- Bürhan-ı Temanü
- Hâkimiyetin ortak tanımaması delili
- Nizam delîli
- Vahdette kolaylık, kesrette zorluk olduğu delîli
- Şirk nedir?
- Şirkin nevileri
İslâm İlâhiyat âlimleri (Kelâmcılar) Allah'ın birliğini isbat
için çeşitli deliller zikretmişlerdir. Bunların en önemlisi Bürhan-ı temanü' delilidir. Her akl-ı
selim sâhibi bilir ki, ulûhiyet sıfatına sahip olan ve vücudu hariçten bir varlığın değil, zâtının
gereği bulunan varlık, tam bir kudret mâliki, mutlak bir hüküm ve galebe sâhibidir. Bu hâl, ulûhiyetin îcabıdır.
O halde ilâh olan varlığın kudret ve kuvveti karşısında durabilecek bir rakibi bulunmaması
gerekir. Aksi takdirde kudreti noksan, kendisi nâkıs bir varlık olur. Böyle bir varlık da ilâh olamaz. Şimdi
her bakımdan birbirine denk iki ilâh bulunduğunu farz edelim. Yaratmakta ve hükmetmekte bağımsız
hareket etmeleri ilâhlığın tabiatı icabı bulunduğundan, bu iki ilâhın her zaman ittifak
edip anlaşmaları imkânsızdır. Tam bir kudret ve galebe sahibi olan her bir ilâhın, kendi arzusuna
muhalefet edilmesine rıza göstermesi de muhaldir. Şu halde, her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın
bulunduğunu farzettiğimizde, aralarında ihtilâf ve arzularında çatışma olacağı kesindir.
Böyle bir ihtilâf sonunda, meselâ ilâhların biri bir şey'in olmasını, diğeri de olmamasını
istese, aklen şu üç ihtimalden biri olacağı muhakkaktır. 1. Ya iki ilâhın da dediği olacaktır.
2. Veya her ikisinin de dediği olmayacaktır. 3. Yahut ilâhlardan birinin istediği olurken, diğerininki
olmayacaktır. Bu ihtimallerden herbiri de aklen muhal ve imkânsızdır. Her ikisinin de istediği olsa, bir
anda bir şey'in hem olması, hem de olmaması, yani, vücud ve adem gibi iki zıddın bir araya gelmesi
durumu ortaya çıkar ki, bu mantıken imkânsızdır. Her iki ilâhın da istediklerinin olmaması,
bir anda bir şey'in hem vücuddan, hem de ademden mahrum kalması, yani, zıdların ortadan kalkması
demektir ki, bu da aklen ve mantıken muhaldir. Bundan başka, istekleri yerine gelmeyen ilâhların acziyete düşmeleri
de söz konusudur. Âciz olan varlıklar ise, ilâh olamazlar, bir şey yaratamazlar. Üçüncü ihtimal gereğince,
ilâhlardan birisinin arzusu tahakkuk eder, diğerininki tahakkuk etmezse; arzusu yerine gelmeyen ilâh âciz olur, âciz
olan ise ilâh olamaz. Ayrıca ulûhiyet sıfatlarında eşit olduklarını zikrettiğimiz iki ilâhtan
birinin âciz olduğu sabit olunca, âciz olana eşit olan diğerinin de âciz olacağı sabit olur. Böylece
her iki ilâhın da aczi lâzım gelir. Âciz olan varlıklar da ilâh olamazlar. Bu şekilde bütün ihtimallerin
bâtıl olduğu ortaya çıkınca, iki ilâh faraziyesinin bâtıl olduğu da kendiliğinden sabit
olur.
Hâkimiyetin en esaslı ve vazgeçilmez kanunu, istiklâliyettir. Yani, gayrın müdahalesini
ve saltanata ortaklığını reddir. Hâkimiyetin zayıf bir gölgesine ve küçük bir cilvesine mazhar olan
âciz insanların bile, istiklâliyetlerini muhafaza için dış müdahaleleri nasıl şiddetle reddettiği
ve kendi işine başkalarının karışmasına nasıl müsamahasız davrandığı
meydandadır. Hattâ hâkimiyetine karışabilir tevehhümüyle, en dindar padişahlar bile, mâsum çocuklarını
ve sevdikleri kardeşlerini öldürtmüşlerdir. Bu da hâkimiyette gayrın müdahalesine yer olmadığı
gerçeğinin ne derece kat'î ve esaslı olarak hükmettiğini apaçık göstermektedir. Acaba âciz ve yardıma
muhtaç insanlardaki hâkimiyetin bir gölgesi bu derece müdahaleyi reddeder, hâkimiyetinde iştirâki kabûl etmez, istiklâliyetini
ne pahasına olursa olsun muhafazaya çalışırsa; elbette "rububiyet derecesinde mutlak hâkimiyeti, ulûhiyet
derecesinde mutlak âmiriyeti, ehadiyet derecesinde mutlak istiklâliyeti olan" Cenâb-ı Hakk'ın ne derece şerikten,
ortaktan, nazîrden, rakipten uzak olacağı anlaşılır. Bu bakımdan istiklâliyet ve infirad (teklik),
Allah'ın mutlak hâkimiyetinin zaruri bir neticesidir.
