HAKKIDIR HAKKA TAPAN MILLETIMIN ISTIKLAL

begenilen yazilar

ana sayfa
ARAPCA
Benim Siirlerim
güzel söz
INGILIZCE
kuran ogreniyorum
kuran-i kerim
40 hadis
elmalili tefsiri
islamacevap sitesini kuranlara benim sitilimle reddiye ve cevap
islamda hicret
3 aylar
incil
dinler arasi diyalog nedir?
who is paraclet?
osmanli tarihi
sozluk
program indir
kissadan hisse
esma ul husna
alimler
islami siteler
tefsir
arapca genel
misiri taniyalim
kiyamet alametleri
firavunlarin sonu
Danamarka ne istiyosun muslumanlardan
siyonizm donemi
indir
ezgiler
kitaplar
istiklal marsi
fetvalar
zuhru ahir nedir?
satista vade varmidir?
miras
israiliyyat nedir?
bush`a ithaftir
ilahiler
faydali linkler
firkalar
mehdi kimdir?
ehli sunne vel cemaat
nesefi akidesi
Selam
begenilen yazilar
siyer-i enbiya
usul nedir?
islam tarihi
gizli dunya siyonizmi
tevhid delilleri
teklif ve mukellef
tasavvuf
Namaz hocasi
Veda hutbesi
fikhul ekber
Uydurma hadis nedir?
kelam
iman nedir? islam nedir?
yeni fikirler
MISIRDA OSMANLI ESIR KAMPI VE ERMENILER
sozde ermeni soykirimi nedir?

Din ve muallak konular

Aşağıdaki yazı Serbest Kürsü kategorisindedir ve içeriğinden metnin yazarı olan Faruk Nur sorumludur.

Kader
Soru: Madem, herşey bir kader defterinde yazılı ve her şey ona göre oluyor. O halde insanlar niçin cehenneme gidiyor?

Cevap: Evet, her şey bir kader defterinde yazılı ve her şey ona göre oluyor. Ama, defterde yazılı olduğu için o şey olmuyor.

Mesela; Meteroloji uzmanı, uydudan gelen fotoğraflara bakarak geleceği görebilmektedir. Bir insan ne kadar yükseğe çıkarsa hem görüş alanı genişler hem de geleceği görebilir. Uzman, uydudan görüyor ki, Türkiye'nin batısından yağmur bulutları geliyor. Bulutların hızını ve yönünü hesaplıyarak, hemen defterine şunları yazıyor; ”Yarın Türkiye bulutlu ve yağışlı olacak”. Bulutların gelmesine bir gün var. Bir gün sonra Türkiye bulutlu ve yağışlı olsa; Acaba meteroloji uzmanı bir gün önceden deftere, bu olayı yazdığı için mi olaylar oluyor?Yoksa uzman olayları uydudan önceden gördüde mi yazdı.

Doğru cevap; Gördüde yazdı. Yazdığı için olaylar olmamakta, fakat olayın öyle olacağını önceden görüp yazmıştır.

Mesela; Aklı başında bir kişiyi, siz sırtınıza alsanız, nereye gitmek istersen seni oraya götüreceğim deseniz. Diyelim ki iki yol var biri tehlikeli yol, öteki tehlikesiz. Siz baştan o kişiye uyarıda bulunarak her iki yolun durumunu anlatsanız, buna rağmen o kişi beni tehlikeli yoldan götür dese, o tehlikeli yolda başına bir kaza gelse, size diyebilir mi ki, bak senin yüzünden başıma bu kaza geldi? Diyemez. Çünkü kendi iradesiyle tehlikeli yolu seçmiştir. Götüren değil, isteyen suçludur.

Güç ve kuvvet yalnız Allah'tandır. Bunu felçli hastalar daha iyi bilir. Götüren Allah'tır, fakat tehlikeli yolda gitmek isteyen, insan suçludur. Hem insan başıboş bırakılmış da değildir. Cüz-i iradesinden başka kendisine ait günahları ve borçları vardır. Sevaptaki hissesi ise pek azdır. Kimin ve neyin sayesinde sevap işlemiştir düşünmesi gerekir.

Allah
Bir zaman gayet zengin bir ressam, sergi açmak istemiş, fakat sahnenin gerisinde durmuş kendisini konuklara göstermemiş. Konuklara hertürlü ikramı yapmış. Sergiyi gezen misafirler, harika resimlere bakmışlar, ne kadar güzel resimler diyerek aralarında konuşurlarken birisi, ressamı göremediği için, acaba bu resimler nasıl olmuştur diye bir soru ortaya atmış. Bir kısım insanlar, bu resimler kendi kendine olmuştur demişler. Bir kısım insanlar resimleri tabiiyyat kanunlarının yaptığını iddia etmişler. Bir kısım insanlar ise resimleri, resmi meydana getiren, boya, fırça, tablo birlikte bu resmi kafa kafaya vermişler meydana getirmiştir demişler. Bir kısım insanlar ise, harika resimleri ancak bir ressam tarafından yapılabileceğini söyleyerek, kendilerine ikramda bulunan ressamı içeriden, alkışlar ile davet edip, kendisiyle tanışmış ve teşekkür etmişler. İşte biz o ressama Allah diyoruz. Ressamdan farkı, gerçek ve canlı resimler yaratmasıdır.

