politik hükümlerini dikkate aliyorlardi. Rubinstein'a göre, "bu bakis açisi, Siyonistlere Tevrat'i Israil Topraklari'ni ('Eretz Israel') tanimlamak için kullanma olanagini sagladi. Örnegin Ben Gurion, dini kurallari uygulamadigi ve inanç sahibi olmadigi halde, sik sik Tevrat'tan alintilar yapiyordu." 10

    Laik Siyonistlerin bu tavri, onlari kolayca dindar Siyonistlerle isbirligi yapmaya sürüklemis ve iki taraf arasinda ilginç bir ittifak olusturmustur. Rubinstein söyle der:
     

      Dindar Siyonistler açisindan, laik hatta dinsiz Siyonistlerle isbirligi yapmak son derece mantikliydi. Çünkü laikler, her ne kadar inançsiz olsalar da, Tevrat'in emirlerinin iyi birer uygulayicisi olma yolundaydilar ve Yahudilik'in en köklü inançlarindan birini gerçege dönüstürmeye çabaliyorlardi: Sürgünlerin Toplanmasi'ni. Bazi dindarlar daha da ileri giderek, açikça, Siyon'a dönüsün Mesih'in gelisinin baslangici oldugunu ilan ettiler.11


    Kisacasi Siyonist hareketin inançli ya da inançsiz, dini ya da laik, ulusal ya da ilahi kaynakli olmasinin bir önemi yoktu. Önemli olan, Siyon'a dönüs projesinin gerçeklesiyor olmasiydi. Kabalacilar açisindan bu yeterliydi. Zaten yahudi dininin baslangiç noktasi inanç degildi ki... Yahudi dini, "irk bilinci" üzerine kuruluydu ve dinin kurallari da bu irk bilincinin korunmasini hedefliyordu. (Bkz. 3. bölüm) Laik Siyonistler bu irk bilincine dini kurallari uygulamadan da ulastiklarina göre, ortada hiçbir sorun kalmiyordu.
     

    Siyon'a dönüs projesini yalnizca bir "yahudi ulus-devleti"nin kurulusu olarak degil, ayni zamanda Mesih'in gelisinin son kehanetlerinden biri olarak gören "dindar Siyonistler" laik irkdaslari ile elele verdiler. Üstte, Herzl'in kurdugu Siyonist Organizasyon bünyesinde 1903 yilinda Polonya'nin Lida kentinde toplanan Mizrachi Konferasi'na katilan bir grup "dindar Siyonist" yer aliyor. Çogu haham...

    Dindar ve seküler kanat arasinda Siyonist hareketin baslangicinda kurulan bu ittifak daha sonra da devam etti. Büyük çogunlugu seküler olan Israil halki, dinci partilerin Mesih'i getirme ve Büyük Israil'i kurma hesaplarina "irk bilinci" nedeniyle destek verdi. Rubinstein, baslica amaci Israil topraklarini genisletmek ve Mesih kehanetini yerine getirmek olan (ve Araplarin Tevrat emirlerine göre 'soykirim'dan geçirilmesini savunan) dinci/irkçi Gush Emunim partisinin büyük gücünün de bu ilginç destekten kaynaklandigini söylüyor. Israilli yazar, bu ilginç tabloyu da su cümleyle özetliyor: "Bugün pek çok seküler Israilli Tanri'ya inanmaz; ancak Kutsal Topraklar'in kendi irkina Tanri tarafindan verildigini sürekli tekrarlar." 12

    Israil'deki bu ilginç irk bilincini (daha dogrusu saplantisini) 8. bölümde daha ayrintili olarak inceleyecegiz. Ancak simdilik Herzl dönemini incelemeye devam edelim.

    Laik Siyonistler'in, içindeki inanci kabul etmeseler de, yahudi dini geleneklerini kabul etmeleri ve hareketlerine kaynak olarak kabul etmeleri ilginç bir sonuç dogurdu: Siyonist hareket seküler liderlerce yönetiliyordu ama dini kurallara ve özellikle de Kabalacilar'in belirledigi çizgiye (yani Mesih Plani'na) uygun olarak gelisiyordu. Herzl, düsüncelerini gelistirirken Kabalaci Kalischer'in yazdiklarindan çok etkilenmisti. Herzl'in Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adli kitabindaki çogu düsünce, Kalischer'in 1862'de yayinlanan Drishat Zion adli kitapçigindan alinmisti.

    Herzl'in 29 Agustos 1897'de Basel'de topladigi I. Siyonist Kongre'de ilginç mesajlar verilmisti. Herzl, Kongre'de, kuracaklari yahudi devletinin sinirlarini söyle açikliyordu: "Kuzey sinirlarimiz Kapadokya'daki (Orta Anadolu) daglara kadar dayanir. Güneyde de Süveys Kanali'na; sloganimiz Davud ve Süleyman'in Filistin'i olacaktir." Kurmayi hedefledigi devletin sinirlarini, tam da Tevrat'ta dendigi gibi, Orta Anadolu'dan Süveys'e uzatan Herzl'in, kurulacak devletin sloganinin "Davud ve Süleyman'in Filistin'i" olacagini bildirmesi de oldukça anlamliydi. Çünkü, önceden de inceledigimiz gibi, "ikinci yükselis"i gerçeklestirmesi beklenen Mesih'in Hz. Süleyman soyundan olacagina inaniliyordu. Belki de böylece Herzl, kurulmasi için and içtigi devletin Mesih Plani'nin bir asamasi oldugu mesajini veriyordu.

    Siyasi Siyonizm, gerçekte, Kabalaci yahudilerin çizdigi Mesih Plani'nin Kabalaci olmayan yahudiler tarafindan uygulanmasindan baska bir sey degildi. Siyonist liderlerin basvurdugu hangi yöntem ve stratejiye göz atarsak atalim, bunlarin Kabalacilar tarafindan Mesih'in gelisinin alametleri olarak gelistirilen kehanetler oldugunu görebiliyoruz.

    Siyasi Siyonizm'in Bati'nin büyük devletlerinden aldigi büyük destek, bu kehanetlerin en önemlilerinden biriydi.

    Hiristiyan Siyonistler ya da  'Mesih'in Gelisine Gönüllü Olarak Yardim Eden Milletler'...

    Kabalaci Alkalay ve Kalischer tarafindan ortaya atilan Siyasi Siyonizm teorisinde, Mesih Plani'nda var oldugu anlasilan ilginç bir ayrinti vardi: "Diger milletlerin gönüllü olarak bu ise yardim etmeleri." Siyasi Siyonizmle birlikte, Haham Hirsch Kalischer tarafindan yorumlanan Mesih Plani, diger milletlerle ilgili olarak bu kehaneti gündeme getirmisti. The Universal Jewish Encyclopedia söyle diyor:
     
      Siyasi Siyonizm'in ortaya çikmasi ile birlikte Haham Hirsch Kalischer tarafindan gelistirilen teori diger hahamlarca da kabul gördü. Buna göre, Mesih'in dönüs süreci, dogal olaylarla baslayacakti: Yahudilerin Filistin'e yerlesme istegi ve diger milletlerin gönüllü olarak bu ise yardim etmesi ile.13


    Ne ilginç, Israil Devleti'nin kurulusu ayni Kalischer'in bildirdigi kehanetteki gibi oldu... Diger milletler "gönüllü olarak Mesih'in gelisine yardim" ettiler. Herzl ve "laik" arkadaslari da Kabalacilar'in verdigi dersi iyi çalismislar olsa gerek, Siyonizm hareketini "gönüllü olarak destekleyecek" güçler aradilar.

    Buldular da... Bu "gönüllü yardim"in ardinda da "Hiristiyan Siyonistler" olarak tanimlanan yeni tür Püritenler geliyordu. Bunlar, yahudilerin bekledikleri Mesih'lerine kavusmalari için çirpiniyorlardi. Protestanlik'la baslayan, Püritenlik'le gelisen "yahudilesme" sürecinin ürünleriydiler.

    Kitabin ilk bölümünde inceledigimiz ve "yahudilerin beklenen Mesih'lerine kavusmalari için dua eden" William Eugene Blackstone, bu "Hiristiyan Siyonist"lerin yalnizca biriydi. Judaica, "Hiristiyan Siyonistler"le—ya da "Mesih'in gelisine gönüllü olarak yardim edenler"le—ilgili olarak su bilgileri veriyor:
     

      Yahudilerle Kutsal Topraklar arasindaki tarihsel iliski, yahudi geleneginde oldugu gibi, hiristiyan geleneginde de önemli bir yer tutar. Bu nedenle, yahudilerin eski topraklarina geri dönüs projesi olan Siyonizm, özellikle Püriten devrimi ile birlikte Eski Ahit'e ve yahudilere büyük ilgi duymus olan Ingiltere'de büyük destek gördü... 'Hiristiyan Siyonizmi' hiristiyanlarin Siyonizm hareketine verdigi aktif destege konulan addir. Bu destek 19. yüzyilin ikinci yarisinda güçlü bir sekilde gelisti ama Hiristiyan Siyonizmi, teolojik düsünce ve Mesihi beklentilere dayanan uzun bir tarihi kökene dayaniyordu. 1917'de Ingiliz Hükümeti'nce yayinlanan ve Siyonizme tarihi bir destek veren Balfour Deklarasyonu, Hiristiyan Siyonizminin bir örnegidir. Deklarasyonun ardinda, politik nedenlerin yaninda, Lloyd George ve Balfour gibi isimlerin dini motivasyonlari da büyük rol oynamisti. Teolojik köken: Reformasyon döneminden bu yana, Kutsal Kitap'taki kehanetlere bagli olarak yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmelere gerektigi düsüncesi, dindar Protestanlarda ve özellikle Ingiliz Püritenlerinde büyük kabul gördü.  Dinde Restorasyon hareketi, 16. yüzyil Ingilteresi'nden diger Avrupa ülkelerine yayildi ve özellikle 17. yüzyilin ardindan Amerika'da güçlendi. Kimi zaman Restorasyon hareketin önde gelenleri, devlet baskanlarindan yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmeleri için politik çaba göstermelerini istediler. Bu girisimleri 19. yüzyila kadar pratik bir sonuç dogurmadi. Ama bu yüzyilda hareketin yapisinda bazi degisiklikler olustu ve bu hiristiyanlarin, yahudilerin Israil Topraklari'na dönüsleri yönündeki motivasyonlari daha da güçlendi. 19. yüzyilda dogan bazi Protestan mezhepleri, yahudilerin Kutsal Kitap'taki kehanete uygun olarak Kutsal Topraklar'a dönmeleri gerektigi düsüncesini, teolojilerinin temeli haline getirdiler. 1830'da Ingiltere'de John N. Darby tarafindan kurulan 'Plymouth Brethren' (Plymouth Kardesligi) mezhebi, tüm Kutsal Kitap kehanetlerinin, yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi üzerine kuruldugu doktrinini kabul etti. Buna göre, Isa Mesih'in ikinci gelisinin ardindan, Isa ve ona baglanan yahudiler, Kudüs'ten tüm milletleri yöneteceklerdi. Çogu Köktenci Protestan kilisesi, bu düsünceyi kabul etti ve bugüne dek korudu.14


    Iste Protestanlari, "Siyonist" yapan düsünce buydu. Protestanlar, Eski Ahit'e baglanirken, Mesih inancini ve yahudilerin dünyayi "yönetme" hakkina sahip olduklarini da kabul etmislerdi, yalniz bir farkla: Ilk bölümde de vurguladigimiz gibi Protestanlar, yahudilerden farkli olarak, Beklenen Mesih'in Hz. Isa olduguna inaniyorlardi. 1. bölümde de inceledigimiz Protestan düsüncesine göre, yahudiler kehanetteki sartlari yerine getirdikten—yani, Kutsal Topraklar'da devlet kurup, Kudüs'ü ele geçirip, Tapinak'i insa ettikten—sonra, Beklenen Mesih Hz. Isa gelecek, yahudiler onu bu kez kabul edecekler ve diger milletleri Beklenen Mesih Hz. Isa'nin önderliginde Kudüs'ten yöneteceklerdi. Protestanlar, dünyayi yahudilerin yönetmesiyle birlikte, kendilerine de iyi davranacaklarina ve kendilerinin de çok büyük zenginlige kavusacaklarina inanmislardi.

