HAKKIDIR HAKKA TAPAN MILLETIMIN ISTIKLAL

teklif ve mukellef
ana sayfa
ARAPCA
Benim Siirlerim
güzel söz
INGILIZCE
kuran ogreniyorum
kuran-i kerim
40 hadis
elmalili tefsiri
islamacevap sitesini kuranlara benim sitilimle reddiye ve cevap
islamda hicret
3 aylar
incil
dinler arasi diyalog nedir?
who is paraclet?
osmanli tarihi
sozluk
program indir
kissadan hisse
esma ul husna
alimler
islami siteler
tefsir
arapca genel
misiri taniyalim
kiyamet alametleri
firavunlarin sonu
Danamarka ne istiyosun muslumanlardan
siyonizm donemi
indir
ezgiler
kitaplar
istiklal marsi
fetvalar
zuhru ahir nedir?
satista vade varmidir?
miras
israiliyyat nedir?
bush`a ithaftir
ilahiler
faydali linkler
firkalar
mehdi kimdir?
ehli sunne vel cemaat
nesefi akidesi
Selam
begenilen yazilar
siyer-i enbiya
usul nedir?
islam tarihi
gizli dunya siyonizmi
tevhid delilleri
teklif ve mukellef
tasavvuf
Namaz hocasi
Veda hutbesi
fikhul ekber
Uydurma hadis nedir?
kelam
iman nedir? islam nedir?
yeni fikirler
MISIRDA OSMANLI ESIR KAMPI VE ERMENILER
sozde ermeni soykirimi nedir?

MÜKELLEF

    İslami emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse demektir. Dini emir ve yasaklara muhatap olabilmesi için kişinin akıl ve fizik bakımından belli olgunluğa ulaşması gerekir. 
    Mükellef sayılmak için insanda iki şartın bulunması gerekir.
    1- Akıl; İslam uleması aklı: "Kalpte bulunan, hak ve batılı birbirinden ayırt etmede vasıta olan nurdur" şeklinde tarif etmiştir. İnsanın teklife muhatap olması, akli melekelerinin sıhhati ile yakından alakalıdır.
    2- Baliğ; çocukluk devresinden çıkıp erkeklik veya kadınlık çağına eren kimsedir. Erkek çocuğun baliğ olması; ihtilam olmakla veya meninin inzal olması ile veya kadını hamile etmesiyle bilinir. İmameyn'in kavline göre; her ikisinde de (hem erkek çocukta, hem kız çocukta) bülûğa ermenin haddi, on beş yaşını tamamlamasıdır. Bu aynı zamanda İmam-ı Azam (rh.a)'dan gelen bir rivayettir. Galib olan adetten dolayı fetva bununla verilir. İslam toplumunda bülûğ'a ermiş her mü'min; "Ulû'l-emr'e" bey'at ederek, siyasi haklarına kavuşur. Dünya ve ahiret saadetini elde etmek için, İslam'ın hükümlerine göre yaşamaya gayret eder.
    Her Müslümanın yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu İslami fiillere "Ef'al-i Mükellefin" (Mükellef olan kimselerin fiilleri) denir. 

    EF'AL-I MÜKELLEFİN
Ef'al-i mükellefin sekiz tanedir: Farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh ve müfsid. 
1. Farz: Sübûtu ve ifade ettiği anlamı (delaleti) kesin olan delillerle Allah veya Rasülünün emrettiği fiiller "farz" adını alır. Farzlar, te'vile (başka anlama) gelme ihtimali bulunmayan ayet veya mütevatir hadislerle sabit olur. Namaz, oruç, hac, ibadetleri gibi. Bunlarla ilgili hem kesin ayetler vardır, hem de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in tevatüre varan yollarla nakledilmiş hadisleri mevcuttur. Farzın hükmü işleyene sevap, terkedene ceza olması; inkar edenin veya küçümseyenin dinden çıkmasıdır. Bu da farzı ayni ve farz-ı kifaye olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Farz-ı Ayn: Her yükümlü müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Bir kısmının işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Abdest, beş vakit namaz, ramazan orucu, mükellef olana hacc ve zekat ile İslam toprakları saldırıya uğradığında cihada çıkmak gibi.