Resim, ressamın bir parcası olmadığı gibi; ressam da, resmin bir parçası değildir.

Soru:Peki, Allah'ı kim yaratmıştır? Sorusu (şeytanın insanları kandırmak için sorduğu sorudur) genellikle insanların kafasının karışmasına yol açmış, bu soruda takılıp kalmışlardır. İnsanların bu sorunun cevabını bulmaya çalışması nafiledir.

Mesela; Diyelim ki, bir saraya girmek için yüz kapı var, ama bir kapı kapalı ve sarayın sahibi ancak o kapıyı açabilir ve anahtarda sadece ondadır. Dışarıdan saraya girmeye çalışan biri, açık doksandokuz kapının herhangi birinden içeri girebilir. Fakat kapalı kapının önünde durup o kapıyı açamayınca, bu saraya girilemez diyemez. Çünkü diğer doksandokuz kapı açıktır. Aynen öyle de, "Allah'ı kim yaratmıştır?" sorusu farzedelim ki kapalı bir kapıdır. O kapının anahtarı sadece Allah'tadır. Allah'a inanmak için doksandokuz kapı açıktır. Ama inat edip, kapalı kapının önünde durmak ve saray sahibini inkar etmek ve açık kapıdan saraya girmemek akıl karı değildir.

"Peki Allah yoksa, bu kainatı kim yaratmıştır? Bu kainat nasıl olmuştur? Yani yukarıdaki harika resimler nasıl olmuştur?" sorusunun cevabını inat edenlerin vermesi gerekir.

İlmin kapısı Hz.Ali şöyle der;

”Varsayalım ki inanmayan inat edenlerin dediği gibi Allah, ahiret, cennet, hesap kitap vs yok. Ne inanana bir şey olur, ne de inanmamakta inat edene. Ama ya varsa? İnanana yine bir şey olmaz. Ama inanmamakta inat eden; işini şansa bırakmış olur ki bu da akıl karı değildir"

Tevekkül ve dua

Bir çifçi, evvela (önşart); ürün almak için,

1- Toprağını nadasa koyacak,
2- Toprağını sürecek, tohumu dikecek,
3- Sulayacak.

Sonra; Allah'a, ürün vermesi için kavli(sözlü) dua edecek. Çünkü bir afet gelir, ürünü alıp götürebilir. Mesela; Çekirge ve sel afeti gibi. Şartlardan birinin eksik olması, neticeye engeldir.

Dua eden kişi için o istediği, kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını dua eden bilemez. O halde duam niye, niçin kabül edilmedi diye üzülmemelidir.

Mesela; Bir anne ve baba hiçbir zaman çocuğunun kötülüğünü istemediği için, terbiyeye muhtaç çocuğunun her istediğini de yapmaz. Bu imtihan dünyasında, sınırlı ve kayıtlı olduğumuz için her istediğimizi elde edemeyiz. Her istediğimizi yapamayız. Fakat her istediğimizi elde edecek ve her istediğimizi yapabileceğimiz bir yer vardır ki o yere cennet derler.

Her şeye muhtaç olan kişinin, Samed olan Allah'ın kapısını çalması doğru bir şeydir. Yanlış olan, herşeye muhtaç bir kişinin, kendisini hiçbir şeye muhtaç olmadığını zannetmesi ve dua etmemesidir.

Şeytan
Şeytan'ın aslı cin olup ateşten yaratılmıştır. İnsanın apaçık bir düşmanıdır. Mahlukatı Allah'a düşman etmek için fırsat kollar. Bu hayatı insanlar için cehenneme çevirmeye çalışır. İnsan şeytan'dan her bakımdan üstündür. Fakat Şeytan'ı da hafife almamak gerekir. Çünkü Hz.Adem babamız ile Hz.Havva annemizin cennetten çıkmasına vesile olmuştur. Biz şeytanın inadına, bu dünyayı cennete çevirmek için çalışmalıyız.

Sakın sizi Şeytan, Allah afedicidir diye yanıltmasın. Çünkü, Allah af edicidir ama, kul hakkı hariçtir.