    Ama yahudilerin bekledigi Mesih, Hz. Isa degildi. Onlar Hz. Isa'ya inanmiyorlardi. Zaten onu öldürmeye çalismislardi, bu hareketlerinin ardindan da inançlarinda hiçbir degisiklik olmamisti. Ama yahudi önde gelenleri, görünen o ki, Protestanlarin bu "aykiri" düsüncesine pek ses çikarmadilar. Ve Protestanlarin, Mesih Plani'na destek olmalarini zevkle seyrettiler.

    Judaica'dan "Hiristiyan Siyonistler"i ögrenmeye devam ediyoruz:
     

      1844'de Ingiltere'de, 'Elpis Israel' kitabinin yazari olan John Thomas tarafindan 'Christadelphians' adiyla yeni bir Protestan mezhebi kuruldu. Mezhep, açikça yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi gerektigini savunuyordu. Daha sonra yahudilere fiili destek de sagladi, Siyonizm'in öncülerinden Hibbat Zion hareketine yardimda bulundu. Amerika'da Joseph Smith tarafindan 1830'da kurulan Mormonlar da, yahudilerin Israil topraklarina dönmesini, Mesih'in gelisinin bir sarti olarak savunacakti. 1841'de Mormon misyoneri Orson Hyde, Kudüs'e yollandi. Hyde, burada 'Siyonist' bir dua etti ve tüm Kutsal Topraklar'in yahudilere ait oldugunu Zeytin Dagi'ndan asagiya bagirarak ilan etti.  1830'da Amerika'da dogan 'Adventist' mezhebi, zamanla çesitli kollara ayrildi. Bu fraksiyonlarin çogu da, yahudilerin Israil topraklarina dönmelerini savundu, bazilari merkezlerini Israil'e tasidilar.15
    Hiristiyan Siyonizmi, Protestanlar'in, Katolikler'den farkli olarak, M. Tevrat hükümlerini harfi harfine kabul etmelerinin sonucunda dogdu. Bu akimi baslatan Protestanlar, Kutsal Topraklar'in yahudilerin mülkü olduguna yürekten inandilar ve onlari döndürmek için çaba gösterdiler. Hiristiyan Siyonistlerin en ünlülerinden biri ise Ingiliz Disisleri Bakani Arthur Balfour (üstte, ayakta) idi.

    Protestanlik'taki bu "Siyonist" etkinin, yalnizca bazi radikal gruplari kapsadigi sanilabilir. Böyle degildir, "Hiristiyan Siyonizmi", çok sayida Protestan devlet adamini etkilemistir:
     

      19. yüzyil boyunca, farkli ülkelerden çok sayida hiristiyan politikaci, yalnizca politik kararlarinin bir sonucu degil, ayni zamanda dini inançlarinin bir geregi olarak, yahudilerin Israil topraklarina dönmesi için aktif girisimde bulundu. Akla gelen örneklerden biri, Shaftesbury Kontu Lord Anthony Ashley Cooper (1801-1885), yahudilerin Ingilizlerin korumasi altinda Filistin'e yerlestirilmeleri için detayli bir proje hazirlamis ve bunu Avrupa ve Amerika'nin tüm Protestan devlet adamlarina sunmustu.  Ingiliz mistigi Laurence Oliphant, Rusya'dan Filistin'e giden ilk yahudi göçmenlere yardim etmis ve 'Hibbat Zion' hareketine yardim için Londra'da etkili bir hiristiyan grup kurmustu.16


    Judaica, daha pek çok "Hiristiyan Siyonist" sayiyor. Kitabin ilk bölümünde inceledigimiz Amerikali William Eugene Blackstone, Ingiliz Subayi Colonel George Gawler, Italyan politikaci Benedetto Musolino, Kizil Haç'in kurucusu Jean Henri Dunant, Ingiliz sanayici Edward Cazales ve daha pek çok ünlü isim.17

    Hiristiyan Siyonizmi'nin Püriten Gelenegi

    "Hiristiyan Siyonistler", yani yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönüs projesine gönülden destek veren Protestanlar, tarihte baska hiçbir örnegi olmayan bir sey yapiyorlardi: Bir dinin baglilari, büyük bir arzu ve heyecanla bir baska dinin baglilarinin isteklerini yerine getiriyordu... Bu bir çilginlikti kuskusuz ve kaynagini da 17. yüzyilda dogmus ola bir baska çilginliktan, Püriten geleneginden aliyordu.

    Püritenleri kitabin 1. bölümünde incelemis ve Mesih Plani'nin "yahudileri dünyanin dört bir yanina dagitma" projesine büyük destek verdiklerini görmüstük. Ingiltere'nin Püriten diktatörü Cromwell, Kabalaci Menasseh Ben Israel'in istekleri üzerine, kehaneti tamamlamis ve "yahudisiz" tek ülke olan Ingiltere'ye (Keher ha-Aretz) yahudileri kabul etmisti. Püritenlerin daha sonra Amerika'da da büyük bir misyon yüklendiklerini ve "judaizer" (yahudici/yahudi sempatizani) çizgisini ABD'nin temeline yerlestirdiklerini incelemistik.

    Püritenlerin Ingiltere'deki misyonlari ise Cromwell iktidarinin bitmesiyle son bulmadi. Ünlü Ingiliz yazar Karen Armstrong, Holy War (Kutsal Savas) adli kitabinda, Püritenlerin yahudileri Kutsal Topraklar'a götürme hevesini 1600'lü yillardan sonra da ayni canlilikta koruduklarini anlatir. Hatta, Püritenler, yahudilerin Kutsal Topraklar'a gitmelerine henüz daha 1649'da, yani Ingiltere'ye kabul edildikleri yil aracilik etmek istemislerdir. Anlasilan "dünyanin dört bir tarafina yayilma" kehanetinin gerçeklestigini görür görmez, Mesihi dönemi baslatmak için sabirsizlanan Püritenler, yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönme zamaninin geldigini sanmislardi. Ancak Kabalacilar bu kadar sabirsiz ve saf degillerdi kuskusuz; zamanin daha gelmedigini ve yapilacak daha çok is oldugunu biliyorlardi. Armstrong'un ifadesiyle, "yahudiler eger o zaman Kutsal Topraklar'a hemen dönmeye kalksalardi, kuskusuz gerisin geriye oradan kovulurlardi." 18

    Iste o tarihten sonra Püritenler, sürekli olarak yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönecegi günü beklemeye basladilar ve bu ise de ellerinden geldigince katkida bulunmaya çalistilar. Öyle ki, 1666 yilinda patlak veren Sabetay Sevi olayi bile Püritenler arasinda büyük heyecan uyandirdi. Sevi fiyaskosunun ardindan yahudi toplumu Kutsal Topraklar'a dönüs konusunda daha "temkinli" davranmaya basladi, oysa Püritenlerin yahudileri Kutsal Topraklar'a döndürme heyecanlari hiç sönmedi. Armstrong söyle diyor:19
     

      Bu (Sevi olayi) bile, yahudilerin Siyon'a dönmesi gerektigini savunan Ingiliz Protestanlarini bu düsüncelerinden alikoymadi. Çünkü onlar yogun bir Eski Ahit egitiminden geçmislerdi ve Filistin'i yahudilere ait bir toprak olarak görme isteklerinden vazgeçmiyorlardi... Böylece 18. yüzyilda bir tür 'yahudi-olmayan Siyonizm' (non-Jewish Zionism) Ingilizler arasinda yerlesik hale geldi... Bu bakis açisi, bugün Ortadogu'da yasanan trajedide de büyük rol oynamaktadir.20


    Ingiltere'de 18. yüzyilda gelisen "yahudi-olmayan Siyonizm"in en çarpici örneklerinden biri, 1704 yilinda Nathaniel Crouch tarafindan kaleme alinan Two Journeys to Jerusalem (Kudüs'e Iki Yolculuk) adli kitap oldu. Crouch, Robert Burton takma adini kullanarak yazdigi kitapta, Kutsal Topraklar'a yaptigi iki yolculugundan edindigi izlenimleri aktariyordu. En çok üzerinde durdugu ve de en çok yanki uyandiran bölüm ise Filistin'in kuru bir çöl haline geldiginden söz ettigi bölüm oldu. Çünkü yazar, Kutsal Topraklar'in Eski Ahit'te "süt ve bal diyari" olarak anlatildigini hatirlatiyor, ancak o gün içinde bulundugu durumun, M. Tevrat'in bu tarifiyle büyük bir zitlik tasidigini söylüyordu. Bu çarpik durumun tek nedeni ise bu topraklarin, gerçek sahiplerinden, yani yahudilerden alinmis olmasiydi. Crouch, Kutsal Topraklar'in yeniden bir "bal ve süt" diyari olabilmesini, bölgenin yeniden yahudilerin eline geçmesi sartina bagliyordu. Crouch'un bu kitabi o dönemde Ingiltere'de (defalarca yeniden basilarak) çok popüler oldu ve Ingiliz toplumunun Kutsal Topraklar'a bakis açisini da büyük ölçüde etkiledi.21

    Iste Püriten gelenekten gelen bu yahudi sempatizani etki, 20. yüzyila gelinirken Hiristiyan Siyonizmi'ni dogurdu. Hiristiyan Siyonistler'in en ünlülerinden biri olan Ingiliz milletvekili Josiah Wedgwood'un görüsleri bu ilginç akimin düsünce yapisini anlamak için iyi bir örnek sayilabilir. Püriten bir aileden gelen Wedgwood, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulmasi için elinden geleni yapmis, bu konuda ünlü irkçi Siyonist Jabotinsky'le ayni noktalara varan bir radikalizm sergilemis ve yahudilerin silahli mücadelesini savunmus bir parlamento üyesiydi. Yahudi Devleti'nin kurulusuna destek bulabilmek için Amerika'ya giderek Baskan Wilson'la görüsmüs ve Amerika'yi Ortadogu denklemine daha o zamanlarda güçlü bir biçimde sokmaya çalismisti. Hiristiyan Siyonizmi'nin mantigini anlamak için kusursuz bir örnek olan Wedgwood, 19. yüzyilda "yahudilesme" çerçevesinde gelisen Anglo-Sakson irkçiligini da tamamen benimsiyordu. Wedgwood'un "Tanri'nin kendi Seçilmis Halki ile yaptigi ahitin bir yaninda yahudiler, öteki yaninda Anglo-Saksonlar yer alir" 22 ya da "yahudilerin Filistin'i almasiyla Siyon'dan yeni bir isik dogacak" 23 gibi sözleri, Püriten kaynakli Anglo-Sakson düsüncesinin duygusal ifadeleridir.