b) Farz-ı Kifaye: Yükümlü müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen şeylerdir. Bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur. Cihad etmek. Kur'an-ı Kerîm dinlemek, Kur'an-ı Kerîm ezberemek, selam almak, cenaze namazı kılmak gibi. Farz-ı
kifayenin sevabı yalnız onu işleyenlere ait olur. Bu farzı hiçbir kimse yerine getirmezse bütün toplum günahkar olur. Bir ibadetin rükünleri ve şartları kabilinden olan farzlar'dan birinin terkedilmesi ibadetin sıhhatine engel olur. Kasten olsun yanlışlıkla olsun hüküm değişmez.
Kasten terk halinde ayrıca günaha girme vardır. Namaz kılarken rüku veya secde etmeyi terketmek gibi.
2. Vacib: Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul edilen emirlerdir. Bunları işleyene sevap, özürsüz terk edene ceza gerekir. İtikadi açıdan, inanma bakımından farzın hükmü gibi değildir. Yani vacibi inkar eden dinden çıkmaz. Bir ibadetin vaciblerinden birisini kasden terketmek tahrimen mekruhtur, Sehven (yanlışlıkla) terketme halinde ise sehiv secdesi gerekir. Vacibin de kifaye olanı vardır. Şaban ve Ramazan ayı sonlarında hilali gözetlemek vacibtir. Fakat herkese vacib değildir. Diğer vacib amellere örnek: Kurban kesmek, vitir ve bayram namazı kılmak, yakın hısımlardan ihtiyaç içinde olanlara yardım etmek gibi. Vacib; sübûlu kad'ı ve delaleti zannı olan delille sabit olur. Bu delil te'vile uğramış ayet veya hadis şeklinde olabilir. Mesela: Kur'an-ı Kerim'de: "Namaz kıl, kurban kes" (el-Kevser, 108/2) buyurulur. Burada, bayram namazı kılma ve kurban kesme emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir. Yani bunlar Hz. Peygamber için farz hükmünde olur. Ancak emrin, diğer müslümanlanları kapsayıp kapsamadığı kesin değildir. Ancak bu emirlerin diğer müslümanları kapsadığı daha kuvvetli görüştür. Böylece sünnetten daha kuvvetli, fakat ayetteki delaletin kesin olmaması yüzünden farz derecesine ulaşmayan bir emir çeşidi ortaya çıkmış olur ki buna vacip denir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, istanbul 1938, VI-II, 6200 vd.). 
3. Sünnet: İyi ahlak, iyi huy. Hz. Peygamber'in sözleri, fiileri, işleri ve takrirleri. Misvak kullanmak, cemaatle namaz kılmak gibi. Sünnet, müekked ve gayr-i müekked olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Müekked Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in devamlı işleyip nadiren terk ettikleri farz ve vacib olmayan amelleridir. Terkedilmesinde "itab" (kınama) vardır. Sabah, öğlen ve akşam namazlarındaki sünnetler ve çocukların sünnet ettirilmesi gibi.
b) Gayr-i Müekked Sünnet: Hz. Peygamber'in çok defa eda edip, bazan terkettikleri sünnet. Namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-i müekked sünnetlere müstehab ve mendub isimleri de verilir.
4. Müstehab: Buna mendub da denir. Hz. Peygamber'in bazan işleyip, bazan terk buyurdukları, selef-i sa-lihinin sevip işlediği ve rağbet ettikleri işlerdir. Bazı nafile namaz ve oruçlar gibi. Müstehabın hükmü; işlenmesinde sevap olup, terkinde kınama bulunmamasıdır. Müstehab genellikle gayr-i müekked sünnet ile eş anlamlıdır.
