|
|
Din ve muallak konular
Aşağıdaki yazı Serbest Kürsü kategorisindedir ve içeriğinden metnin yazarı olan Faruk Nur sorumludur. Kader Soru: Madem, herşey bir kader defterinde yazılı ve her
şey ona göre oluyor. O halde insanlar niçin cehenneme gidiyor?
Cevap: Evet, her şey bir kader defterinde
yazılı ve her şey ona göre oluyor. Ama, defterde yazılı olduğu için o şey olmuyor.
Mesela;
Meteroloji uzmanı, uydudan gelen fotoğraflara bakarak geleceği görebilmektedir. Bir insan ne kadar yükseğe
çıkarsa hem görüş alanı genişler hem de geleceği görebilir. Uzman, uydudan görüyor ki, Türkiye'nin
batısından yağmur bulutları geliyor. Bulutların hızını ve yönünü hesaplıyarak,
hemen defterine şunları yazıyor; ”Yarın Türkiye bulutlu ve yağışlı olacak”.
Bulutların gelmesine bir gün var. Bir gün sonra Türkiye bulutlu ve yağışlı olsa; Acaba meteroloji
uzmanı bir gün önceden deftere, bu olayı yazdığı için mi olaylar oluyor?Yoksa uzman olayları
uydudan önceden gördüde mi yazdı.
Doğru cevap; Gördüde yazdı. Yazdığı için
olaylar olmamakta, fakat olayın öyle olacağını önceden görüp yazmıştır.
Mesela;
Aklı başında bir kişiyi, siz sırtınıza alsanız, nereye gitmek istersen seni oraya
götüreceğim deseniz. Diyelim ki iki yol var biri tehlikeli yol, öteki tehlikesiz. Siz baştan o kişiye uyarıda
bulunarak her iki yolun durumunu anlatsanız, buna rağmen o kişi beni tehlikeli yoldan götür dese, o tehlikeli
yolda başına bir kaza gelse, size diyebilir mi ki, bak senin yüzünden başıma bu kaza geldi? Diyemez. Çünkü
kendi iradesiyle tehlikeli yolu seçmiştir. Götüren değil, isteyen suçludur.
Güç ve kuvvet yalnız Allah'tandır.
Bunu felçli hastalar daha iyi bilir. Götüren Allah'tır, fakat tehlikeli yolda gitmek isteyen, insan suçludur. Hem insan
başıboş bırakılmış da değildir. Cüz-i iradesinden başka kendisine ait günahları
ve borçları vardır. Sevaptaki hissesi ise pek azdır. Kimin ve neyin sayesinde sevap işlemiştir düşünmesi
gerekir.
Allah Bir zaman gayet zengin bir ressam, sergi açmak istemiş, fakat sahnenin gerisinde durmuş
kendisini konuklara göstermemiş. Konuklara hertürlü ikramı yapmış. Sergiyi gezen misafirler, harika resimlere
bakmışlar, ne kadar güzel resimler diyerek aralarında konuşurlarken birisi, ressamı göremediği
için, acaba bu resimler nasıl olmuştur diye bir soru ortaya atmış. Bir kısım insanlar, bu resimler
kendi kendine olmuştur demişler. Bir kısım insanlar resimleri tabiiyyat kanunlarının yaptığını
iddia etmişler. Bir kısım insanlar ise resimleri, resmi meydana getiren, boya, fırça, tablo birlikte bu
resmi kafa kafaya vermişler meydana getirmiştir demişler. Bir kısım insanlar ise, harika resimleri
ancak bir ressam tarafından yapılabileceğini söyleyerek, kendilerine ikramda bulunan ressamı içeriden,
alkışlar ile davet edip, kendisiyle tanışmış ve teşekkür etmişler. İşte
biz o ressama Allah diyoruz. Ressamdan farkı, gerçek ve canlı resimler yaratmasıdır.
Resim, ressamın
bir parcası olmadığı gibi; ressam da, resmin bir parçası değildir.
Soru:Peki,
Allah'ı kim yaratmıştır? Sorusu (şeytanın insanları kandırmak için sorduğu sorudur)
genellikle insanların kafasının karışmasına yol açmış, bu soruda takılıp
kalmışlardır. İnsanların bu sorunun cevabını bulmaya çalışması nafiledir.