    Ingiliz ve Amerikan gelenegindeki bu yahudi sempatizanligi, Siyonizm'in bu iki güç tarafindan neden bu denli desteklendiginin cevaplarindan biridir.

    Bir baska ünlü "Hiristiyan Siyonist" ise Winston Churchill'di. "Ben de bir Siyonistim" diyen Churchill, yeni kurulan Israil Devleti'ni Britanya'nin koruyucu kanatlari altina almak istemisti. Salom söyle anlatiyor:
     

      Ingiltere'de yeni yayinlanan bir kitaba göre, ünlü Ingiliz devlet adami Winston Churchill, Israil'i 'Britanya Devletler Toplulugu' (British Commonwealth) üyesi yapmak istiyordu. Martin Gilbert imzali ve Churchill'in yasamini anlatan kitaba göre, 1955'de Churchill basbakanlik görevinden istifa etmeden önce yeni basbakan Anthony Eden'e yazdigi bir yazida Israil'in dünya çapinda bir güç oldugunu ayrica ABD ile köprü görevi yaptigini söylemis... Daha sonra ise ABD Baskani Eisenhower'a yazdigi bir mektupta Churchill, Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana kendisinin de bir Siyonist oldugunu, Israil'in dünyanin her yerinde saldirilara ugrayan yahudiler için vazgeçilmez bir siginak ülke oldugunu söylemis. Israil'in Britanya Devletler Toplulugu'na girme fikri, Israil Basbakani David Ben-Gurion tarafindan da destek görmesine ragmen Ingilizler, Churchill'in önerisini, Araplarin tepkisinden çekindikleri için bir daha gündeme getirmediler.24


    Bu arada Churchill'in bu "Siyonist"liginin ardinda masonlugunun da rol oynamis olabilecegini hemen hatirlatalim...25

    Böylesine yahudi sempatizani bir kültürden çikacak olan sonuç, Siyonizm'in desteklenmesinden baska bir sey degildi. Kabalacilar'in kehaneti dogru çikmis ve Mesih'in gelisinin ilk asamasi olan Kutsal Topraklar'a dönüs projesi, "bu ise gönüllü olarak yardim eden milletler" araciligiyla baslatilmisti. Ancak Kutsal Topraklar "kurtarilmadikça", Hiristiyan Siyonistlerin destegi fazla bir sey ifade etmezdi.

    Ilk Engel: Osmanli Sorunu

    Herzl ve arkadaslari, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için kollari sivadiklarinda, karsilarinda çözülmesi gereken en önemli problem, Filistin'in Osmanli Imparatorlugu sinirlari içinde bulunuyor olmasiydi. Kutsal Topraklar, Osmanli'dan "kurtarilmadikça" bir Yahudi Devleti kurulamazdi.

    Bunun için Herzl, bilindigi gibi Osmanli Sultani Abdülhamid'le defalarca görüstü ve Kutsal Topraklar'in yahudilere birakilmasini istedi. Bunun karsiliginda, basta Rothschild olmak üzere kendisini destekleyen Avrupali yahudi finansörlerin yardimiyla, Osmanli'nin ekonomik açmazini düzeltmeyi vaad etti. Herzl'in anilarinda da belirttigine göre, Abdülhamid tüm bunlari reddetti ve Herzl'i son derece sert bir cevapla tersledi. Islam Halifesi, "Ben bir karis bile olsa toprak satamam. Bu vatan bana ait degil milletime aittir. Benim milletim bu imparatorlugu savasta kanlarini dökerek kazanmislar, onu kanlari ile verimli kilmislardir" dedi.

    Abdülhamid'in verdigi bu tutarli cevap, bir anda verilmis bir karara dayanmiyordu. Osmanli Sultani, uzun bir süredir Siyonist hareketi izliyordu ve hareketin Devlet-i Ali için tasidigi tehlikenin farkindaydi:
     

      Washington, Berlin, Viyana, Londra, Paris büyükelçilerimiz tayin edildikleri ülkelerde, Padisahin özel emriyle, Siyonizm hakkinda bilgi toplarlar ve bu bilgileri raporlar halinde Bab-i Ali'den önce Mabeyn'e sunarlardi. Sefirler kah bulunduklari ülkelerdeki Musevi ileri gelenleriyle görüsme yaparak, kah Siyonist Kongrelerine hafiye yollayarak, Siyonizm gelismesini izlerlerdi. Bu hususta, bir kopyasi saraya digeri de Babiali'ye olmak üzere Avrupa gazete ve dergilerinde Siyonizm hakkinda çikan yazilarin küpürlerini Türkiye'ye yollamaktan kaçinmazlardi. Bu bilgiler Istanbul'da degerlendirilir, ülkenin dis politikasina yön vermek üzere kataloglanirdi. Tahsin Pasa, bu hususta sarayin ne denli düzenli ve hizli çalistigini belirtmisti. Belgeler düzenlenip incelendikten sonra Ikinci Abdülhamid, Siyonizm'e karsi tespit edilecek politikanin ana hatlarini bizzat kendisi çizmisti.26


    Basel'de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresine ise gözlemci olarak Ahmet Tevfik Pasa yollanmisti:
     

      Ahmet Tevfik Pasa Bab-i Ali'ye yolladigi raporunda Yahudilerin Filistin'de büyük bir devlet kurmayi tasarladiklarini yazmisti. Filistin'e yerlesen Siyonistlerin yayilma ve genisleme siyaseti güdecegine, Hariciye Nezaretinin dikkatini çeken Ahmet Tevfik Pasa Kongre'deki Yahudi konusmacilarin sözlerinde temkinli olduklarini, Yahudi milletinin hayati meselelerinden bahsederek ana amaçlarini gizlediklerini kaydediyordu. 27
    Ama Abdülhamid'in izledigi bu temkinli politikaya ragmen, Herzl'in basini çektigi Siyonist hareket kendisine Istanbul'da ilginç destekler buldu. Osmanli baskenti "judaizer" insanlarla doluydu. Cavit Bey, Nuri Bey gibi saray görevlileri Herzl için lobi yaptilar. Herzl'e destek olan Abdülhamid'in sekreteri Izzet Bey ise masondu, ayni zamanda Herzl'den rüsvet de almisti.

    Bütün bu lobi çalismalarina ragmen, Herzl'in Abdülhamid'le ilk dogrudan görüsme çabasi basarisizlikla sonuçlandi. Istanbul'u terketmeye karar verdigi gün kendisine daha önce yardimci olan Hariciye Nezaretinden Nuri Bey'in bas tercümani yahudi dönmesi Davud Bey'le tanisti. Davud Bey de amiri Nuri Bey gibi Herzl'e Osmanli'yi kendilerine muhtaç bir hale getirmelerini, ancak imparatorluk yikilinca Yahudi devletinin tam bagimsizligini kazanacagini söyledi.28 Herzl bu fikirleri Avrupa'ya döndügünde düzenledigi toplantilarda Dünya Siyonist Örgütü üyelerine de aktardi. Daha sonraki gelisinde Abdülhamid'le görüsüp terslenen Herzl, günlügünde saraydan ayrilisini söyle tarif edecekti: "Son selamlasmalar ve Ali Baba ve Kirk haramiler magarasindan çiktim..."

    Osmanli Sorununun Çözümü ve Jön Türkler

    Herzl, Filistin'e dönüs projesinin kesin sarti olan Kutsal Topraklar'i Osmanli'dan kurtarma planinin, "ikna" yoluyla gerçeklesmeyecegini anlamisti. Bu durumda Kutsal Topraklar'i Osmanli'dan daha baska yöntemlerle almak gerekiyordu. Imparatorlugun parçalanmasi, ya da en azindan Ortadogu'dan çekilmesi bu noktada kaçinilmaz bir sart olarak belirdi.

    Herzl ve diger yandaslari bu durumda ne yapabilirlerdi? Öncelikle, kuskusuz Abdülhamid'in tasviyesi gerekiyordu. Çünkü, Kutsal Topraklar'i Siyonistlere vermeyen oydu. Abdülhamid, Kutsal Topraklar'in Islam topragi olduguna kusku duymuyordu. Osmanli'yi bir Islam Devleti olarak sürdürmeye de kararliydi. Osmanli Sultani, herseyden önce "ilkesel" nedenlerle Kutsal Topraklar'in Siyonistlere birakilmasina karsiydi.

    Ama eger bu tür ilkelere sahip olmayan ve devleti bir "Islam birligi" temeli üzerine dayandirmaya çalismayan bir kadro iktidara geçerse, durum elbette degisirdi. Filistin'i Islam topragi olarak degerlendirmeyen bu tür bir kadro, bazi pragmatik nedenlerle, bu topragi Siyonistlere vermeye razi edilebilirdi. Hatta bu tür bir kadro, pan-Islamizm düsüncesinden uzak oldugu için, tüm Ortadogu'yu kaybetmeye Abdülhamid'den çok daha kolay sürüklenebilirdi.

    Herzl, isbirligi yapabilecegi böyle bir kadro buldu. Abdülhamid tarafindan terslenmesinin ardindan günlügüne söyle yaziyordu: "Halen bir tek plan aklima geliyor. Sultan'a karsi bir kampanya açmali, bu is için de sürgün edilmis prensler ve Jön Türkler'le temas kurmali." 29

    Hezl'in aklina gelen kisa sürede uygulamaya kondu. Yahudi önde gelenleri, Jön Türkler'le çok ama çok yakin iliskiler kurdular.