Şeytan, Allah'ı inkar etmemektedir ama, O'na düşman olduğu, iman etmediği için ezeli ve ebedi olarak cehennemden çıkamayacaktır. İnkar etmemek ayrıdır, iman etmek ayrıdır, hiç inanmamak ise, hiç mi hiç akıl karı değildir. İnsanlar korku ile ümit arasında olmalı. Acaba "Cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?" sorusunu merak etmek yerine, en kötü ihtimali göz önüne alarak, tedbirimizi almak; daha akıllıca bir iş olsa gerektir.

Allah’tan ancak O'na iman etmeyenler ümidini keser. Son nefese kadar, kimin ne olacağı, (şeytan hariç) bizce mechuldur. Cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem dahi lüzümsuz değildir.

Din
Her semavi hak dinler, medeniyetin ve insanın maddeten ve manen yükselmesini, daha iyiye ve ileri gitmesini savunur. İslam; "Bir lokma, bir hırka" felsefesine karşıdır. Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya teşvik eder. "İki günü aynı olan ziyandadır", "Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir", "Haksız yere bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir" düşüncesini savunur. Tek ilah vardır. O ilahın adı Allah'dır.

Zerrece Allah'a imanı olan ve O'na düşman olmayan herkez, hesaptan sonra cennete girecektir. İslam; Peygamberi Hz.Muhammed'tir, Kitabı Kuran-ı Kerim'dir. Bir Müslüman, hem İncile, hem Hz.İsa'ya, hem Tevrat'a, hem Hz.Musa'ya yani tüm semavi kitap ve peygamberlere zaten inandığı için din değiştirmesi, hiç mi hiç akıl karı değildir.

Namaz
Dininin direğidir. Bir insanın, "Allah'ın benim namazıma ihtiyacı yoktur" demesi hasta birisinin doktora "Ey doktor senin ilaca ne ihtiyacın var" demesine benzer ki, Allah'ın bizim namazımıza elbetteki ihtiyacı yoktur. Bizim namaza ihtiyacımız vardır. Bedenin havaya ve suya ihtiyacı olduğu gibi, ruhun da manevi gıdaya ihtiyacı vardır ki o gıdalardan birisi de "Hu" kelimesidir. İnsanlar her nefes verişte bilmeden, gayri ihtiyari "Hu" derler. "Hu" Allah demektir. Aslında her şey Allah'ı anmaktadır. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin sebebi ve hikmeti, Allah'ı tanımak, O'na dua ve ibadet etmektir.

Hayat
Helal şekilde çalışınız, kazanınız, yiyiniz, dağıtınız, paylaşınız ama israf etmeyiniz.Kara günler, yaşlılığınız ve ahiret içinde,azık ayırınız. İlimin ,malın ve kuvvetin önemini fark ediniz.Bunları insanlığın hayrı için ve helal bir şekilde kullanınız.

Şeytanın, dünyayı fesada veren ve insanlar için dünyayı çehenneme çeviren, "Sen çalış ben yiyeyim ve ben tok olayım başkası açlıktan ölsün, bana ne" düşüncesini, ortadan kaldırmak ve sosyal dengeleri kurmak için çalışmak insanlığa yapılacak en büyük hayırlardan biri olsa gerektir.

İlim
Bir zaman iki ayna var imiş, her iki ayna da yüzlerini gökteki güneşe çevirmiş. Aynalarda akseden, tecelli eden güneşi, insanların yüzlerine her iki ayna da çevirdiğinde, insanların gözlerini kamaştırmışlar.

Aynalardan biri gururlanarak ben insanların gözlerini kamaştırdım diye gururlanmış ve kendisinde bir şeyler olduğunu tevehhüm, zan etmiş. Diğer ayna ise mütevazı bir şekilde, aslında kendisinde bizatihi bir şey olmadığını, gökteki güneş olmasa hiçbir şeye yaramadığını, önceki aynaya söylemiş.

İşte gururlu ayna, sihir ve büyü gibi zararlı ilimler ile ilgilenip insanları kendisinin etkilediğini zanneden şeytan gibidir. Ama mütevazı ayna ise mücize ve kerametin asıl sahibinin kendisi olmadığını bilen ve faydalı ilimler ile ilgilenen bilge kişidir.

Gıbta edilecek kişi gökteki güneşin ısı ve ışığına mazhar olan kendisini güneş zannetmeyen ama güneşi gösteren, kişidir. Bu aynaların en güzelleri peygamberlere aittir. En kötüleri ise şeytan ve şeytan gibilere aittir. Şeytan ve şeytan gibi kötü kişilerin şerrinden Allah'a sığınmak gerektir. Çünkü insanları ve insanlığı tesirleri altına alabilmekte ve aldatabilmektedirler. Her insan kabiliyeti nispetinde güneşe mahzar olabilir ve olmalıdır da.