Kâinat yüzünde zerrelerden yıldızlara kadar varlıkların tek tek herbirinde
ve umumunda görülen nihayet derecede mükemmel bir nizam ve intizam, tevhide en büyük delil, en parlak bürhandır. Çünkü
kâinattaki ilâhî icraat ve îcada, bir tek Sâni'den başkasının müdahalesi olsa, bu gayet hassas nizam ve muvazene
bozulacak ve her tarafta intizamsızlık eseri görünecekti.
Eşyanın îcadı, bir tek Sâni' ve Hâlika verilirse, bir tek varlık gibi
kolay olur. Eğer tabiata, tesadüfe isnad edilirse, bir tek sinek, semâvât kadar; bir çiçek bir bahar kadar; bir meyve
bir bahçe kadar, zor ve müşkilâtlı olur. Kâinatta eşyanın îcadında nihayetsiz bir sühûlet ve kolaylık
görüldüğüne göre, Sâni'in tek ve vâhid olduğu anlaşılır...
Şirk kelimesi, ortaklık demek olup, tevhid kelimesinin zıddıdır.
Şerik ise, ortak demektir. Kur'ân-ı Kerîm insanları tevhide, yani, Allah'ın birliğini kabûle dâvet
etmiş, O'na zâtında, sıfat ve fiillerinde başkalarını şerik (ortak) kılmaktan şiddetle
men'etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm, ayrıca şirkin pek büyük bir günah ve zulüm olduğunu, Hak Teâlâ'nın
kendisine şirk koşulmasını asla afvetmiyeceğini, bundan başka olan günahları - dileyeceği
kimseler için - afv edeceğini de bildirmiştir. Yeryüzündeki herşey kendi emrine ve hizmetine verilmiş
ve idaresine terkedilmiş olan insanın, kendi hizmetinde olan bâzı varlıkları ilâh kabûl ederek Allah'ı
bırakıp onlara ibâdet etmesi ve onları Allah'a şerik koşması gerçekten son derece ağır
bir günah, büyük bir zulümdür. Şirkin günah ve zulüm oluşu, sadece Allah'ın hukukuna karşı bir tecavüz,
iftira ve hakaret oluşu sebebiyle değildir. Şirk aynı zamanda kâinatın ve umum mahlûkatın hukuklarına
karşı da büyük bir hakaret ve tecavüzdür.
Şirkin başlıca nevileri şunlardır:
1. Allah'ı bırakarak, O'ndan başka canlı veya cansız varlıklara
tapmak ve onlara ibâdet etmektir. Hayır ilâhı, şer ilâhı diye iki ayrı ilâha tapan Mecusîlerin şirki
bu nevidendir. 2. Allah'a inanmakla beraber, O'na başka varlıkları şerik (ortak) koşmak, yani, Allah'tan
başka bâzı varlıkların da ulûhiyet sıfatı ile muttasıf olduğuna inanmaktır. Hıristiyanlıktaki
teslis akîdesi bu kısma girer... 3. Bu âlemin yaratıcısının bir olduğunu kabûl etmekle birlikte,
O'na yakınlığı te'min için, put, heykel gibi cansız eşyaya ibâdet etmektir. Putperestlik bu
kısma girer. 4. Şirkin diğer bir şekli de, insanların bâzı insanları Rab kabûl etmeleri,
yani, onlara körü körüne inanarak, Allah'ın emir ve yasakları yerine onların emirlerini yapmaları, yasaklarından
kaçmalarıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de Yahudilerin hahamlarını, Hıristiyanların da râhiblerini
Allah'tan başka birer rab edindikleri beyan edilmektedir. 5. Şirkin en yaygın görülen bir şekli de, insanın
kendi heves ve süflî arzularına perestiş edip körü körüne uyması, hevâsını kendine bir nevi ilâh
edinmesidir. Kur'an'da: "Kendi heves ve arzûlarını ilâh ve mâbud edinen kimseyi gördün mü?" buyurulmak suretiyle
bu gibiler kötülenmiştir. 6. Bir de gizli şirk vardır ki, bu da riyâdır. Yani ibadeti ve iyilikleri yalnızca
Allah rızâsı için yapmak yerine, başkaları görsünler, beğensinler diye yapmak demektir. Böyle yapılan
bir ibadette, bir nevi Allah'a şirk koşulmuş olmaktadır. Peygamberimiz bunu şirk-i hafî olarak vasıflandırmıştır.
Mü'min gizli - âşikâr, açık - kapalı her türlü şirkten dikkatle kaçınmalıdır. Hakikî tevhide
ancak bu şekilde ulaşılır. Kur'ân-ı Kerîm'de şirkin bütün nevileri şiddetle reddedilmiş;
hakikî tevhid inancı bütün insanlığa telkin edilmiştir.
|