    Jön Türkler'in yahudilerle olan iliskileri üzerine hem Türk, hem de yabanci, özellikle de Ingiliz kaynaklarinda çok yazilip-çizilmistir. Son derece açik olan baglanti, esas olarak rengini, Jön Türkler"in merkez olarak Selanik'i seçmelerinde belli eder. Burada çok sayida yahudi önde geleni Jön Türkler'e katilmis ya da destek vermistir. Kendisi de bir Jön Türk olan yahudi tarihçi Avram Galante'nin yazdigina göre, çok sayida Selanikli yahudi—ki sehir nüfusunun yarisindan çogunu onlar olusturmaktadirlar—Jön Türkler'e büyük destek vermislerdir:
     

      Rafael Benuziyar, Selanik'te eczaciydi. Eczanesi Jön Türklerin bulusma yeri idi. Bundan baska Idare-i Hamidiyece süphe altinda bulunan Jön Türklerin haberlesmesi Benuziyar vasitasiyla gelir, giderdi. 22 Temmuz 1908 senesi aksami, yani Mesrutiyetin ilan edilecegi günün öncesi, Selanik duvarlarina bildiri yapistiranlardan ve bunlari evlere dagitanlardan biri olmustur. Aser ve Avram Salem Kardesler, Fransa'ya kaçarak Jön Türk hareketine destek vermeye devam etmislerdir. Leon Gatezno da Fransa'da Jön Türkler lehine büyük faaliyetler yapmistir. Selanik manifatura tüccarlarindan olan Tiamo, Selanik'teki Jön Türk grubuna büyük hizmetlerde bulunmus ve servetini Jön Türklerin emrine vermistir. 30


    Yahudiler'in Jön Türkler'e verdigi destek, bir baska yahudi tarihçi Isaiah Friedman tarafindan da vurgulanir. Friedman, Joseph Naor, Haham Jacob Meir, Nissim Russo, Nissim Mazliyah gibi isimlerin önemine dikkat çeker. Özellikle de ünlü bir ismi, Emmanuel Karasso'yu vurgular. Friedman, sözkonusu kisilerin islevini söyle açiklar: "Karasso, Mazliyah ve Russo'nun görevi Türk politikacilari Siyonizmden çekinmenin gereksiz olduguna inandirmak, bunlari davalarina kazandirmaktir... Bunlar kisa sürede amaçlarina ulastilar. Ahmet Riza, Enver ve Talat'i kazandilar." 31

    Jön Türkler'in yahudilerle olan iliskisi, daha pek çok kaynakta ayrintili olarak incelenmistir.

    Jön Türk hareketinin Siyonistlerle bu denli içli-disli olmasinin yaninda bir özelligi daha vardir. Hareket, mason localariyla da içiçedir. Hareketin Selanik'te kurulu olan Macedonia Risorta ve Veritas localariyla yakin iliski içinde, hatta neredeyse "özdes" oldugu bilinen bir gerçektir. Türk masonlarinin "Büyük Üstad"larindan Kemalettin Apak, "Selanik'teki Macedonia Risorta ve Veritas locasinin Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin gelismesinde ve Mesrutiyet'in ilaninin temin edilmesinde de mühim rolleri olmustur. Ittihat ve Terakki Cemiyeti, bu localardan büyük bir kuvvet almistir" diye not ediyor.32

    Ayni konuya tarihçi Prof. Tarik Zafer Tunaya da isaret eder:
     

      Masonluk, Osmanli toplum kosullari içinde kendiliginden olusmadigi için, tamamen ithal malidir. Kuruculari yabanci tebaadan (levanten) kisilerdir. Localarin büyük kisminda tek Türk ve Müslüman üye yoktur, tümüne yakin çogunlugu yabanci dilde çalismislardir. Bu durum 1900 yilindan itibaren degismeye baslayacaktir. Masonluk tarihine göz gezdirilince, büyük ihtilal ve devrim hareketleri önderlerinden çogunun Mason olduklari saptanabilir. Osmanli Imparatorlugu'nda ilk 'hürriyetçi ve mesrutiyetçi' akimlarin kalkis noktasinda Mason örgütünün bulundugunu söylemek tarihsel gerçeklere aykiri düsmez. Tanzimat Ricalinin (devlet adamlarinin) çogu Masondur. (Fuat Ali Pasalar, Mustafa Resit Pasa) Yeni Osmanlilar ve Birinci Mesrutiyet seçkinleri de siyasal egilimlerini Loca'larda gelistirmislerdir. (Mithat Pasa, Ziya Pasa, Namik Kemal, Ali Suavi, Sinasi, Ibrahim Hakki Pasa, Sadullah Pasa, 5. Murat, kardesleri Sehzade Nurettin ve Kemalettin Efendiler, (mabeyinci) Bestekar Ali Haydar Bey, Ali Sefkati Bey ile ayni locaya üyedir.) 33


    Ilginç olan önce Jön Türkler'le, daha sonra da Ittihat ve Terakki ile içli-disli olan localarin, asil olarak yahudilerin egemenliginde olmasidir. Türk masonlarinin "büyük üstad"larindan Rifat Insel, konuyu söyle açiklar:
     

      Veritas Locasi'nin resmi kurulusu 17 Eylül 1904'te kutlandi. Kurucu üyelerden, Üstad-i Muhterem Yitzhak Vita Modyano, 1. Nazir Yitzhak Rabeno de Botton, 2. Nazir Yakob M.Mosseri, hatip David Josef Kohen, katip Pol Yitzhak Modyano ve geri kalanlarinin tümü, Selanik'in Musevi cemaatine mensuptu. Bunda sasilacak bir sey yoktur. 20. yüzyilin baslarinda Selanik nüfusunun yarisindan fazlasinin Musevi oldugu bilinen bir gerçektir. Museviler sadece çogunluk olmaktan baska, maddi durumlarinin parlakligi, ögrenim düzeylerinin yüksekligi ve Bati'dan gelen pozitivist düsüncelere ileri derecede açik oluslari ile temayüz ediyorlardi. Böyle bir ortamin mason atölyelerinin yerlesmesi için çok elverisli olacagi kuskusuzdur.34

    Abdülhamid'in Tahttan Indirilisi

    Tüm bunlar, Osmanli içindeki önde gelen ve Siyonist harekete destek veren yahudilerin, aynen Herzl'in planladigi gibi Abdülhamid'i tahttan indirme yolunda Jön Türkler'le isbirligi içine girdiklerini açikça gösteriyor. Dönemin sartlarinin, Siyonistlerle Jön Türkler arasinda bir tür dogal ittifak olusturdugunu söyleyebiliriz.

    Bu dogal ittifakin çesitli dayanaklari vardi. Herseyden önce, her iki taraf da Abdülhamid'in tahttan indirilmesini olmazsa olmaz sart olarak görüyordu. Büyük maddi imkanlara sahip Siyonistlerle güçlü bir organizasyona sahip olan Jön Türklerin birlesmesi, etkili bir güç olusturmustu. Jön Türkler'in, Selanikli yahudilerin araciligiyla, Viyana, Budapeste ve Berlin, Paris ve Londra'daki sermayedarlarla baglanti kurduklari ve finansman sagladiklari da bilinmektedir.35

    Siyonistler, Jön Türkler'i ideolojik yönden de olumlu buluyorlardi. Çünkü Rifat Insel'in vurguladigi gibi, Bati'nin "pozitivist" ögretileri üzerine kurulu olan localarda yetisen Jön Türkler, hiçbir Islami kimlik tasimiyorlardi. Dolayisiyla, iktidara geldiklerinde bir Islam Birligi degil, "ulus-devlet" kurmaya yönelik davranacaklari belliydi. Böylesi bir iktidardan Kutsal Topraklar için taviz istemek ise zor olmayacakti. Ayrica Jön Türkler'in bu seküler (din-disi) yapisi, yalnizca Kutsal Topraklar'in alinmasi açisindan degil, yahudi önde gelenlerinin tercih ettikleri devlet ve toplum modeline uygun olmasi yönünden de onay almisti.

    Bu ortam içinde Abdülhamid'e karsi gelisen muhalefet, asil büyük icraatini 31 Mart Ayaklanmasi ile gerçeklestirdi. Sözde ayaklanmayi bastirmak için Makedonya'dan Istanbul'a gelen Hareket Ordusu, isyani bahane ederek Abdülhamid'i tahtindan indirdi. Böylece dogal ittifakin önündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. Abdülhamid'i tahtinda indiren Hareket Ordusu komutani Mahmut Sevket'in kisiligi ise "dogal ittifak"in rolünü yansitmasi açisindan ilgi çekiciydi. Çetin Yetkin, Türkiye'nin Devlet Yasaminda Yahudiler adli kitabinda, Mahmut Sevket'in geçmisindeki ilginç bir baglantiyi not ediyor:
     

      ... Bagdat Valisi oldugu siralarda Mithat Pasa'nin, öksüz kalinca sahip çikip ilk egitimini bir Yahudi okulunda (Alliance Universal Israelit=Evrensel Yahudi Birligi) yaptirttigi Mahmut Sevket, yillar sonra Mahmut Sevket Pasa olarak Hareket Ordusunun basinda Istanbul'a girecek ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinde en önemli rollerden birini oynayacaktir ki, Galante bunu, Mithat Pasa'nin öcünün alinmasi olarak degerlendiriyor.36


    Abdülhamid'in tahttan indirilisindeki "yahudi faktörünü" gösteren daha da ilginç isaretler vardir. Padisaha tahttan indirildigini haber vermeye giden dört kisilik heyetin içinde, Selanik localarinda Jön Türkler'e destek veren yahudilerin basinda gelen Emmanuel Karasso da vardir:
     

      Sultan'a durumu bildirmeye gelen heyet dört kisiden olusuyordu. Esat Toptani, Arif Hikmet Pasa, Ermeni Aram Efendi ve Emmanuel Karasso'ydu. Abdülhamid en çok bu heyet içersinde Emmanuel Karasso'nun yer almasina üzülmüstü. Sürgüne gönderildigi Selanik'te muhafizligiyla görevli yüzbasiya bu durumla ilgili olarak sunlari söylemisti. 'Bana en çok dokunan, bu Mason taslagi Yahudi'nin hal kararini teblig edisi olmustur. Yildiza gelen mebuslar heyetinde Emmanuel Karasso'yu hiç unutamiyorum. Bu suretle makam-i hilafet'e hakaret edilmistir. Yahudilerin, Hazreti Peygamber zamanindan beri Sadr-i Islam'a ve Makam-i Hilafet'e karsi duyduklari kin ve nefret cümlenin malumudur. Ben Osmanli tahtinda iken Siyonistlik davasi için bir gün huzuruma Beynelmilel Yahudi Teskilatinin kurucusu Theodor Herzl ile hahambasi gelmislerdi. Bunlari Yildiz Sarayi'nda kabul etmis ve maksatlarini dinlemistim. Her ikisi Yahudiler için bir yurt dileginde idiler. Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardi. Hatta o Theodor Herzl, Zat-i Hasmetpenahileri'ne arz ederim ki Kudüs için her kaç milyon altin tensip buyursaniz, derhal takdime amadeyiz, demisti... Makam-i Saltanatimiz'a bu iki Yahudi rüsvet teklifi cesaretinde bulunmuslardi. Terkedin burayi, vatan parayla satilmaz! diye bagirmistim. Iste bundan sonra Yahudiler, bana düsman oldular. Simdi burada Selanik'te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyisimin cezasidir'.37