Asıl olan aynayı insanlığın hayrına kullanmak ve ayna olduğunu hiçbir zaman unutmamaktır. Aynadan kasıt insan, güneşten kasıt ise Allah’tır.

Güneş bize ışık ve ısısı ile çok yakındır. Biz ise Güneş'e çok uzağız. Ama ayna vasıtasıyla, bir nebze Güneş'in özelliklerini anlayabiliriz. Veya uzay mekiği ile Güneş'in hakiki nuruna ve ısısına yaklaşabiliriz, onu yakından inceleyebiliriz ki, bunu mirac hadisesinde Hz.Muhammed bizzat Refref’e binerek çok kısa bir zaman zarfında yapmıştır. Cenneti, cehennemi ve kainatın yaratıcısını görmüş, "Gidipte gören mi var veya gidipte dönen mi var" sorusunu da cevapsız bırakmamıştır.

Mesela, koca bir kütlesi olan dünyamızı, vasıtasız ve çok süratli bir şekilde götüren ve döndüren, bir insanı elbette ve evleviyetle daha hızlı ve kısa bir sürede götürmeye ve geri getirmeye muktedirdir ve aynen öylede olmuştur.

İnsanlığa faydalı bilgileri, tanıdık, tanımadık, başkaları ile de paylaşınız, yayınız. Ben bu bilgileri bilmiyordum, bana kimse öğretmedi diyen kişinin hesabı; bilenden, bildiği halde susandan ve hakikatı ve doğruyu yaymayandan sorulacaktır. Malın zekatı olduğu gibi, ilminde zekatı ve kuvvetinde bir zekatı vardır. Bilen ile bilmeyen bir değildir. İlim müminin yitiğidir, nerede olursa alır. İlim Çin'de de olsa alınız. Hayatta, en hakiki murşit ilimdir. Faydalı tüm ilimlerden istifade ediniz, ettiriniz. Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. Okuyunuz, okutunuz. Ne demiş Yunus Emre, "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen ilim nice okumaktır".

Ruh nedir
Ruh insanın aslıdır, kendisidir. Mahiyeti, bir şekli sureti ve şuuru olan bir kanundur, yerçekimi kanunu gibi, ama yerçekimi kanununun bir şekli, sureti ve şuuru yoktur. Fakat dünyadaki işleri yapabilmesi için, ruhun elbisesi, bineği mahiyetinde olan bedene ihtiyacı vardır.

Ruh katiyen bakidir, yani ölümsüzdür. Ey insanlar, baki bir aleme gideceksiniz, o halde hazırlıklı olun. Ölüm, ruhun bedenden çıkması daha önce vefat etmiş olan sevgili anne ve babanızın ve dostlarınızın yanına gitmektir.

Mesela; bir şöför nasıl aracından inince araba hiçbir işe yaramaz ise, ruh da beden aracından inince, beden hiçbir işe yaramaz. Kabre konan bedendir. Siz ise ruhsunuz. Ruh berzah alemine gitmektedir. Ölüm yokluk ve hiçlik değildir. Kim yok olmak ister ki? Ezeli ve ebedi bir Allah'ın sevgili mahlukatıda ebedi olmalıdır. Fakat mahlukatın ebediliği bizatihi değil, Allah'ın dilemesiyledir.

Ey insanlar ve cinler ezeli ve ebedi cennete girmek, ebedi yaşamak, her istediğini yapmak ve Allah'ı görmek istemezmisiniz.

Ey sevgili ruh, bunun için Allah'a şükretmeli ve iman etmeli değil misin?

HULASA
Allah birdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ne bir başkası O’nu yaratmıştır ne de O’nun bir çocuğu vardır. O’nun eşi ve benzeri yoktur.

Tarikat Çemberi

Bugun 5 kez okunmuş
Aşağıdaki yazı Serbest Kürsü kategorisindedir ve içeriğinden metnin yazarı olan Ali Serttürk sorumludur.

Yıllardır bir lokma haram karışmasın diyerek biriktirdiği üç beş kuruşunu, kolundaki bileziği ya da emeklilikden aldığı toplu parayı, sözde insanların imanını güçlendiren, onların duygularını okşayıp, kendilerinin vasıtası ile dini inançlarının daha da kuvvetleneceğini ve bu sayede cennete gitmenin daha kolay olacağını aşılayan tarikatlara ve tarikat şeyhlerine kaptıranları duymuşsunuzdur.