Mesela;
Diyelim ki, bir saraya girmek için yüz kapı var, ama bir kapı kapalı ve sarayın sahibi ancak o kapıyı
açabilir ve anahtarda sadece ondadır. Dışarıdan saraya girmeye çalışan biri, açık doksandokuz
kapının herhangi birinden içeri girebilir. Fakat kapalı kapının önünde durup o kapıyı açamayınca,
bu saraya girilemez diyemez. Çünkü diğer doksandokuz kapı açıktır. Aynen öyle de, "Allah'ı kim yaratmıştır?"
sorusu farzedelim ki kapalı bir kapıdır. O kapının anahtarı sadece Allah'tadır. Allah'a
inanmak için doksandokuz kapı açıktır. Ama inat edip, kapalı kapının önünde durmak ve saray
sahibini inkar etmek ve açık kapıdan saraya girmemek akıl karı değildir.
"Peki Allah yoksa,
bu kainatı kim yaratmıştır? Bu kainat nasıl olmuştur? Yani yukarıdaki harika resimler nasıl
olmuştur?" sorusunun cevabını inat edenlerin vermesi gerekir.
İlmin kapısı Hz.Ali şöyle
der;
”Varsayalım ki inanmayan inat edenlerin dediği gibi Allah,
ahiret, cennet, hesap kitap vs yok. Ne inanana bir şey olur, ne de inanmamakta inat edene. Ama ya varsa? İnanana
yine bir şey olmaz. Ama inanmamakta inat eden; işini şansa bırakmış olur ki bu da akıl
karı değildir"
Tevekkül ve dua
Bir çifçi, evvela (önşart); ürün almak
için,
1- Toprağını nadasa koyacak, 2- Toprağını sürecek, tohumu dikecek, 3- Sulayacak.
Sonra;
Allah'a, ürün vermesi için kavli(sözlü) dua edecek. Çünkü bir afet gelir, ürünü alıp götürebilir. Mesela; Çekirge ve
sel afeti gibi. Şartlardan birinin eksik olması, neticeye engeldir.
Dua eden kişi için o istediği,
kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını dua eden bilemez. O halde duam niye, niçin kabül
edilmedi diye üzülmemelidir.
Mesela; Bir anne ve baba hiçbir zaman çocuğunun kötülüğünü istemediği için,
terbiyeye muhtaç çocuğunun her istediğini de yapmaz. Bu imtihan dünyasında, sınırlı ve kayıtlı
olduğumuz için her istediğimizi elde edemeyiz. Her istediğimizi yapamayız. Fakat her istediğimizi
elde edecek ve her istediğimizi yapabileceğimiz bir yer vardır ki o yere cennet derler.
Her şeye
muhtaç olan kişinin, Samed olan Allah'ın kapısını çalması doğru bir şeydir. Yanlış
olan, herşeye muhtaç bir kişinin, kendisini hiçbir şeye muhtaç olmadığını zannetmesi ve
dua etmemesidir.
Şeytan Şeytan'ın aslı cin olup ateşten yaratılmıştır.
İnsanın apaçık bir düşmanıdır. Mahlukatı Allah'a düşman etmek için fırsat kollar.
Bu hayatı insanlar için cehenneme çevirmeye çalışır. İnsan şeytan'dan her bakımdan üstündür.
Fakat Şeytan'ı da hafife almamak gerekir. Çünkü Hz.Adem babamız ile Hz.Havva annemizin cennetten çıkmasına
vesile olmuştur. Biz şeytanın inadına, bu dünyayı cennete çevirmek için çalışmalıyız.
Sakın
sizi Şeytan, Allah afedicidir diye yanıltmasın. Çünkü, Allah af edicidir ama, kul hakkı hariçtir.
Şeytan,
Allah'ı inkar etmemektedir ama, O'na düşman olduğu, iman etmediği için ezeli ve ebedi olarak cehennemden
çıkamayacaktır. İnkar etmemek ayrıdır, iman etmek ayrıdır, hiç inanmamak ise, hiç mi hiç
akıl karı değildir. İnsanlar korku ile ümit arasında olmalı. Acaba "Cennetlik miyim, yoksa cehennemlik
miyim?" sorusunu merak etmek yerine, en kötü ihtimali göz önüne alarak, tedbirimizi almak; daha akıllıca bir iş
olsa gerektir.
Allah’tan ancak O'na iman etmeyenler ümidini keser. Son nefese kadar, kimin ne olacağı,
(şeytan hariç) bizce mechuldur. Cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem dahi lüzümsuz değildir.
Din Her
semavi hak dinler, medeniyetin ve insanın maddeten ve manen yükselmesini, daha iyiye ve ileri gitmesini savunur. İslam;
"Bir lokma, bir hırka" felsefesine karşıdır. Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş
gibi dünyaya teşvik eder. "İki günü aynı olan ziyandadır", "Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir",
"Haksız yere bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir" düşüncesini savunur. Tek
ilah vardır. O ilahın adı Allah'dır.