    Halife'nin tahttan indirilisinin ardindan iktidari ele alan Ittihatçilar, kisa süre içinde kendilerinden beklenen ilk icraati yerine getirdiler ve Abdülhamid'in koydugu Filistin'e yahudi göçü yasagini kaldirdilar:
     

      Abdülhamid'in tahttan indirilmesiyle Ittihatçilar faaliyetlerini sürdürmede büyük bir rahatliga kavustular. Ilk is olarak Abdülhamid döneminde Siyonist faaliyetlere getirilen kisitlamalar kaldirildi. Meclis'ten geçirilen kanun veya kararnamelerle Siyonistlerin Filistin'deki faaliyetlerine büyük kolayliklar getirildi. Hükümet yetkilileri Yahudilerin Filistin'deki yerlesimlerinden memnunluk duyduklarini belirtiyorlardi... Beyrut valisi Mayis ortalarinda Istanbul'a geldiginde Dr. Jacobson'un (Yahudi liderlerden ve Le Jeun Turc gazetesinin finansörü) bir aksam yemegi davetini kabul etmis ve yemekte Filistin'e Musevi iskaninin tamamiyle lehinde oldugunu kaydetmisti.38


    Bir süre sonra Araplar'dan gelen yogun tepki sonucunda Ittihatçilar bu kararlarindan dönmek zorunda kaldilar. Ama zaten çoktan is isten geçmis ve Halife'nin indirilisi ile birlikte Imparatorluk hizla dagilma sürecine girmisti. Çünkü Osmanli'yi bir Islam Birligi halinde ayakta tutabilmenin son firsati da yok edilmis oluyordu. Localarda Bati'nin pozitivizmi ve ulusçuluk ögretisi ile "aydinlanmis" olan ve artik Ittihat ve Terakki çatisi altinda toplanan Jön Türk kadrolari iktidari ele geçirmislerdi. Böyle bir ideolojinin savunuculugunu yapanlarin, devleti olusturan müslüman halklari—ki müslüman olmayanlar zaten bagimsizliklarini kazanmislardi—bir arada tutmasi ise elbette mümkün degildi. Çöküs kaçinilmazdi. Ittihatçilar'in yahudi göçüne izin verip vermemesinin de anlami kalmamisti; çünkü artik Imparatorlugun ancak üç bes yillik ömrü kalmisti. Ittihatçilar'in ilk basta Siyonistler lehine aldiklari, sonra da Arap tepkisi nedeniyle iptal ettikleri karar, asil olarak, iki taraf arasindaki baglantiyi göstermesi bakimindan önemlidir.

    Osmanli'nin Çöküsünün Ideolojik Temelleri

    Osmanli'nin çöküsünde ulusçulugun oynadigi rolü inceleyenlerin bazilari, imparatorlugun çökeceginin kesin olarak anlasilmasindan sonra, ulusçulugun tek yol olarak görüldügünü, ilk ayrilanlarin Araplar oldugunu ve imparatorlugun ardindan "ulus-devlet" kurulmasindan baska çare bulunmadigi tezini islerler. Ayrica, ulusçulugun zaten modern çagin vazgeçilmez ideolojisi oldugunu hatirlatir ve bu ideolojiye sarilmanin devlet olmanin biricik sarti haline geldigini söylerler.

    Oysa, tüm bunlar, ulusçuluk ideolojisinin Islam dünyasina Bati tarafindan sokuldugu ve Imparatorlugun büyük ölçüde bu yüzden yikildigi gerçegini degistirmemektedir. Önce Türklerin mi yoksa Araplarin mi bu ideolojiye kapildigi ayrica tartisilabilir. Ama hangi taraf önce davranip, digerini yüz üstü birakmis olursa olsun, bu durum, önemli ölçüde Bati etkisinde gerçeklesmistir. Inkar edenlerin, iman edenler arasinda "cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculugunu kilip-kiskirttiklari"ni (Fetih, 26) bildiren Kuran'in hükmü, Osmanli'nin çöküsü için de geçerlidir.

    Napolyon'un 19. yüzyilin hemen basindaki Misir seferine dek, Osmanli'nin müslüman halklari tam bir bütünlük ve huzur içinde yasiyordu. Bu tarihten sonra Fransiz Devrimi'nin etkisiyle esmeye baslayan ulusçuluk rüzgarlari, önce Balkanlar'daki hiristiyan azinliklari etkiledi. Ilginç olan, azinlik isyanlarinin, özellikle de Sirp isyaninin localar tarafindan desteklenmesi, hatta organize edilmesiydi. Bu, bizlere, ulusçulugu kullanarak Osmanli'yi parçalamak isteyen Batili güç odaklarinin basinda mason örgütlenmesinin geldigini gösterir. Osmanli toplumuna ilk ulusçu fikirleri asilayan Napolyon'un Misir seferinin gerçek amaçlarindan birinin "Filistin'de bir yahudi devleti kurmak" olmasi da anlamlidir. (Bkz 3. bölüm)

    Mason örgütlenmesi, Araplarin Osmanli'ya karsi isyan etmesinde de Balkanlar'da oynadigi misyonu aynen yerine getirmistir. Emekli Büyükelçi Ismail Berduk Olgaçay, 20. yüzyil basinda bazi Arap seyhlerinin mason localarina alindiklarini, hatta "üstad"lik derecelerine ulastiklarini ve Arap ayaklanmalarinda da önemli rol oynadiklarina dikkat çeker. Olgaçay, H. U. F. Winstone'un yazdiklarini kaynak göstererek söyle der:
     

      ... Bu konulara (masonluk ve Osmanli'nin yikilisi) yaklasim genellikle yüzeysel kaliyor, fazla derine gidilmiyor. Oysa Winstone, biraz da olsa yüzeyin altina iniyor. Bazi Türk, Ingiliz, Arap masonlarin adlarini, bazilarinin o zamana kadar bilinmeyen eylemlerini anlatiyor. Bu açiklamalardan, Ingiliz Mason Örgütü açisindan, Türkiye'nin, Mezopotamya ve Hindistan'i da kapsayan Dogu Bölgesi içinde yer aldigi anlasiliyor—Disisleri Bakanliklarinin ya da Haberalma Örgütlerinin bölge ve is taksimati gibi bir sey. Dogu Bölgesinin basinda 1873'ten 1898'e kadar Stephan Soucouladi adinda bir zat var... Masonlarin bölgede yeni birimler kurarak gittikçe genisledikleri anlasiliyor... Zaman geçtikçe Mezopotamya localari gittikçe büyük önem kazaniyor. Bu bölgede eylemleri ile dikkat çeken iki kisi var. Bunlardan biri Muhammere Seyhi Hazal. Muhammere, Basra'nin karsisinda, Sattülarabs'in Iran kiyisinda, simdi yerinde yeller esen bir seyhlik. Seyh Hazal, bütün Mezopotamya'nin büyük üstadi, Güney Iran ve Irak'taki petrol tesislerinin de koruyucusu—gücü bunu yapmaya nasil yetiyor, meraka deger. Ayrica Kuveyt Seyhi Mübarek, Riyad'da oturan Ibni Saud, Osmanli ordusunda hizmet gören ve kisa süre sonra ayaklanacak Arap subaylari ile siki iliskiler içinde. Türkiye ve Iran'da patlak verecek ayaklanmalarda etkili oldugu kitapta açiklaniyor. Ikinci kisi Seyh Mübarek. Kuveyt devletinin bugünkü seklini alisinda büyük rolü olan ve Kuveytlilerin Büyük Mübarek diye adlandirdiklari bu kisi de Büyük Üstad. Kuveyt tarihini sekillendirmis olan bu kisinin önemi hakkinda simdilik su kadarini söyleyeyim: Kuveyt devletinin basina geçmek için Sabah ailesinden olmak gerektigi malum, fakat bu yeterli degil. Bir de Mübarek'in hattindan geçmek lazim...39
    Osmanli'nin çöküsü, yahudi önde gelenleri için büyük bir önem tasiyordu. Çünkü böylece Vaadedilmis Topraklar Islam egemenliginden çikip, "Hiristiyan Siyonist" bir güç olan Ingiltere'nin eline geçiyordu. Bu nedenle, yahudi önde gelenleri ve masonluk arasindaki Ittifak, Osmanli'nin çöküsü için büyük bir çaba harcadi.

    Yanda, tarihi bir gün, 9 Aralik 1917; Kudüs'ün Ingiliz ordulari tarafindan isgali.

    Yalnizca bunlar bile, Arap ayaklanmalarinda localarin büyük rolü oldugunun önemli isaretleriydi. Masonlarin devrede oldugu bir organizasyonda yahudi önde gelenlerinin yer almasi ise elbette yadirganacak bir gelisme degildi. Önceki sayfalarda da belirttigimiz gibi, Siyonist liderler Osmanli'nin Ortadogu'dan çekilmesini ve bölgenin kendi davalarini destekleyen Ingilizler'in denetimi altina girmesini istiyorlardi. O dönemlerde, Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasini baslica misyon edinmis Ingiltere, bilindigi gibi Araplari Osmanli'ya karsi ayaklanmaya tesvik etmisti. Bu ajitasyonun bir numarali ismi olan Arabistanli Lawrence'in (Lawrence of Arabia), o siralarda Siyonizmin en büyük destekçilerinden olan Lord Rothschild ile son derece yakin iliskiler içinde olmasi dikkat çekicidir.40

    Osmanli'ya isyan eden Araplarin Ingilizler'in kiskirtmasina alet oldugu kuskusuzdur. Burada atlanmamasi gereken nokta ise Ingilizler'in bu isi yaparken, resmi tarihte sikça tekrarlanan petrol, stratejik çikarlar gibi nedenlerin de ötesinde, Siyonizme destek verme hedefinde olduklaridir. Dönemin Ingiliz politikacilarinin genelde birer "Hiristiyan Siyonist" olduklarini önceki sayfalarda görmüstük.

    Ingilizler, Siyonizmin—ya da diger bir deyisle Mesih Plani'nin—hedefleri dogrultusunda böyle bir ulusçuluk propagandasi yaparken, Islami kimligi güçlü liderlerin Osmanli'ya bagli kalmis olmasi da unutulmamalidir. Bu kimlikten kopmus Arap liderler isyan etmislerse de, örnegin o dönemde Kürtlerin lideri olan Seyh Mahmut El-Berzenci, Ingilizlere alet olmamistir. Öyle ki, Seyh Mahmut, Kürtlerin Osmanliyla savasmasi için kendisiyle görüsmeye gelen Ingiliz valisinin elini bile sikmamis, "Müslümanlarin halifesine savas açan bir ülkenin valisinin eli necis (pis)dir" cevabini vermisti. Yine bir baska Kürt lideri olan Adiyamanli Bedir Aga, kendisini isyana tesvik etmek için altin yüklü katirlarla gelen Ingiliz temsilcisine "Ben Halife'ye isyan etmem" demis ve Ingiliz temsilcisini altinlariyla birlikte kovmustu.