5. Mubah: Yükümlünün yapıp yapmamakta muhayyer bulunduğu işlerdir. Bunun hükmü işlenmesinde veya terk edilmesinde sevap veya kınamanın bulunmamasıdır. Eşyada asıl olan mubahlıktır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "O Allah arzda olan şeylerin hepsini sizin için yaratmıştır" (el-Bakara, 2/19). Bazan şartlar değişince, hükümler de değişir. Mesela, haram olan şeylerden yemek içmek mubahtır. Ancak ölmemek için ihtiyaç miktarınca haram olan şeylerden de yiyip içmek farz olur. Eğer yenilen mal, başkasına aitse, yiyen bunu tazmin eder. Bu şekilde yiyip kendisini ölümden kurtarmakla sevap bile kazanır. Yemenin namazı ayakta kılacak ve oruç tutmaya kolaylık olacak ölçüde tutulması mendub ve müstehabdır. Şişmanlık için yemek mekruh, misafire ikram dışında doyduktan sonra yemeğe devam etmek haram sayılmıştır. Ancak cihad gibi bir hizmet için güçlenmek üzere fazla yemekte bir sakınca görülmemiştir. Mubah ve meşrû eş anlamlıdır.
6. Haram: Yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen şeylere gayr-ı meşru denir. Bunlardan sûbut ve delalet bakımından kesin delille sabit olanlara "haram"; yalnız sübût veya delaletten birisi ile yasaklanmış bulunanlara ise "mekruh" denir. Harama, mahrem veya mahzur adıda verilir.
Haramın hükmü; terkine sevap, işlenmesine ceza gerekmesi ve helal ve mubah sayanın dinden çıkmasıdır. İçki içmek, kumar oynamak, anaya-babaya asi olmak gibi.
7. Mekruh: Subûtu kafi delaleti zanni veya subûtu zanni, delaleti kat'i delille sabit olan şeyler mekruh adım alır. Mekruhun hükmü amel bakımından haramın hükmü gibidir. Terkine sevap, islenmesine ceza korkusu vardır. Mekruhun helal olduğuna inanan kimse dinden çıkmaz. Midye istiridye, ıstakoz ve benzeri balık cinsinden olmayan deniz hayvanlarım yemek, cuma saatinde alış-veriş etmek, abdest ve gusülde suyu israf etmek. Mekruhun harama yakın olanına "tahrimen mekruh"; helale yakın olanına ise "tenzîhen mekruh" denir. Birincisi vacib karşıtı olarak kullanılır. Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf'a göre tahrimen mekruh, haram değilse de, ona yakındır. İmam Muhammed'e göre ise gayr-i meşru, haram demektir. Ancak haramlığına kesin delil bulunmadığı için "Mekruh" tabirini kullanmıştır. Mutlak sünnet kelimesi "müekked sünnet" anlamında kullanıldığı gibi, mekruh ifadesi de prensip olarak "tahrîmen mekruh" anlamında kullanılır. Ebu Hanife, mücerred mekruh kelimesiyle "tahrîmen mekruhu" kasdettiğini Ebu Yusuf'un soruşu üzerine açıkça ifade etmiştir (Mehmet Zihni, Nimet-i İslam, İstanbul 1316, s.4-12). Tahrîmen mekruh ifadesi de tenzihen mekruh ifadesi yerine kullanılır. Mesela; Başka su varken kedi artığı olan suyu içmek ve kullanmak tenzîhen mekruhtur. Abdestte suyu israf etmek mekruh olduğu gibi, çok az kullanarak guslü mesh derecesine getirmek de mekruhtur.
8: Müfsîd: Başlanan bir ameli bozan ve iptal eden kimsedir. Müfsidin yani başlanan bir ameli bozanın hükmü, bunu özürsüz olarak kasden yapmışsa cezanın gerekmesi, sehven yapmışsa cezanın gerekmemesidir. Başlanan bir orucu veya namazı bozmak gibi.