Zerrece Allah'a imanı olan ve O'na düşman olmayan
herkez, hesaptan sonra cennete girecektir. İslam; Peygamberi Hz.Muhammed'tir, Kitabı Kuran-ı Kerim'dir. Bir
Müslüman, hem İncile, hem Hz.İsa'ya, hem Tevrat'a, hem Hz.Musa'ya yani tüm semavi kitap ve peygamberlere zaten inandığı
için din değiştirmesi, hiç mi hiç akıl karı değildir.
Namaz Dininin direğidir.
Bir insanın, "Allah'ın benim namazıma ihtiyacı yoktur" demesi hasta birisinin doktora "Ey doktor senin
ilaca ne ihtiyacın var" demesine benzer ki, Allah'ın bizim namazımıza elbetteki ihtiyacı yoktur.
Bizim namaza ihtiyacımız vardır. Bedenin havaya ve suya ihtiyacı olduğu gibi, ruhun da manevi gıdaya
ihtiyacı vardır ki o gıdalardan birisi de "Hu" kelimesidir. İnsanlar her nefes verişte bilmeden,
gayri ihtiyari "Hu" derler. "Hu" Allah demektir. Aslında her şey Allah'ı anmaktadır. İnsanın
bu dünyaya gönderilmesinin sebebi ve hikmeti, Allah'ı tanımak, O'na dua ve ibadet etmektir.
Hayat Helal
şekilde çalışınız, kazanınız, yiyiniz, dağıtınız, paylaşınız
ama israf etmeyiniz.Kara günler, yaşlılığınız ve ahiret içinde,azık ayırınız.
İlimin ,malın ve kuvvetin önemini fark ediniz.Bunları insanlığın hayrı için ve helal bir
şekilde kullanınız.
Şeytanın, dünyayı fesada veren ve insanlar için dünyayı çehenneme
çeviren, "Sen çalış ben yiyeyim ve ben tok olayım başkası açlıktan ölsün, bana ne" düşüncesini,
ortadan kaldırmak ve sosyal dengeleri kurmak için çalışmak insanlığa yapılacak en büyük hayırlardan
biri olsa gerektir.
İlim Bir zaman iki ayna var imiş, her iki ayna da yüzlerini gökteki güneşe
çevirmiş. Aynalarda akseden, tecelli eden güneşi, insanların yüzlerine her iki ayna da çevirdiğinde, insanların
gözlerini kamaştırmışlar.
Aynalardan biri gururlanarak ben insanların gözlerini kamaştırdım
diye gururlanmış ve kendisinde bir şeyler olduğunu tevehhüm, zan etmiş. Diğer ayna ise mütevazı
bir şekilde, aslında kendisinde bizatihi bir şey olmadığını, gökteki güneş olmasa
hiçbir şeye yaramadığını, önceki aynaya söylemiş.
İşte gururlu ayna, sihir
ve büyü gibi zararlı ilimler ile ilgilenip insanları kendisinin etkilediğini zanneden şeytan gibidir.
Ama mütevazı ayna ise mücize ve kerametin asıl sahibinin kendisi olmadığını bilen ve faydalı
ilimler ile ilgilenen bilge kişidir.
Gıbta edilecek kişi gökteki güneşin ısı ve ışığına
mazhar olan kendisini güneş zannetmeyen ama güneşi gösteren, kişidir. Bu aynaların en güzelleri peygamberlere
aittir. En kötüleri ise şeytan ve şeytan gibilere aittir. Şeytan ve şeytan gibi kötü kişilerin şerrinden
Allah'a sığınmak gerektir. Çünkü insanları ve insanlığı tesirleri altına alabilmekte
ve aldatabilmektedirler. Her insan kabiliyeti nispetinde güneşe mahzar olabilir ve olmalıdır da.
Asıl
olan aynayı insanlığın hayrına kullanmak ve ayna olduğunu hiçbir zaman unutmamaktır. Aynadan
kasıt insan, güneşten kasıt ise Allah’tır.
Güneş bize ışık ve ısısı
ile çok yakındır. Biz ise Güneş'e çok uzağız. Ama ayna vasıtasıyla, bir nebze Güneş'in
özelliklerini anlayabiliriz. Veya uzay mekiği ile Güneş'in hakiki nuruna ve ısısına yaklaşabiliriz,
onu yakından inceleyebiliriz ki, bunu mirac hadisesinde Hz.Muhammed bizzat Refref’e binerek çok kısa bir zaman
zarfında yapmıştır. Cenneti, cehennemi ve kainatın yaratıcısını görmüş,
"Gidipte gören mi var veya gidipte dönen mi var" sorusunu da cevapsız bırakmamıştır.