    Ama Islami kimligi güçlü liderler "müslümanlarin Halifesi"ne böyle bir baglilik gösterdigi siralarda, müslümanlik bilinci, hilafetin merkezi olan Istanbul'da gittikçe erimekteydi. Bati'nin pozitivist düsünceleriyle localarda "aydinlanmis" olan Jön Türk-Ittihatçi geleneginin liderleri, Islam Birligi'ni çoktan gözardi etmis ve yine localardan aldiklari ulusçuluk ideolojisine kapilmislardi...

    Ve, dogal olarak, Osmanli Imparatorlugu tarihin derinliklerine gömüldü.

    Ikinci Sorun: "Sürgünlerin Toplanmasi"...

    Osmanli'nin Birinci Dünya Savasi ile yikilmasi ve Kutsal Topraklar'in Ingiltere'nin eline geçmesi, Siyonist liderler açisindan önemli bir problemin, "Osmanli sorunu"nun ve ona bagli olan "Kutsal Topraklar sorunu"nun asildigi anlamina geliyordu. Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin birinci sarti yerine getirilmis, asirlardir beklenen sey olmus, "yahudi diyari" kurtarilmisti. Bu "diyar", orayi yahudilere vermeye hazir olan ve bunu, birer "Hiristiyan Siyonist" olan yöneticilerinin yayinladigi Balfour Deklarasyonu ile dünyaya duyuran Ingiltere'nin eline geçmisti. Amerika da yahudilerin arkasindaydi.

    Öyleyse Kutsal Topraklar'a dönüs baslayabilirdi. Israil, "sürgünlerini toplamaya" hazirdi...

    Ancak, Kutsal Topraklar sorununun çözülmüs olmasina ragmen, laik ve dindar Siyonistlerin kurdugu ittifak, bu asamada ikinci bir sorunla karsilasti. Bu kez sorunun kaynagi yahudi halkiydi. Çünkü dünyanin dört bir yanina dagilmis olan yahudilerin büyük bölümü, evlerini birakip Kutsal Topraklar'a göçederek sonu belli olmayan bir maceraya atilmak istemiyorlardi. Gitmek isteyenler, yalnizca bir grup idealist yahudiydi. Bunlarin bir bölümü, Kabalacilar'in savundugu gibi, Kutsal Topraklar'a dönüsü Mesih'in ayak sesleri olarak görüyor ve bu büyük Plan'da yer alabilmek için varlarini-yoklarini satip Filistin yolunu tutuyorlardi. En önemlileri, Rusya ve Dogu Avrupa'da etkili olan Hibbat Zion (Siyon Asiklari) adli örgüttü. Idealist kanadin içindeki ikinci grup ise laik Siyonistlerin yolunu izleyen, yani dinden uzak ama "irk bilinci"ne yeterince sahip olan ve bir yahudi ulus-devleti kurmak isteyen yahudilerdi.

    Buna karsin, yahudi cemaatleri içinde çok sayida insan Filistin'e dönüse soguk bakiyor, hatta bazilari buna açik açik karsi çikiyorlardi. Karsi çikanlarin arasinda dindarlar da vardi. Bu dindarlar, konunun basinda da vurguladigimiz gibi, Kabalaci gelenekten habersizdiler ve dolayisiyla Mesih'in gelisinin tamamen kutsal bir biçimde ve insan iradesi disinda gerçeklesecegine inaniyorlardi. (Ancak bu "saf" dindarlarin tamamina yakini, Israil Devleti kurulduktan sonra Kabalacilar tarafindan ikna edildiler ve bu teolojik baskaldiridan vazgeçtiler.)

    Ancak, asil büyük sorunu, hem dini yapisini hem de irk bilincini yitirmis olan büyük yahudi kitleler olusturdu. Bu "siradan" yahudiler Siyonizm için en büyük engellerden biri durumundaydilar. Çogu, yasadiklari ülkelerde belli bir zenginlige ulasmisti ve statükodan memnun hale gelmisti. Daha da önemlisi, 19. yüzyilda Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde yahudilere saglanan politik esitligin getirdigi özgür ortam nedeniyle, "yahudi" olduklarini gittikçe daha az önemser hale gelmislerdi.

    2. bölümde de degindigimiz gibi politik esitlik, yahudi önde gelenlerince aslinda Mesih Plani'na dogru giden yolda olumlu bir asama olarak degerlendirilmisti. Kabalacilar, yahudilerin hiristiyanlarla esit haklar kazanmalarini "Mesihi dönemin ilk isiklari" olarak yorumlamis ve bu sayede Avrupa politikasini birinci elden kontrol etme imkanina sahip olacaklarini hesaplamislardi. Ancak politik esitligin hesaba katilmayan bir büyük sakincasi dogmustu: Yahudiler üzerindeki kisitlamalarin kalkmasi, yahudi toplumunda önemli bir dini inanç ve "irk bilinci" kaybi yaratmisti. Alman tarihçi Werner Sombart, Ortaçag boyunca yahudiler üzerine konmus olan hukuki kisitlamalarin gerçekte hahamlarin (bu elbette Kabalacilar'i da yogun olarak kapsar) otoritesine yaradigini söyle vurguluyor:
     

      Ulusal Tapinaklari yerle bir edilip, devletleri sona erdirildigi zaman, yahudiler, Ferisilerin ve Heine'nin 'portatif anavatan' diye adlandirdigi Tevrat'in çevresinde kümelendiler. Hahamlar böylece otoritelerini kurdular ve yahudilerin Ortaçag'daki kaderi yalnizca bu otoritenin güçlenmesine yaradi... Aralarinda yasadiklari milletler tarafindan dislandikça—veya kendi kendilerini disladikça—hahamlarin etkisi de o kadar artiyordu.41
    Ancak Sombart'in da tespit ettigi bu sistem Aydinlanma ile degisti. Yahudiler üzerine konan bu kisitlamalar hiristiyan kökenliydi ve Kabalacilar ve Tapinakçi gelenegi koruyan masonlar arasindaki Ittifak, 2. bölümde inceledigimiz gibi, Avrupa'yi önce Protestanlik sonra da Aydinlanma ile Hiristiyanlik'tan koparmisti. Avrupa'nin Hiristiyanlik'tan kopmasi, yahudiler üzerindeki kisitlamalarin kalkmasi anlamina geliyordu ve bu da yahudi kimliginin erimesi ve basta Kabalacilar olmak üzere hahamlarin yahudi toplumu üzerindeki gücünün zayiflamasi sonucunu yaratmisti. Siyasi Siyonizm'in yahudi toplumlarindan beklenen oranin çok altinda kabul görmesi, bu sürecin tehlikeli bir boyuta ulastigini gösterdi.

    Kuskusuz bu durum, Kabalacilar ve onlarin laik partnerleri haline gelmis olan Siyonist liderler için kabul edilemez bir durumdu. Asirlar boyu süren bir ugrastan sonra Kutsal Topraklar'a dönüsü baslatma imkanina sahip olmuslardi. Mesihi dönemin çok yaklastigini düsünüyorlardi. Mesih'le ilgili son kehanetlerden biri olan "sürgünleri toplama" projesine girismek üzerelerdi. Iste böylesine kritik bir asamada, yahudi toplumunun önemli bir bölümü, Mesih Plani'na yüz çeviriyor, adeta Kabalacilar'a ihanet ediyorlardi.

    Ihanet, Kabalacilar ve Siyonist liderler için affedilir sey degildi. Bu nedenle, "ikinci sorun"a, yani yahudi toplumunun bilinçsizligine yönelik olarak aranan çözüm, ayni zamanda bir "cezalandirma" boyutu da içermeliydi.

    Iste tam bu siralarda, Avrupa'da yeni bir akim gittikçe güçlenmeye baslamisti...

    19. Yüzyil Irkçiligi ve Modern Antisemitizm

    Kitabin 2. bölümünde inceledigimiz gibi, Kabalacilar ve Tapinakçi gelenegin koruyucusu olan masonlar arasinda kurulu olan Ittifak, Avrupa'yi Hiristiyanlik'tan kopardiktan sonra, yerine ideolojileri yerlestirdi. Liberalizm, sosyalizm gibi ideolojilerin, birbirlerine karsit taraflari olmasina ragmen, Ittifak'in dünya görüsünün temeli olan, sekülerizm, "yeryüzü cenneti" ve "ilerleme" gibi kavramlari paylastigini inceledik.

    Ittifak'in dünya görüsünden dogan bu ideolojilerin biri de irkçilik saplantisiydi. Irkçilik da, kitabin 1. bölümünde inceledigimiz gibi, Katolik Avrupa'nin tanimadigi bir düsünceydi ve "disardan" getirilmisti. Kaynak ise yine ayniydi: Ittifak'in dünya görüsü, ya da daha açik bir ifadeyle Ibrani ögretisi. Çünkü, bir irkin ötekilere üstün oldugu gibi bir safsatayi savunan, yani irkçi olan tek geleneksel kaynak yahudi diniydi. Katolik Avrupa düzeninin sarsilmasinin ardindan baslayan "Tevrat'a dönüs" hareketi, Tevrat'a eklenmis olan irkçi düsünceyi Avrupa'ya da tasimisti. Irkçi ideolojinin mimarlari, kendilerine Tevrat'i kaynak edinmislerdi.

    Örnegin, yine 1. bölümde inceledigimiz gibi, Insan Irklarinin Esitsizligi Üzerine adli kitabiyla ünlenen Arthur de Gobineau, bunlardan biriydi. Insan irklarini bir "merdiven" teorisi ile siniflara ayiran ve merdivenin en alt basamagina siyahlari, ortasina sari irki, en üstüne de beyazlari yerlestiren Gobineau, bu "tasnif"i yaparken, temel kaynak olarak, Tevrat'a eklenmis olan "Nuh'un ogullari" efsanesini kullanmisti. Ingiliz ve Amerikan (Anglo-Sakson) irkçiliginin da Ibrani ögretisiyle çok içli-disli oldugunu, hatta Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini yahudilerle özdeslestirerek "üstün"lüklerini (!) kanitlamaya çalistiklarini yine 1. bölümde konu edindik.

    Ancak, Anglo-Sakson irkçilarinin aksine, basta Alman irkçilari olmak üzere pek çok irkçi düsünür, bir yandan da antisemit düsünceler gelistirdiler. "Aryan" ve "Sami" irklari arasindaki farktan söz eden bu irkçi düsünürler, yahudilerin, kendi irklari arasinda yasayarak, irklarinin "safligini" bozduklarini söylüyorlardi. Onlara göre, yahudiler tecrit edilmeli ve kendi irklariyla karismalari önlenmeliydi. Bu düsünürlerin yahudileri tecrit etmeye yönelik düsüncelerinden güç bulan fanatik yahudi aleyhtarligina ise "modern antisemitizm" dendi. Bu antisemitizm "modern"di; çünkü Ortaçag'in aksine, yahudilere dinleri nedeniyle degil, irklari nedeniyle antipati duyuyordu. Özellikle yahudilerin elde ettikleri servete paralel olarak yükselen antisemitizm, 19. yüzyilin sonunda Fransa'daki ünlü Dreyfus olayi ile doruga tirmandi.
     