Bu tür olayların yaşanmış olduğu Ortaçağ Hristiyanlık inancında, parası olan belli kişiler, belli bir ücret ödemeleri sayesinde hem yakınlarının hem de kendilerinin arafta acı çekmeyeceklerine ve cennete gideceklerine kendilerini inandırmışlardır. Günümüz tarikatlarının da Ortaçağ zamanında parayla cennet tapusu satın alan zihniyetten hiçbir farkı yoktur. Kendisinin bir yaratıcıya inandığını söyleyen, bütün güce ve kudrete yanlızca onun sahip olduğuna ve yeri-göğü yaratanın da o olduğuna inandığı halde, bu büyük güç ile kendisi arasında hiçbir aracıya ihtiyaç olmadığı savını yeterli görmeyenler kendilerini tarikatın çemberi içine buluverirler ne yazık ki.

Aklı başında bir birey, nasıl olur da, kendisi gibi nefes alan, cinsel ihtiyaçlarını gören, hayatın tüm nimetlerinden yararlanan (fazlasıyla), en az diğer insanlar kadar günahlı ve dünya işleriyle meşgul olan bir insana bu kadar bağlanabilir ve kendisini bu insanin kontrolü altına bırakabilir? İnsanları bir çatı altında toplayan ve çemberin dışına çıkanları şeytan kapar oyunlarıyla kandıran sözde tarikat şeyhleri, kendilerine keramet bulamayıp Devlet hastanelerinden çıkamazken, insanlara deva olacaklarını nasıl iddia edebilirler?

Asıl suç, zavallı dediğimiz ve bu türlü oluşumlara bel bağlayan zihniyettedir. Evinin en güzel ve en temiz yerinde duran kutsal kitabı (Kuran'ı Kerim) halen Arapça okuyan ve bir kelimesini dahi anlamayan bu zihniyet Kuran-ı Kerim'i hatim ettiğini sağda solda övgüyle anlatır. Böyle insanlar kendi ana dillerine çevrilmiş olan kitabı okumayıp, Arapça okumakta diretmektedirler. Ve hatta Arapça okuduğunda daha fazla sevap kazanacagına inanmaktadırlar. Ancak kitabı fikri olarak anlayamamakla beraber, içerisinde yazılı buyrukları ve Allah'ın insandan neler beklediğini ancak kulaktan duyma ya da güvendiği şeyhinin anlattıkları şekilde ögrenmektedirler. Allah'ı daha yakından tanımayı amaçlayan tarikat üyeleri, tarikatların ardı sıra gidip, hayatlarını bu doğrultuya endekslerler ve tarikat şeyhlerinin hiç yanlış yapmayacağına kendilerini inandırmaktadırlar.

Başta sade ve masum olan inançlı birey, şeyhin kontrolünde derinleşmeye ve ilmi öğrenmeye çalışır. Tabii bu çabaları uzun bir süre devam eder. Derinleştikçe imanının kuvvetlendiğine inanan bu insanlar, daha da fazlasını isterler. Ancak belli bir süreden sonra beyni iflas eder ve psikolojik sorunlar yaşamaya başlarlar. Ve soluğu akıl hastahanesinde alırlar.

Kurulmuş bütün bu tarikatlara herhangi bir insanın ihtiyacı olacağına inanmıyorum. Gerçeği tarikatlarda arayan gerçekten samimi, inançlı insanlara inandıkları Allah - Kitap - Peygamber üçlemesinde kalmalarını tavsiye ediyorum.
Yazan: Ali Serttürk
Tarih: 9/14/2006
Kategori:
Toplum - Detay
Popülerlik İndeksi: 152.6/844




Yorumlar


#1

Tarikatçılık İslam'ın saptırılmasıdır. İslam söylendiği gibi Hint yarımadasından balkanlara kadarki yayılımında tarikat etkeni olmuş olsa da, yanlışlarla yayılan bir şey elbetteki yanlıştır.

Bu din olsa da böyledir. Akıl, Kur'an ve sünnet bize yetmeli. Hakiki mürşit Kur'an ayetleridir.


Yazan: İsmail Ötegen | 9/14/2006

#2

Sevgili Alicim yazılarını çoktandır takip etmekteyim. Bu yazın da diğerleri gibi mükemmel ve iç gıcıklayıcı. Hatta bazı kişileri hasta bile edebilir.

Sakın yolundan saptırmaya çalışanlara taviz verme asla. Yazılarının devamını dilerim.


Yazan: Turan | 9/14/2006

#3

Ali kardeş, yazını okudum. Ne bir eleştiri ne de bir düzeltme. İzninle birkaç ekleme yapmak istiyorum. Önce, "Allah-Kitap-Peygamber" üçlemesine, insanı ilave etmemiz gerektiğine inanıyorum. Tüm Kitaplar da, Peygamberler de, İnsana doğruyu, iyiyi vs. anlatmak, öğretmek için geldiler, fikrinden yola çıkabilirsek şayet.