Mesela,
koca bir kütlesi olan dünyamızı, vasıtasız ve çok süratli bir şekilde götüren ve döndüren, bir insanı
elbette ve evleviyetle daha hızlı ve kısa bir sürede götürmeye ve geri getirmeye muktedirdir ve aynen öylede
olmuştur.
İnsanlığa faydalı bilgileri, tanıdık, tanımadık, başkaları
ile de paylaşınız, yayınız. Ben bu bilgileri bilmiyordum, bana kimse öğretmedi diyen kişinin
hesabı; bilenden, bildiği halde susandan ve hakikatı ve doğruyu yaymayandan sorulacaktır. Malın
zekatı olduğu gibi, ilminde zekatı ve kuvvetinde bir zekatı vardır. Bilen ile bilmeyen bir değildir.
İlim müminin yitiğidir, nerede olursa alır. İlim Çin'de de olsa alınız. Hayatta, en hakiki murşit
ilimdir. Faydalı tüm ilimlerden istifade ediniz, ettiriniz. Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. Okuyunuz,
okutunuz. Ne demiş Yunus Emre, "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen ilim nice okumaktır".
Ruh
nedir Ruh insanın aslıdır, kendisidir. Mahiyeti, bir şekli sureti ve şuuru olan bir kanundur,
yerçekimi kanunu gibi, ama yerçekimi kanununun bir şekli, sureti ve şuuru yoktur. Fakat dünyadaki işleri yapabilmesi
için, ruhun elbisesi, bineği mahiyetinde olan bedene ihtiyacı vardır.
Ruh katiyen bakidir, yani ölümsüzdür.
Ey insanlar, baki bir aleme gideceksiniz, o halde hazırlıklı olun. Ölüm, ruhun bedenden çıkması daha
önce vefat etmiş olan sevgili anne ve babanızın ve dostlarınızın yanına gitmektir.
Mesela;
bir şöför nasıl aracından inince araba hiçbir işe yaramaz ise, ruh da beden aracından inince, beden
hiçbir işe yaramaz. Kabre konan bedendir. Siz ise ruhsunuz. Ruh berzah alemine gitmektedir. Ölüm yokluk ve hiçlik değildir.
Kim yok olmak ister ki? Ezeli ve ebedi bir Allah'ın sevgili mahlukatıda ebedi olmalıdır. Fakat mahlukatın
ebediliği bizatihi değil, Allah'ın dilemesiyledir.
Ey insanlar ve cinler ezeli ve ebedi cennete girmek,
ebedi yaşamak, her istediğini yapmak ve Allah'ı görmek istemezmisiniz.
Ey sevgili ruh, bunun için Allah'a
şükretmeli ve iman etmeli değil misin?
HULASA Allah birdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,
ne bir başkası O’nu yaratmıştır ne de O’nun bir çocuğu vardır. O’nun
eşi ve benzeri yoktur.
|
|
Tarikat Çemberi
Aşağıdaki yazı Serbest Kürsü kategorisindedir ve içeriğinden metnin yazarı olan Ali Serttürk
sorumludur. Yıllardır bir lokma haram karışmasın
diyerek biriktirdiği üç beş kuruşunu, kolundaki bileziği ya da emeklilikden aldığı toplu
parayı, sözde insanların imanını güçlendiren, onların duygularını okşayıp, kendilerinin
vasıtası ile dini inançlarının daha da kuvvetleneceğini ve bu sayede cennete gitmenin daha kolay
olacağını aşılayan tarikatlara ve tarikat şeyhlerine kaptıranları duymuşsunuzdur.
Bu
tür olayların yaşanmış olduğu Ortaçağ Hristiyanlık inancında, parası olan belli
kişiler, belli bir ücret ödemeleri sayesinde hem yakınlarının hem de kendilerinin arafta
acı çekmeyeceklerine ve cennete gideceklerine kendilerini inandırmışlardır. Günümüz tarikatlarının
da Ortaçağ zamanında parayla cennet tapusu satın alan zihniyetten hiçbir farkı yoktur. Kendisinin bir
yaratıcıya inandığını söyleyen, bütün güce ve kudrete yanlızca onun sahip olduğuna
ve yeri-göğü yaratanın da o olduğuna inandığı halde, bu büyük güç ile kendisi arasında
hiçbir aracıya ihtiyaç olmadığı savını yeterli görmeyenler kendilerini tarikatın çemberi
içine buluverirler ne yazık ki.