    Modern çag dini yok edince, irkçilik dogdu. Irkçiligin dogal bir sonucu ise modern antisemitzm oldu. Avrupali irkçilarin hemen hepsi, kendi irklarini "saf" hale getirmeyi hedefliyorlardi; bunun için yapilmasi gereken en önemli sey ise, basta yahudiler olmak üzere azinliklari toplumdan dislamakti. Bu amaçla, sistemli bir yahudi düsmanligi körüklemeye basladilar. Viyana'da yayinlanan ve yahudileri vampir olarak tasvir eden yandaki Kikeriki dergisi, Avrupa'daki sayisiz antisemit yayindan biriydi.

    Ancak antisemitizme dayanak olan irkçi düsünürlerin ilginç bir özelligi vardi: Bunlar, yahudilerin irklarina karismasini bir tehlike olarak görüyorlardi belki ama, bir yandan da yahudilere karsi büyük bir hayranlik besliyorlardi. Çünkü gerçeklestirmeyi hedefledikleri irk izolasyonunu en iyi basaranlar yahudilerdi. Yahudilerin bu basarisina hayran olanlarin basinda da Alman irkçiliginin en önemli kuramcisi ve Hitler'in de ilham kaynagi olan Houston S. Chamberlain geliyordu. Chamberlain, "üstünlüklerini yeniden üretmek için Kan Yasasi'ni uygulamakta gösterdikleri beceriden dolayi" yahudilere hayrandi. "Onlar, ana kaynagi el degmemis durumda korumuslardir, ona bir damla bile yabanci kan karistirmamistir" diyordu.

    Iste 19. yüzyil irkçiliginin—tamamen yahudilerle özdeslesmeye çalisan Anglo-Saksonlar'i hariç tutarsak—böyle garip bir özelligi vardi. Hareket, felsefi temelini Ibrani ögretisindeki "üstün irk" kavramindan aliyor ve yahudilerin asirlardir sahip oldugu irk bilincine ulasmaya çalisiyordu. Yahudilerin bu yöndeki yeteneklerinden dolayi da, onlara hayranlik besliyordu. Öte yandan, kendi irklarini saf tutabilmek için, Avrupa ülkelerindeki en büyük azinlik olan yahudileri tecrit etmeye çalisiyorlardi. Çünkü, az önce de vurguladigimiz gibi yahudiler politik esitlik kazanmalarinin ardindan kendi irk bilinçlerini yitirmeye ve Avrupa toplumlari içinde asimile olmaya baslamislardi.

    Bu noktada çok ilgi çekici bir gerçekle karsilasiyoruz: Yahudilerin asimilasyonundan rahatsiz olanlar, yalnizca Avrupali irkçilar degildi. Yahudilerin asimilasyonundan rahatsiz olan, Avrupali irkçilardan baska, ikinci bir grup daha vardi.

    Ikinci grup kimdi dersiniz?

    Kuskusuz ikinci grup, yahudilerin Avrupali halklar içinde asimile olmaya baslamasindan,"yahudi irki" adina rahatsiz olanlardi. Yani Tevrat'in, "baskalarina kiz vermeyeceksiniz ve onlardan kiz almayacaksiniz" hükmüne siki sikiya bagli olan Kabalacilar ve onlarin laik partnerleri olan Siyonist liderler...

    Ortaya ilginç bir tablo çikmisti. Bir taraf, yahudilerin kendi irklarina karismamasini istiyordu. Öteki taraf ise kendi irklari olan yahudi irkini, diger irklardan ayri tutabilmenin ve "yahudi bilinci"ni koruyabilmenin derdindeydi. Görüldügü gibi yapmak istedikleri aslinda ayni seydi. Aralarinda bir felsefi paralellik de vardi. Peki neden bu isi hep birlikte yapmasinlardi?

    Bu soruya ilk açik cevap, Theodor Herzl'den geldi.

    Herzl'in Antisemitizm Politikasi

      "Bütün antisemitler bizim en yakin dostlarimizdir."

      -Theodor Herzl
       

    Yahudi toplumlarinin eskiden beri sahip olduklari, ancak 19. yüzyilda erimeye baslayan irk bilincini yeniden uyandirmanin kuskusuz en iyi yöntemi, yahudi aleyhtarligini körüklemekti. Kabalacilarin olayi böyle gördügüne kusku yoktu. Zaten bu yöntem, onlar için artik geleneksellesmis bir yöntemdi. Hatirlayalim: Mesih Plani'nin ilk büyük asamasi olan Ispanya sürgününü de Kabalacilar kiskirtmisti ve kendi halklarini "antisemitizm" kullanarak kehanete göre "dünyanin dört bir yanina" dagitmislardi. Simdi onlari Kutsal Topraklar'a döndürmek, "sürgünleri toplamak" için, en iyi yol yine ayniydi: Yahudileri bu is için zorlamak. Bu yahudileri hem göçe ikna edecek, hem de onlara kaybetmekte olduklari irk bilincini yeniden kazandiracakti.

    Iste bu nedenlerden ötürü, Alkalay ve Kalischer gibi Kabalacilar'in çizdigi stratejiyi izleyen Siyasi Siyonizm hareketi, antisemitlerle isbirligi yapmaya karar verdi. Karari uygulamaya koyan kisi, hareketin ilk lideri olan Theodor Herzl'di. Theodor Herzl, çok iyi farketmisti ki, yahudileri bulunduklari ülkelerden ayrilarak Israil'e göç etmeye zorlamak için Siyonizmin yahudi düsmanligina ihtiyaci vardi. Bu nedenle, ikna plani bu temel üzerine kurulmaliydi.

    Bu arada, 19. yüzyildaki irkçiliga paralel olarak dogan antisemitizm, zaten, çogu yahudinin, bundan böyle Avrupa'da hiçbir kisitlama altinda kalmadan yasayacaklari yönündeki umutlarini yok etmeye baslamisti. Theodor Herzl, bu konuyu israrla isleyerek, antisemitizmin bir tür hastalik oldugunu, bu hastaligin tedavisinin bulunmadigini, yahudiler için tek kesin kurtulusun Filistin'de bir devlet kurmakta yattigini ilan edecekti. Herzl'in "Yahudiler ve yahudi olmayanlar kalitimsal olarak uyum içinde bir arada yasayamazlar" seklindeki tezi, aslinda yahudi-aleyhtari irkçilarin teziyle büyük bir paralellik gösteriyordu.

    Herzl iste bu nedenle Siyonist tez ile Avrupali antisemit irkçilar arasindaki büyük paralellige deginerek söyle demisti: "Antisemitizm, bizim isteklerimize sahane bir yardimci olacaktir."
     

      Herzl, 'Bütün antisemitler bizim en yakin dostlarimizdir' diyordu. Böylelikle göç kolaylasacakti. Herzl 9 Haziran 1895'te günlügüne ise söyle not düsüyordu: 'Ülkesindeki yahudilerin orayi terketmesi için, önce Çar'la görüsecegim, sonra Alman Kayzeri'yle, sonra Avusturyalilarla sonra da Fas'taki yahudiler için Fransizlarla'. 42


    Herzl, yahudileri göç ettirmek için yalnizca diplomatik temaslarla yetinmedi. Ünlü Fransiz düsünür Roger Garaudy, Türkçe'ye Siyonizm Dosyasi adiyla çevrilen kitabinda, Herzl'in bu politikasi ile ilgili olarak sunlari söylüyor:
     

      Herzl'e göre yahudiler ayri bir din ve ayri bir kültür yerine ayri bir devlet meydana getirmek amaciyla, içinde bulunduklari diger uluslardan ayrilmalidirlar. Bu amaca ulasmak için Herzl konustugu herkese karsi, yahudilerin teskil ettikleri tehlikeyi anlatmak ve bir an önce çikip gitmeleri gerektigini izah etmek için en asiri kelimeleri kullanmaktan çekinmemistir. Herzl Almanya Disisleri Bakani Von Blow ve II. Guillaume, Rus Içisleri Bakani Plehve ve Çar II. Nicola ve en ileri yahudi düsmanlarina karsi hep ayni dili kullanmistir. 1903 Nisani'nda yahudilere karsi en korkunç katliamlardan biri olan Kichinev Kesimi'nin sorumlusu Plehve bunlarin arasinda en zalim olanidir. Mayis ayinda Plehve'ye mektup yazan Herzl, Siyonizmin ihtilali önleyici bir antidot oldugunu ileri sürüyordu. Plehve bu mektuba Agustos ayinda cevap vererek Herzl'den Siyonist hareketin kendisini destekledigine dair bir mektup istedi. Plehve bu mektubu aldi. Mektupta Yahudilerin göç etmesini saglayacak bir Siyonizm akiminin desteklenecegi vaat ediliyordu.43


    Herzl, Rus Içisleri Bakani Plehve'ye, eger yahudilerin Filistin'e gönderilmesine yardim ederse, o dönemde Çar'a karsi düzenlenen Bolsevik ayaklanmasinda büyük rol oynayan yahudileri ikna edecegini ve Bolsevik ayaklanmasini bastirabilecegini de vaad etmisti.44

    Herzl'in uygulamaya koydugu antisemitlerle isbirligi yönündeki plan, bu tarihten itibaren yahudi liderlerin en sik kullandigi yöntem haline gelecekti. Böylece Herzl antisemitik hareketlerin en hararetli savunucusu olmustu.
     