Tarikatlara gelince, bunlar oldum olası varlar. Dinlerin gelmeye başladığı günden, bugüne dek çoğalarak var oldular hep. Bugün neden bu kadar güçlü, olduklarını kurcaladığımızda; Bazıları kendilerini birey olarak, silik, ya da güçsüz bulduklarından, kendilerine şahsiyet edinme çabası içindeler, bunun adını, ait olma, güçlü olarak algıladığının taraftarı olma psikolojisi de koyabiliriz.

Bazıları da çıkar peşindeler, sevdikleri, inandıkları birinin peşine takılıp, doğrusunu yaptığına inananlar da var. Kanımca büyük bir çoğunluk, ülke otoritesine olan inançsızlıklarından dolayı, kendi yöneticilerini kendilerince seçmenin peşindeler (iktidardakilere bak) ilk aldatılanlar da kendileri oluyorlar.

Parasını kaptıranlara gelince, onlar sadece ve sadece aç gözlü oldukları için bugün aldatılmışlar(en hafif tarifi bence) konumundalar. Onlara yüksek kar payı (faiz olduğunu bal gibi biliyorlardı) sözü verildiği için,
paraları kanatlanıp onlardan önce cennetin pazarlayıcılarına gitti.

Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunmayışına gelince. O belli çevreler tarafından bilhassa engelleniyor.

Burada bir parantez de iş takip bürolarının çokluğuna açalım. Tarikatlar da bir nevi iş takip bürosu sayılırlar. Üyeleri için, cüzdana sığınıp, Yaratan’dan torpil yapıyorlar. Kısacası, ülke idaresine talip olanların kapasiteleri küçüldükçe, tarikatlar da doğal olarak büyüyorlar.

Binlerce yıllık tarihin, kültürün yattığı topraklar üzerinde yetişip, sonra tüm bunlara vücudunun güney kısmını dönen toplumların
akibetini, live olarak yaşıyoruz
bence.

Selamlar ve kaleminin daim olması dileği ile...


Yazan: Harun Gürleyik | 9/14/2006

#4

Tarikatlar konusu maalesef beyinleri ipoteklenmiş kişilerin oluşturduğu bir toplumda konuşulması bile tepki çeken bir konu.

Biz elhamdülillah müslümanız. Tek örneğimiz ve önderimiz Hz. Muhammeddir. Ne mutlu onun yolundan giden müslümanlara. İşte tarikatçılık tartışmasının kırılma noktası burda.

Hz. Muhammedin yolu, sırat-ı müstakim varken neden Hz. Ali ve Hz. Ebubekir'in böyle bir şeye tevessül etmesinin mümkün olmadığı halde onlara dayandırılıyor? Peygamber efendimiz "yürüyen kur'an" derken neden tarikat gibi ifrat ve tefrite sebep bir hareket oluşuyor?

Ama şunu da derim Müslüman kişi nerde ALLAH'a yakınlaştıracak bir vesile bulur onu alır. Ama nerde bir yanlış varsa oradan da dönmesini bilmeli. İşte yanlışa sebep olabilecek bir hareket baştan yanlıştır. Halbuki Resulullah'ın hayatında tasavvufta, tesbihat, zikirde, yeme - içme de, ibadet ve sosyal yaşantının diğer unsurları da yerli yerindedir. Aşırılık yoktur. O işlerini istişare ile hallederdi. Tek adamlık yoktur.

Burdan tarikatçi kardeşilerimize de diyecek bir laf bulamıyorum. Çünkü çok önyargılı olabilirler. Önce eleştiriye de açık olmak lazım. Önce bir dinleyin.


Yazan: İsmail Ötegen | 9/15/2006

#5

Tarikatlar ve yine tarikatlar, insanın sığınma duygusunu kullanıp, insanı alaşağı eden tarikatlar.

İnsanlar neden tarikatlara yönelir, yalnızlık duygusu mu, eleştirel düşünememe mi, bir yerlere ait olma isteği mi, ya da bireyleşememe mi?

Cevabı bulunması gereken nice sorular... Ancak siyasi erkler tarikatları kullanırlarsa devam eder bu gidişat. Dur denilemez mi, elbette dur denilir. Peki nasıl? Okuyarak, araştırarak, sorgulayarak. İşte hepsi bu.


Yazan: Meral Gümüş | 9/18/2006

#6

Sn.Ali Serttürk'ü tespitlerinden dolayı kutluyorum. Çok berrak yazıyor, seviyeyi kaybetmiyor tabiki ideal olan tarz bu. Ancak ben yorumlarımda bazen başaramayabiliyorum serinkanlı olmayı. Şimdiden özür diliyorum.