Aklı başında bir birey, nasıl olur da, kendisi gibi nefes
alan, cinsel ihtiyaçlarını gören, hayatın tüm nimetlerinden yararlanan (fazlasıyla), en az diğer
insanlar kadar günahlı ve dünya işleriyle meşgul olan bir insana bu kadar bağlanabilir ve kendisini bu
insanin kontrolü altına bırakabilir? İnsanları bir çatı altında toplayan ve çemberin dışına
çıkanları şeytan kapar oyunlarıyla kandıran sözde tarikat şeyhleri, kendilerine keramet bulamayıp
Devlet hastanelerinden çıkamazken, insanlara deva olacaklarını nasıl iddia edebilirler?
Asıl
suç, zavallı dediğimiz ve bu türlü oluşumlara bel bağlayan zihniyettedir. Evinin en güzel ve en temiz
yerinde duran kutsal kitabı (Kuran'ı Kerim) halen Arapça okuyan ve bir kelimesini dahi anlamayan bu zihniyet Kuran-ı
Kerim'i hatim ettiğini sağda solda övgüyle anlatır. Böyle insanlar kendi ana dillerine çevrilmiş olan
kitabı okumayıp, Arapça okumakta diretmektedirler. Ve hatta Arapça okuduğunda daha fazla sevap kazanacagına
inanmaktadırlar. Ancak kitabı fikri olarak anlayamamakla beraber, içerisinde yazılı buyrukları ve
Allah'ın insandan neler beklediğini ancak kulaktan duyma ya da güvendiği şeyhinin anlattıkları
şekilde ögrenmektedirler. Allah'ı daha yakından tanımayı amaçlayan tarikat üyeleri, tarikatların
ardı sıra gidip, hayatlarını bu doğrultuya endekslerler ve tarikat şeyhlerinin hiç yanlış
yapmayacağına kendilerini inandırmaktadırlar.
Başta sade ve masum olan inançlı birey,
şeyhin kontrolünde derinleşmeye ve ilmi öğrenmeye çalışır. Tabii bu çabaları uzun bir süre
devam eder. Derinleştikçe imanının kuvvetlendiğine inanan bu insanlar, daha da fazlasını isterler.
Ancak belli bir süreden sonra beyni iflas eder ve psikolojik sorunlar yaşamaya başlarlar. Ve soluğu akıl
hastahanesinde alırlar.
Kurulmuş bütün bu tarikatlara herhangi bir insanın ihtiyacı olacağına
inanmıyorum. Gerçeği tarikatlarda arayan gerçekten samimi, inançlı insanlara inandıkları Allah -
Kitap - Peygamber üçlemesinde kalmalarını tavsiye ediyorum.
|
|
|
#1
Tarikatçılık İslam'ın saptırılmasıdır.
İslam söylendiği gibi Hint yarımadasından balkanlara kadarki yayılımında tarikat etkeni
olmuş olsa da, yanlışlarla yayılan bir şey elbetteki yanlıştır.
Bu din olsa
da böyledir. Akıl, Kur'an ve sünnet bize yetmeli. Hakiki mürşit Kur'an ayetleridir.
#2
Sevgili Alicim yazılarını çoktandır takip etmekteyim.
Bu yazın da diğerleri gibi mükemmel ve iç gıcıklayıcı. Hatta bazı kişileri hasta bile
edebilir.
Sakın yolundan saptırmaya çalışanlara taviz verme asla. Yazılarının devamını
dilerim.
#3
Ali kardeş, yazını okudum. Ne bir eleştiri ne de
bir düzeltme. İzninle birkaç ekleme yapmak istiyorum. Önce, "Allah-Kitap-Peygamber" üçlemesine, insanı ilave etmemiz
gerektiğine inanıyorum. Tüm Kitaplar da, Peygamberler de, İnsana doğruyu, iyiyi vs. anlatmak, öğretmek
için geldiler, fikrinden yola çıkabilirsek şayet.
Tarikatlara gelince, bunlar oldum olası varlar. Dinlerin
gelmeye başladığı günden, bugüne dek çoğalarak var oldular hep. Bugün neden bu kadar güçlü, olduklarını
kurcaladığımızda; Bazıları kendilerini birey olarak, silik, ya da güçsüz bulduklarından,
kendilerine şahsiyet edinme çabası içindeler, bunun adını, ait olma, güçlü olarak algıladığının
taraftarı olma psikolojisi de koyabiliriz.
Bazıları da çıkar peşindeler, sevdikleri, inandıkları
birinin peşine takılıp, doğrusunu yaptığına inananlar da var. Kanımca büyük bir çoğunluk,
ülke otoritesine olan inançsızlıklarından dolayı, kendi yöneticilerini kendilerince seçmenin peşindeler
(iktidardakilere bak) ilk aldatılanlar da kendileri oluyorlar.