      Herzl, 1895'te kitabini yayinlamadan önce onu elestirenlerden biri yüzüne karsi sunlari söylüyordu: 'Yahudileri korkunç bir zarara soktunuz. 'Herzl, buna söyle cevap vermekten çekinmiyordu: 'Bütün yahudi düsmanlari içinde en büyük olmaya kazaniyorum... Yahudi düsmanlari bizim en ileri dostlarimiz olacaklar... Yahudi düsmani ülkeler en yakin müttefiklerimiz arasina girecekler'... Theodor Herzl çok iyi bilmektedir ki, Yahudileri bulunduklari ülkelerden kaçarak Israil'e göç etmeye ikna etmek için, Siyasi Siyonizmin 'yahudi düsmanligi' kavramina ihtiyaci vardir. Herzl'in bu fikrinin, Siyasi Siyonizm tarafindan, bu günlere, kadar nasil degismez bir temel olarak korundugunu ilerde görecegiz...  Bu davranis Yahudileri içlerinde yasadiklari halkin yabancisi olarak göstermek, böylece 'Yahudi düsmanliginin' en çok ihtiyaci oldugu gidayi ona sunmak ve göçü hizlandirmak için iskence iddialarina kuvvet kazandirmaktir. Herzl'in Yahudi düsmanliginin kabarmasindan korkmak bir yana, onu hareketlendirmek için giristigi çabalarin sirri buradadir. Bununla birlikte Herzl'e yönelen uyarilarin da ardi arkasi kesilmemistir. Avusturya Parlamentosu Baskani, Baron Johann Von Cholemski Herzl'e sunlari yaziyordu: 'Eger egiliminizin ve propagandanizin emeli yahudi düsmanligini körüklemekse bunda basarili olacaksiniz. Tamamiyla inandim ki böyle bir propagandanin sonucunda Yahudi düsmanligi çig gibi büyüyecek ve siz irkinizi bir katliama dogru sürükleyeceksiniz'.45


     Herzl, günlügünde bu önemli noktayi su cümlelerle ifade ediyordu: "Antisemitizm büyümüstür ve büyümeye devam etmektedir ve ben de büyümeye devam ediyorum." 46

    Herzl ve diger Siyonistler, antisemit irkçilarla, az önce sözünü ettigimiz ortak payda altinda anlasiyorlardi. Çünkü Siyonistler yahudilerin hepsini toplayip Filistin'e götürmek niyetindeydiler ve bu, irklarini yahudilerle karismaktan kurtarip "saf" olarak korumak isteyen irkçilar için de mükemmel bir çözümdü. Öyle ki, sonradan Deutsch-Soziale Blatter adini alacak olan ve bir yahudi aleyhtari yayin olarak kabul edilen Antisemitische Correspondenz dergisinin yayimcisi, ünlü antisemit Theodor Fritsch, I. Siyonist Kongre'nin toplanmasini alkisliyor ve Kongre'ye "yahudilerin bir an önce Almanya'dan ayrilarak Filistin'e yerlesmeleri tasarisinin uygulanmasi için en iyi dileklerini" gönderiyordu.

    Yahudilerin yasadiklari ülkelerde kendilerini huzurlu hissetmelerinin siyonizme zarar verecegini düsünen Theodor Herzl, bu görüsünü de söyle ifade ediyordu: "Yahudiler, uzun bir dönem süresince kendilerinin güvenlik içinde yasadiklarina inanirlarsa, herhangi bir toplumun içinde eriyebilirler. Bu gerçek hiçbir zaman bize yarar saglamayacaktir." 47

    Bu yüzden, Siyonist liderlerin görüsüne göre alinmasi gereken ilk önlem, bu ülkelerde yapay bir yahudi düsmanligi ajitasyonu yaratmak idi. Daha sonra da, yahudileri bu psikolojik gerilim içinde tutarak, onlari provokatif, antisemit saldirilarla sürekli huzursuz etmek gerekiyordu. Tüm bu uygulamalarin neticesinde ise Siyonist liderlerin beklentisi, yahudi halki güvenli yerlerde yasamadiklarina ve sadece Vaadedilmis Topraklara göç ederek kurtulabileceklerine ikna etmek idi.

    Herzl, antisemitizmi körüklemek için çok ilginç bir yöntem daha denemis ve günlügüne, antisemitleri bir "yahudi komplosu"nun varligina inandiracak ve onlari yahudi toplumlarina karsi kiskirtacak ifadeler eklemisti. 1922 ve 1923 yillarinda, Almanya'da, ölümünden sonra Herzl'in günlügünün üç cildi yayinlandigi sirada, Avusturyali yazar ve Oesterreichische Wachenschrift gazetesinin yayincisi Joseph Samuel Bloch, Herzl'i yakindan tanimis bir kisi olarak sunlari yaziyordu:
     

      Rothschild ve Baron Hirsch'e yazilan ve Yahudilerin bulunduklari ülkelerde kurulu iktidarlara karsi bas kaldirdiklarini ve ihtilallere katildiklarini öne süren iddia, Yahudi halki yok etmek için yeterli bir sebeptir. Herzl, Yahudilerin düsmanlarina, 'Yahudi problemini' halletmek için en saglam temeli göstermistir. Onlara gelecekteki çalismalarinda izleyecekleri yolu tarif etmistir. Bu yüzden bu 'günlük' korkunç bir belgedir.48


    Ancak Herzl'in bu çabalari fazla önemli bir sonuç dogurmadi. Avrupali yahudilerin çogu, Kutsal Topraklar'a göç etmemekte direndiler.

    Siyonizme Karsi Yahudi Direnisi!...

    Amerikali psikolog Edward Hoffman, Amerika'daki tutucu yahudi gruplarindan Lubaviçler'i konu edindigi Despite All Odds: The Story of Lubavitch adli kitabinda, 20. yüzyilin baslarinda yahudiler arasinda yaygin olan bir anekdot anlatir. Günlerden bir gün Avrupali bir tüccar yahudi, etraftan duydugu heyecanli haberleri karisina yetistirmek için eve gelir. Haberlere göre Mesih yeryüzüne inmistir ve tüm yahudiler kisa bir süre sonra mucizevi bir biçimde Vaadedilmis Topraklar'a aktarilacaklardir. Ancak karisi sasirir ve sorar: "Peki Mendel'in bize olan borçlari ne olacak? Mose'nin ve öteki müsterilerin bize olan borçlari havaya mi gidecek? Hem sonra yeni aldigimiz koltuklar ne olacak? Ayrica yeni ismarlayip parasini ödedigimiz esyalar daha iki hafta sonra gelecekti; bu isten çok zarar ederiz!"

    Bunun üzerine kari koca birbirlerine umutsuz bir sekilde bakarlar. Sonra birden erkek gülümser, karisina döner ve söyle der: "Merak etme, Tanri tarih boyunca bizleri pek çok felaketten kurtardi. Öyleyse simdi de bizi Mesih'ten kurtaracaktir!"

    Anekdot ilginçtir ve gerçek bir tarihi gelisimi yansitmaktadir. Mesih Plani, 20. yüzyilin baslarinda, pek dindar olmayan ve irk bilinçleri de körelmis olan bazi yahudilerin, özellikle de refah düzeyi yüksek Avrupali yahudilerin direnisiyle karsilasmisti. Mesih Plani'nin bir uygulamasi olan Siyasi Siyonizm'in Filistin'e göç çagrisi, Avrupa toplumlari içinde asimile olmaya baslamis olan bu yahudilerden çok az kabul gördü.

    Herzl'in kurdugu ve onun 1904'deki ani ölümünden sonra giderek daha da büyüyen Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Organization—WZO), kendine bir numarali hedef olarak yahudileri Filistin'e götürmeyi belirlemisti. Ancak örgütün birçok ülkede yahudilere yönelik yaptigi tüm tesviklere ragmen, göçler beklenen düzeyde gerçeklesmedi. Hatta, 1925 yilindan sonra göçlerde ani bir düsüs bile gözlemlenmisti. Bu da yetmiyormus gibi göç edenlerden geri dönenlere bile rastlandi. 1926-1931 yillari arasinda, yilda ortalama 3.200 Yahudi Filistin'i terkediyordu. 1932 yilinda Filistin'de 770.000 Arap nüfusa karsilik, 181.000 Yahudi nüfusu vardi. Araplar hala bu bölgede ezici çogunluktaydi. Siyonist liderler, bu kadar az bir Yahudi nüfusu ile devlet kuramayacaklarini çok iyi biliyorlardi.

     Özellikle Almanya, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde yasayan Yahudiler zenginlesmis ve elde ettikleri yüksek yasam düzeyini ve kurulu düzenlerini birakip, Filistin topraklarina göç etmeyi göze alamamislardi.

    Yahudi halkinin Siyonizme karsi açtigi bu direnise, dönemin taninmis pek çok yahudisi de katiliyordu; Fizikçi Albert Einstein, filozof Martin Buber, Kudüs Ibrani Üniversitesi birinci baskani Profesör Judah Magnes gibi... Entellektüel yahudilerin yanisira, genis yahudi halk kitleleri de, Siyonist liderler tarafindan dayatilan göçe karsi çikiyorlardi. Rusya'da küçük bir kesim disinda neredeyse bütün yahudiler Siyonizmi reddettiler. Gidenlerin bir bölümü de, Filistin'deki yasam kosullarinin umduklari gibi çikmamasi karsisinda, Rusya'ya geri döndü.

    1920'lerde, Siyonist liderlerin hepsi, 1917'de yayinlanan ve Filistin'de bir yahudi devletine yesil isik yakan Balfour Deklarasyonu'nun Filistin'e göçü hizlandiracagini sanmislardi. Oysa, ilerleyen yillarda, evdeki hesabin çarsiya uymadigina büyük bir hayal kirikligi yasayarak sahit olacaklardi.1920'lerde Filistin'deki Yahudi nüfusu iki katina çikarak 160.000'e ulasti. Fakat göç edenlerin sayisi sadece 100.000 kadardi ve bunlarin %75'i de Filistin'de kalmadi. Yani, göçlerin toplami yilda 8.000 civarindaydi. Hatta 1927 yilinda sadece 2.710 kisi geldi ve 5.000 kisi de ayrildi. 1929'da ise Israil'e gelenler ile gidenlerin sayisi ayni orandaydi.

    En kisa sürede en fazla yahudiyi ne yapip edip, bir sekilde Filistin'e getirmeyi hedefleyen Siyonizm açisindan, yasanan bu olumsuz gelisme, gerçekten de dev bir fiyaskoydu. WZO'nun yogun propagandasina ragmen, Kutsal Topraklar'a göç faaliyeti çok zayif kalmisti. 19. yüzyilin sonunda Filistin'de 50.000'den az yahudi yasamaktaydi. Bu rakam, Filistin halkinin %7'sini olusturmaktaydi. Bununla birlikte, 1917 Balfour Deklarasyonu'ndan iki sene sonra, nüfus hala 65.000'in üzerine çikamamisti. 1920 ile 1932 arasinda geçen 12 yil içinde, sadece 118.378 yahudi bir sekilde Filistin'e getirtilmisti ki, bu da dünya yahudi toplumunun yüzde biri bile degildi.

    Belli ki bu is böyle olmayacakti. Göçe direnen yahudi toplumunu ikna etmek için, bir-iki antisemit hareket yetmiyordu. Bu nedenle, Siyonist liderler, Herzl'in açilisini yaptigi ilginç yöntemi daha etkin bir biçimde kullanma yoluna gittiler. Yahudileri, özellikle de kurulmasi hedeflenen Israil Devleti için gerekli olduklari düsünülen "kalifiye" Avrupa yahudilerini daha fazla "rahatsiz" etmek gerekiyordu. Yani, antisemitizm daha da güçlenmeliydi. Asirlardir özenle hazirlanan Mesih Plani'na baskaldiran yahudi topluluklari, hem Plan'in o anki en önemli sarti olan Kutsal Topraklar'a göçe ikna edilmeli, hem de isledikleri suçun cezasini çekmeliydiler.

    Nazi Almanyasi, ya da öteki adiyla III. Reich, tam da bu yillarda dogdu.

Enter content here

Enter supporting content here