Sonuç olarak akıllı ve ergenlik çağma gelmiş olan her mü'minin günlük hayatta yapmış olduğu fiiller yukarda açıkladığımız sekiz maddeden birisine girer. Mesela; meşru yoldan kazanç elde etmek helal; rüşvet almak haram, ihtiyaç halinde karz-ı hasen almak mubah (caiz); muhtaca ödünç para vermek mendub; borcunu ödemek farz; sıkıntıda olan borçluya genişlik zamanına kadar süre vermek vacibdir. Dinin emir ve yasaklarım öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn; başkalarına fayda verecek derecede ilim öğrenmek farz-ı kifaye; şer'î ilimlerde ihtisas sahibi olmak mendub; övünmek için öğrenmek mekruhtur. Satım akdinin gerektirmediği ve taraflardan yalnız birisinin yararına olan bir şart müfsid ve böyle bir akid fasittir. Her insan gücü dahilindeki fiilleri yapmakla mükelleftir. Gücünün dışındaki işlerle sorumlu tutulmaz. (Fakir olana zekat ve hacca gitmerksznin emredilmesi gibi).

   Bu hükümlerin kaynakları da aslî ve fer'î olmak üzere ikiye ayrılır:

    Aslî Kaynaklar:
    1- Kitap: Kur'an-ı Kerim İslam'da ana kaynaktır.
   2- Sünnet: Hz. Peygamber'in kavli, fiili ve takriri sünneti ikinci kaynaktır. Sünnet, Kur'an'ın kapalı ve mücmel ifadelerini açıklar, umumi hükümlerini tahsis eder, çoğunluk İslam hukukçularına göre nasih ve mensuhu bildirir. Diğer yandan Kur'an'da asılları sabit olan farzları tamamlayıcı hükümler getirir ve Kur'an'da bulunmayan bir kısım hükümleri beyan eder.
    3- İcmâ: Birleşme, ittifak etme anlamına gelen icmâ, terim olarak; Hz. Peygamber'den sonraki bir çağda amele ait bir meselenin şer'i hükmü üzerine, İslam müctehidlerinin birleşmesidir. Ashab-ı Kiram bir mesele üzerinde ittifak ederlerse Devlet işleri buna göre yürütülürdü.
    4- Kıyas: Hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla hakkında ayet-hadis bulunan meselenin hükmüne bağlamaya "kıyas" denir.
    Fer'i Deliller:
    1- İstihsan: Güzel bulmak, güzel görmek anlamına gelen bu terim; müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı bir meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükme baş vurmasıdır. İmam Malik'in; "İstihsan ilmin onda dokuzudur." dediği nakledilir.
    2- Örf ve adet: Hanefi ve Malikilere göre ayet-hadis bulunmayan yerde örf deliline dayanılır. Bunun huccet oluşu: "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir. Müslümanların çirkin gördüğü şey, Allah katında da çirkindir." (Ahmed b. Hanbel, I, 379) hadislerine dayanır.
    3- Maslahat: İslam genel olarak bütün hükümlerinde fert ve toplum yararını ön plana almıştır. Kur'an'da; "Seni alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107) ve "Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllere bir şifa ve hidayet, müminlere bir rahmet gelmiştir" (Yunus, 10/57) buyrulması bunu ifade eder. İslam, beş unsuru korumayı amaç edinmiştir. Din, can, mal, akıl ve nesil.
    4- Sedd-i zerâyi: Kötülüğe giden yolu kapama, süi istimali önleme demektir. İslam'da harama vasıta olan şey haram, mübaha vasıta olan şey de mübahtır. Burada fiili işleyenin kastına bakılmaksızın, fiil sebep olduğu sonuca göre hükme bağlanır. Mesela, Kur'an'da: "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler" (el-En'am, 6/108) buyurularak putlara sövülmesi yasaklanmıştır.
    5- İstishab: Geçmişte sabit olan şeyin prensip olarak hal-i hazırda ve gelecekte de devam etmekte olduğunu kabul etmek demektir. Mesela; bir şey için asıl olan mübahlık ise, haramlığı sabit oluncaya kadar onun yenilmesi mübahtır.
    6- Önceki Şeriatlar: Semavi dinlerin hepsi ortak kaynaktan beslenmiştir. Bu da vahiy kaynağıdır. İslam'dan önce gelen kutsal kitablar her ne kadar tahrif edilmişse de içlerinde gerçek vahiy ürünü bilgiler de vardır. Bu yüzden onları toptan red uygun olmaz.