Parasını kaptıranlara gelince,
onlar sadece ve sadece aç gözlü oldukları için bugün aldatılmışlar(en hafif tarifi bence) konumundalar.
Onlara yüksek kar payı (faiz olduğunu bal gibi biliyorlardı) sözü verildiği için, paraları kanatlanıp
onlardan önce cennetin pazarlayıcılarına gitti.
Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunmayışına
gelince. O belli çevreler tarafından bilhassa engelleniyor.
Burada bir parantez de iş takip bürolarının
çokluğuna açalım. Tarikatlar da bir nevi iş takip bürosu sayılırlar. Üyeleri için, cüzdana sığınıp,
Yaratan’dan torpil yapıyorlar. Kısacası, ülke idaresine talip olanların kapasiteleri küçüldükçe,
tarikatlar da doğal olarak büyüyorlar.
Binlerce yıllık tarihin, kültürün yattığı topraklar
üzerinde yetişip, sonra tüm bunlara vücudunun güney kısmını dönen toplumların akibetini, live
olarak yaşıyoruz bence.
Selamlar ve kaleminin daim olması dileği ile...
#4
Tarikatlar konusu maalesef beyinleri ipoteklenmiş kişilerin
oluşturduğu bir toplumda konuşulması bile tepki çeken bir konu.
Biz elhamdülillah müslümanız.
Tek örneğimiz ve önderimiz Hz. Muhammeddir. Ne mutlu onun yolundan giden müslümanlara. İşte tarikatçılık
tartışmasının kırılma noktası burda.
Hz. Muhammedin yolu, sırat-ı müstakim
varken neden Hz. Ali ve Hz. Ebubekir'in böyle bir şeye tevessül etmesinin mümkün olmadığı halde onlara
dayandırılıyor? Peygamber efendimiz "yürüyen kur'an" derken neden tarikat gibi ifrat ve tefrite sebep bir hareket
oluşuyor?
Ama şunu da derim Müslüman kişi nerde ALLAH'a yakınlaştıracak bir vesile bulur
onu alır. Ama nerde bir yanlış varsa oradan da dönmesini bilmeli. İşte yanlışa sebep olabilecek
bir hareket baştan yanlıştır. Halbuki Resulullah'ın hayatında tasavvufta, tesbihat, zikirde,
yeme - içme de, ibadet ve sosyal yaşantının diğer unsurları da yerli yerindedir. Aşırılık
yoktur. O işlerini istişare ile hallederdi. Tek adamlık yoktur.
Burdan tarikatçi kardeşilerimize
de diyecek bir laf bulamıyorum. Çünkü çok önyargılı olabilirler. Önce eleştiriye de açık olmak lazım.
Önce bir dinleyin.
#5
Tarikatlar ve yine tarikatlar, insanın sığınma duygusunu
kullanıp, insanı alaşağı eden tarikatlar.
İnsanlar neden tarikatlara yönelir, yalnızlık
duygusu mu, eleştirel düşünememe mi, bir yerlere ait olma isteği mi, ya da bireyleşememe mi?
Cevabı
bulunması gereken nice sorular... Ancak siyasi erkler tarikatları kullanırlarsa devam eder bu gidişat.
Dur denilemez mi, elbette dur denilir. Peki nasıl? Okuyarak, araştırarak, sorgulayarak. İşte hepsi
bu.
#6
Sn.Ali Serttürk'ü tespitlerinden dolayı kutluyorum. Çok berrak
yazıyor, seviyeyi kaybetmiyor tabiki ideal olan tarz bu. Ancak ben yorumlarımda bazen başaramayabiliyorum serinkanlı
olmayı. Şimdiden özür diliyorum.
Peygamberimiz (SAV.) Veda Hutbesinde sağ elini kaldırıp "Ey
inananlar birlik olun" diyerek beş parmağını birlik ve beraberlik simgesi olarak kapatmış yumruk
yapmıştır. Tarikat oluşumları ise peygamberimizin yumruğunu çözmüş ve o kapanan eli beş
değil onbeş parmağa ayırmıştır. O zamandan beri de tarihte hiçbir müslüman devlet ilimi,
fenni, medeniyeti birarada görememiş, dünyada vitrine çıkamamıştır. Sadece bizim ülkemiz Mustafa
Kemal'in din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırması İslamın temel ve tümüyle olumlu
düşüncelerinin önünü çağdaşlığa giden yönde açması bir fırsat yaratmıştı.