Peygamberimiz (SAV.) Veda Hutbesinde sağ elini kaldırıp "Ey inananlar birlik olun" diyerek beş parmağını birlik ve beraberlik simgesi olarak kapatmış yumruk yapmıştır. Tarikat oluşumları ise peygamberimizin yumruğunu çözmüş ve o kapanan eli beş değil onbeş parmağa ayırmıştır. O zamandan beri de tarihte hiçbir müslüman devlet ilimi, fenni, medeniyeti birarada görememiş, dünyada vitrine çıkamamıştır. Sadece bizim ülkemiz Mustafa Kemal'in din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırması İslamın temel ve tümüyle olumlu düşüncelerinin önünü çağdaşlığa giden yönde açması bir fırsat yaratmıştı. Ancak Gazi Kemal'in ölümü ile birlikte Kemalizm duvara saygı gösterilen bir bayrak gibi asılmış ancak bir daha yaşanmamıştır, yaşattırılmamıştır. Çünkü Türk toplumumun nasıl bir yapısı olduğunu Kurtuluş Savaşında yaşayarak öğrenen dış güçler Müslüman ve Türk kimliğini birbirine düşman yaparak hem Kemalizmi hem de İslamı zayıflatmayı ve yere indirmeyi planlamışlardır.

Dış güçler ve içerideki uzantıları Masonlardan sahte Kemalistler yaratarak onların uygulamaları ile Türk halkını bir kavram karmaşası ve düşünce kaosunun içine sokmuşlardır. Kemalizm İslama karşı imiş düşüncesini Türk toplumuna empoze ederek, kafaları karıştırmışlardır. Bu ülkede gerçek Kemalistler HİÇBİR ZAMAN DEVLET YÖNETİMİNE SOKULMAMIŞLARDIR.

Sonra karşı cepheyi yaratarak İslamı tarikatlara ayırmışlar ve tarikatları birbirine düşman ederek, Tarikatların şahsında da İslami düşünceyi Kemalizme düşman ederek planlarının temelini atmışlardır. Artık bunun üzerine her türlü indirme hareketi itina ile kurulabilirdi. Altyapı hazırdı. Hala çalışıyorlar. Yoksa Kurtuluş Savaşını beraber kazanan bu ülke çocukları durduk yerde : Laik-Antilaik, Türk-Kürt, Alevi-Sunni, Kapalı-Açık, Türbanlı-Başacık, FB'li-GS'li,
Müslümcü-Ferdici, gibi her alanda hücrelerine kadar bölünmeye neden hevesli olsundu ki.

Bugün İslamı yaşamaya çalışanların günlük hayatına bakın, tarikatların nasıl bir yozlaşmaya neden olduğunu çok rahat görürsünüz. Durum aynen "Saksağan kekliğin yürüyüşüne özenmiş, kendi yürüyüşünü de kaybetmiş" sözünün özetidir.

Yorumlar farklı farklı, birinin ak dediğine öbürü kara der duruma gelmiş.Diyanet İşleri "ne şiş yansın ne kebap"türünde çalışıp hiçbir tarikatı kırmama özeni göstermekte neden kurulduğu ve ne işle uğraştığı veya işlevi hiç göze çarpmamaktadır.

Bir yerde okuduğumu hatırlıyorum, 1.Dünya harbinde 8 civarı İngiliz Casusunun bir müslüman imam kadar hatta daha iyi Kur'an okuyarak hafız olduklarını, çember sakal bıraktıklarını,sarık ve cüppe giydiklerini,muhtemelen bunların Suriye, Irak ve İran gibi bölgelerde kendi tarikatlarını kurarak İslamiyete ilk darbeleri vurduklarını okumuştum, ama çok oldu kaynağı hatırlamıyorum. Din, üzerinde oynanması çok kolay ama tehlikeli olan bir alandır.

Osmanlı'nın çöküş nedenlerinden biride olumsuz dini bakış açısı nedeni ile ilmin bir türlü gelişememesidir. Buluş yapan alimlerin çoğu önce Padişahlar tarafından ödüllendirilmiş sonra devreye giren Kadı ve Şeyhülislamlar tarafından "bu kişi şeytanla temas halinde, bu olacak şey değil, tahtınızda gözü var" vesveseleriyle bu alimler sürgüne gönderilmiş ve süründürülmüşlerdir. İlimsizliğin bedeli ,kilimsizlikle ödenmiş, koskoca imparatorluk tüfek parasına muhtaç hale gelmiştir.

Özcesi, Türk toplumunun bugünkü durumundan sorumlu olanlar : Kemalizmin Laiklik kavramı ile İslamiyete açtığı modernleşme ve kendini dünyaya tanıtma fırsatını, halkı Ata'nın ölümünden sonra yeterli ekonomik ve eğitim gelişmelerinin içine sokamayarak heba edip, gerekli gücü üretemeyen daha doğrusu ürettirmeyen KEMALİST MASKELİ SİYASETÇİLERDİR.