Ancak Gazi Kemal'in ölümü ile birlikte Kemalizm duvara saygı gösterilen bir bayrak gibi asılmış ancak
bir daha yaşanmamıştır, yaşattırılmamıştır. Çünkü Türk toplumumun nasıl
bir yapısı olduğunu Kurtuluş Savaşında yaşayarak öğrenen dış güçler Müslüman
ve Türk kimliğini birbirine düşman yaparak hem Kemalizmi hem de İslamı zayıflatmayı ve yere
indirmeyi planlamışlardır.
Dış güçler ve içerideki uzantıları Masonlardan sahte
Kemalistler yaratarak onların uygulamaları ile Türk halkını bir kavram karmaşası ve düşünce
kaosunun içine sokmuşlardır. Kemalizm İslama karşı imiş düşüncesini Türk toplumuna empoze
ederek, kafaları karıştırmışlardır. Bu ülkede gerçek Kemalistler HİÇBİR ZAMAN
DEVLET YÖNETİMİNE SOKULMAMIŞLARDIR.
Sonra karşı cepheyi yaratarak İslamı tarikatlara
ayırmışlar ve tarikatları birbirine düşman ederek, Tarikatların şahsında da İslami
düşünceyi Kemalizme düşman ederek planlarının temelini atmışlardır. Artık bunun üzerine
her türlü indirme hareketi itina ile kurulabilirdi. Altyapı hazırdı. Hala çalışıyorlar. Yoksa
Kurtuluş Savaşını beraber kazanan bu ülke çocukları durduk yerde : Laik-Antilaik, Türk-Kürt, Alevi-Sunni,
Kapalı-Açık, Türbanlı-Başacık, FB'li-GS'li, Müslümcü-Ferdici, gibi her alanda hücrelerine kadar
bölünmeye neden hevesli olsundu ki.
Bugün İslamı yaşamaya çalışanların günlük hayatına
bakın, tarikatların nasıl bir yozlaşmaya neden olduğunu çok rahat görürsünüz. Durum aynen "Saksağan
kekliğin yürüyüşüne özenmiş, kendi yürüyüşünü de kaybetmiş" sözünün özetidir.
Yorumlar farklı
farklı, birinin ak dediğine öbürü kara der duruma gelmiş.Diyanet İşleri "ne şiş yansın
ne kebap"türünde çalışıp hiçbir tarikatı kırmama özeni göstermekte neden kurulduğu ve ne işle
uğraştığı veya işlevi hiç göze çarpmamaktadır.
Bir yerde okuduğumu hatırlıyorum,
1.Dünya harbinde 8 civarı İngiliz Casusunun bir müslüman imam kadar hatta daha iyi Kur'an okuyarak hafız olduklarını,
çember sakal bıraktıklarını,sarık ve cüppe giydiklerini,muhtemelen bunların Suriye, Irak ve
İran gibi bölgelerde kendi tarikatlarını kurarak İslamiyete ilk darbeleri vurduklarını okumuştum,
ama çok oldu kaynağı hatırlamıyorum. Din, üzerinde oynanması çok kolay ama tehlikeli olan bir alandır.
Osmanlı'nın çöküş nedenlerinden biride olumsuz dini bakış açısı nedeni ile ilmin
bir türlü gelişememesidir. Buluş yapan alimlerin çoğu önce Padişahlar tarafından ödüllendirilmiş
sonra devreye giren Kadı ve Şeyhülislamlar tarafından "bu kişi şeytanla temas halinde, bu olacak
şey değil, tahtınızda gözü var" vesveseleriyle bu alimler sürgüne gönderilmiş ve süründürülmüşlerdir.
İlimsizliğin bedeli ,kilimsizlikle ödenmiş, koskoca imparatorluk tüfek parasına muhtaç hale gelmiştir.
Özcesi,
Türk toplumunun bugünkü durumundan sorumlu olanlar : Kemalizmin Laiklik kavramı ile İslamiyete açtığı
modernleşme ve kendini dünyaya tanıtma fırsatını, halkı Ata'nın ölümünden sonra yeterli
ekonomik ve eğitim gelişmelerinin içine sokamayarak heba edip, gerekli gücü üretemeyen daha doğrusu ürettirmeyen
KEMALİST MASKELİ SİYASETÇİLERDİR.
Balıkesir Merkez Camisinde hutbe vererek Cuma namazı
kıldıran rahmetli Atatürk'ü dinsiz diye Türk milletine tanıtan, Kemalizmin içinde İslam inancı yokmuş
gibi halka yutturan Sahtekar TARİHÇİLERDİR. Bu düşüncenin 2000 Yılı uygulaması ise TRT
nin çektirdiği "Kurtuluş"dizisinin bir bölümünde cephede top sesleri sürerken Mehmetçiğin "Allah Allah" sesleri
arasında Atatürk Harp çadırının önünde, uzun ayaklı kadehleri kurmayları ile kaldırmış,
"Şerefe Beyler" diye zaferi kutluyor. Türk askerinin o zamanın inanç ölçüleri içinde böyle bir Komutanın arkasından
gidebileceğini kim düşünebilir?
Askerin çadırının önünde sırtında paltosu ile kıvrılarak
Kocatepe'de karda yatan bir TÜRK Başbuğuna böyle bir davranış nasıl yakıştırılabilir?
Asker öğle yemeğinde kuru üzüm hoşafı ve çeyrek ekmek yiyerek savaşırken (Kayıtları
devlet arşivinde vardır) Atatürk gibi bir Komutan böyle bir davranışı nasıl yapabilir? Kim görmüş,
kayıtları nerde. Türk milletinin vergileri ile işleyen bir kurum böyle bir onursuzluğu halkına nasıl
dayatır? Kafamıza böyle bir Atatürk modelini yerleştirmek isteyenler kimdir, soyları nereden gelmektedir?
Bu insanların kim olduğunu sorgulamak için Atatürk'ün "Türk Milleti sana benim filmimi izlettirmek isteyenlerin
damarlarındaki asil kanı tetkik etmek mecburiyetindesin" diye bize nasihat mı etmesi gerekir? Atatürkçü Düşünce
Dernekleri neden bu yobazlığa ses çıkarmamaktadır?
Bu ülkede Tarikatlar çirkefliği işlenirken
eş zamanlı olarak Kemalizmi bataklığa çekerek , Türk halkından Mustafa Kemal'i koparma yobazlığına
da neşter atılmadığı sürece Hasta Toplum yapımızın kimliğine kavuşması
mümkün olmayacak ve biz bu basiretsizliğin içinde savrulup duracağız.Dış güçler bizi iplere dayamış
ve Kemalizm'i tahrip ederek,Karaciğerimize, İslamı tarikatlaştırarak da pankreasımıza vurmuşlar
ve saymaya başlamışlardır : Telekom, Tüpraş, Petkim,Bor, Toryum, Kıbrıs, Sözde Kürdistan....derken,
Ey
Türk Gencligi!
birinci vazifen, turk istiklalini, turk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve mudafaa etmektir.
mevcudiyetinin
ve istikbalinin yegane temeli budur. bu temel, senin, en kiymetli hazinendir. istikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek
isteyecek, dahili ve harici, bedhahlarin olacaktir. bir gun, istiklal ve cumhuriyeti mudafaa mecburiyetine dusersen vazifeye
atilmak icin, icinde bulunacagin vaziyetin imkan ve seraitini du$unmeyeceksin! bu imkan ve $erait, cok namusait bir mahiyette
tezahur edebilir. istiklal ve cumhuriyetine kastedecek du$manlar, butun dunyada emsali gorulmemi$ bir galibiyetin mumessili
olabilirler. cebren ve hile ile aziz vatanin butun kaleleri zaptedilmi$, butun tersanelerine girilmi$, butun ordulari dagitilmi$
ve memleketin her ko$esi bilfiil i$gal edilmi$ olabilir. butun bu $eraitten daha elim ve daha vahim olmak uzere, memleketin
dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet icinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri Şahsi
menfaatlerini, mustevlilerin siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet, fakru zaruret icinde harap ve bitap düşmüş
olabilir.
sesi kulaklarında çınlayan Milenyumun Hasan Tahsin'i Alper Tunga adında 20 yaşında
bir Türk Genci ilk kurşunu İzmir'in Konak meydanında Türk Bayrağını gönderden indirmeye çalışan
bir PKK militanının kafasına sıkar. Tarih tekerrür etmiştir ve bu kutsal vatan toprağı
bir mikrobun kanını daha steril etme şanssızlığını yaşamaktadır. Çünkü bu
topraklar hain kanını kabul edemez arıtır. Bu yiğit Türk genci şöyle haykırır : ATAM
"Ne mutlu Türküm diyene" demiştin Türk'ü kendi ülkesinde köle ettiler, senin adını anmak bile suç oldu, "Yurtta
sulh cihanda sulh "demiştin, huzur bize kendi yurdumda Mars kadar uzak oldu "Seni yönetmeye talip olanların damarlarındaki
asil kanı tetkik etmek mecburiyetindesin" demiştin, Türk'üm demek ayıp oldu, Yeteeeeeeer !!!!!!!!!
Enter content here
|
|
|
|
|
|
|
|
Enter supporting content here
|
|
|
|