Balıkesir Merkez Camisinde hutbe vererek Cuma namazı kıldıran rahmetli Atatürk'ü dinsiz diye Türk milletine tanıtan, Kemalizmin içinde İslam inancı yokmuş gibi halka yutturan Sahtekar TARİHÇİLERDİR. Bu düşüncenin 2000 Yılı uygulaması ise TRT nin çektirdiği "Kurtuluş"dizisinin bir bölümünde cephede top sesleri sürerken Mehmetçiğin "Allah Allah" sesleri arasında Atatürk Harp çadırının önünde, uzun ayaklı kadehleri kurmayları ile kaldırmış, "Şerefe Beyler" diye zaferi kutluyor. Türk askerinin o zamanın inanç ölçüleri içinde böyle bir Komutanın arkasından gidebileceğini kim düşünebilir?

Askerin çadırının önünde sırtında paltosu ile kıvrılarak Kocatepe'de karda yatan bir TÜRK Başbuğuna böyle bir davranış nasıl yakıştırılabilir? Asker öğle yemeğinde kuru üzüm hoşafı ve çeyrek ekmek yiyerek savaşırken (Kayıtları devlet arşivinde vardır) Atatürk gibi bir Komutan böyle bir davranışı nasıl yapabilir? Kim görmüş, kayıtları nerde. Türk milletinin vergileri ile işleyen bir kurum böyle bir onursuzluğu halkına nasıl dayatır? Kafamıza böyle bir Atatürk modelini yerleştirmek isteyenler kimdir, soyları nereden gelmektedir? Bu insanların kim olduğunu sorgulamak için Atatürk'ün "Türk Milleti sana benim filmimi izlettirmek isteyenlerin damarlarındaki asil kanı tetkik etmek mecburiyetindesin" diye bize nasihat mı etmesi gerekir? Atatürkçü Düşünce Dernekleri neden bu yobazlığa ses çıkarmamaktadır?

Bu ülkede Tarikatlar çirkefliği işlenirken eş zamanlı olarak Kemalizmi bataklığa çekerek , Türk halkından Mustafa Kemal'i koparma yobazlığına da neşter atılmadığı sürece Hasta Toplum yapımızın kimliğine kavuşması mümkün olmayacak ve biz bu basiretsizliğin içinde savrulup duracağız.Dış güçler bizi iplere dayamış ve Kemalizm'i tahrip ederek,Karaciğerimize, İslamı tarikatlaştırarak da pankreasımıza vurmuşlar ve saymaya başlamışlardır : Telekom, Tüpraş, Petkim,Bor, Toryum, Kıbrıs, Sözde Kürdistan....derken,

Ey Türk Gencligi!

birinci vazifen, turk istiklalini, turk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve mudafaa etmektir.

mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. bu temel, senin, en kiymetli hazinendir. istikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahlarin olacaktir. bir gun, istiklal ve cumhuriyeti mudafaa mecburiyetine dusersen vazifeye atilmak icin, icinde bulunacagin vaziyetin imkan ve seraitini du$unmeyeceksin! bu imkan ve $erait, cok namusait bir mahiyette tezahur edebilir. istiklal ve cumhuriyetine kastedecek du$manlar, butun dunyada emsali gorulmemi$ bir galibiyetin mumessili olabilirler. cebren ve hile ile aziz vatanin butun kaleleri zaptedilmi$, butun tersanelerine girilmi$, butun ordulari dagitilmi$ ve memleketin her ko$esi bilfiil i$gal edilmi$ olabilir. butun bu $eraitten daha elim ve daha vahim olmak uzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet icinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri Şahsi menfaatlerini, mustevlilerin siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet, fakru zaruret icinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

sesi kulaklarında çınlayan Milenyumun Hasan Tahsin'i Alper Tunga adında 20 yaşında bir Türk Genci ilk kurşunu İzmir'in Konak meydanında Türk Bayrağını gönderden indirmeye çalışan bir PKK militanının kafasına sıkar. Tarih tekerrür etmiştir ve bu kutsal vatan toprağı bir mikrobun kanını daha steril etme şanssızlığını yaşamaktadır. Çünkü bu topraklar hain kanını kabul edemez arıtır. Bu yiğit Türk genci şöyle haykırır : ATAM "Ne mutlu Türküm diyene" demiştin Türk'ü kendi ülkesinde köle ettiler, senin adını anmak bile suç oldu, "Yurtta sulh cihanda sulh "demiştin, huzur bize kendi yurdumda Mars kadar uzak oldu "Seni yönetmeye talip olanların damarlarındaki asil kanı tetkik etmek mecburiyetindesin" demiştin, Türk'üm demek ayıp oldu, Yeteeeeeeer !!!!!!!!!


Yazan: Baba Horoz | 9/18/2006

Enter content here

Enter supporting content here